Tek yatakta 'derin' ve kişisel kısa paslaşmalar: Benim Güzel Yatağım

İnsan, var olmayanı, hiç var olmamış olanı, var olup da “orada” olmayanı ve belki de en kötüsü de hiç ama hiç var olmayacak olanı zihninde veya ruhunda “oldurmaya” kalkıştığında, bir de ona anlam katmaya çalıştığında dönüp dolaşıp geleceği yer mazi olur. Ve böyle bir “amaç” mevzu bahisse eğer, o mazi de kalpte kabuğu hiç düşmeyen bir yaradır. Kaşıntısıyla hissettirir kendini. Çitiler gibi kaşısanız da size vereceği rahatlık vakti sınırlıdır. Sonra yine başlar uyuz uyuz yoklamaya. “Keşke”yle geçiştirilecek bir durum da değildir bu. “Keşke”nin en azından bir “olsun” tesellisi vardır. Ama “olmayan”, “olmayacak olan” ve “hükmen” “kayıp” üçgeni varsa, ortada yapılması gereken tek şey, saate bakmaksızın, yorganı kafaya çekerek yatıp uyumaktır. Tıpkı Hazal Şahin’in kaleme aldığı, Bala Atabek’in yönettiği ve sahnede Melis İşiten’in yükü tek başına sırtladığı “Benim Güzel Yatağım” oyunundaki Toprak karakteri gibi. 30’lu yaşlarında olan Toprak, anneannesinin kendine koyduğu falso ismi sebebiyle tıfıl zamanlarını eziklik içinde geçirmiş, annesi sürekli devr-i âlemde, babası genç kızların peşinden koşmakla meşgul olduğundan evde de gün yüzü görmemiş, üniversite mezunu, İngilizce bilen, iş başvurusu yaparken herhangi bir talebi olmayan, metrobüsle gidip gelmeye bile razı, son golü de sevgilisi tarafından terk edildiği için yiyen, şimdilerde tüm vaktini yuvası olan yatağında geçiren bir kadındır. İkamet ettiği Kurtuluş’un indili çıktılı yolları dirsek temasıyla Toprak’ın hayatına tekabül ederken, o, çarşafa dolanmış yaşamını anlatmak ister. Belki dertleşmek, belki patlama noktasına gelmiş içindeki yumruyu dışarı fırlatmak, belki de sadece anlatmış olmak için anlatmak… Ebedi bir yalnızlıkla bezenmiş vaziyette geçmişine döner Toprak anlattıkça. Mutlu zamanları değil ama mutlu anları olmuştur. Özellikle de en yakın arkadaşı Müge’yle ne çılgın geceler yaşamıştır öyle! O kadarı bile yetmiştir Toprak’a aslında. Fazlasında gözü yoktur. Anlardan oluşan devasa bir geçmiş yaratmıştır kendince. Anlar, anılar arasında gidip gelirken o ufacık zaman dilimlerini, bir nevi “Stockholm Sendromu” yaşadığı yatağından artık kurtulmak istediğinde salar tüm benliğini olabildiğince, bir anlığına. Yük omuzda değil kafada olunca atması zor olur. Sınırları belli olan karakteri gibi salabilir ancak kendini Toprak. Ardı tekrar yatak… Sonrasında gelen kayıp haberi, kaseti başa sarar. Her kimse aradığı kişi, ulaşılamamaktadır. Ve artık ulaşılamayacaktır da… “Benim Güzel Yatağım”, bir saat boyunca izleyici sahneye kilitleyen bir oyun. Tek mekân olan sahnede, tek mekân olan yatakta geçen, Hazal Şahin’in sağlam kaleminden çıkan, Bala Atabek’in sıkmayan yönetmenliğinde, Melis İşiten’inse sahnede özellikle çok keskin ve ani duygu geçişleriyle kendi içinde bin bir karaktere bürünmesiyle mizahı da, neşesi de, kasveti de çok net çizgilerle çizilmiş dozlarda ilerleyen, meramını da harfiyen karşı tarafa başarıyla aktaran bir oyun. Bunun dışında “Benim Güzel Yatağım”ın özellikle sanatsal üretimler içinde açtığı farklı bir pencere daha var: Malumunuz, “günümüzün modern insanı” sıfatıyla, popüler kültürün hegemonyası altında pompalanan bir tabir var bir süredir hayatımızda. Biz sanıyoruz ki; herkes her sabah 9’da bilmem ne aromalı kahvesini alıp bilgisayarının başına oturuyor ve iki saat sonra yapacağı sunuma hazırlanıp patrondan alacağı, “Bu güzel işini unutmayacağım dostum,” anlamına gelen omza vurulan iki “pat pat”la gününü “tamamlanmış” olarak geçiriyor ve akşamları iki kokteylle bunu sevgilisiyle kutluyor. Halbuki Toprak gibi daha “insanî” dertleri olan o kadar çok “gerçek” insan var ki bu ülkede, Toprak onların yanında şanslı bile sayılır. Zira Toprak, o “insanî” dertleri olanlar gibi depresyonunu dibine kadar yaşayabiliyor. Kalanlar maalesef, “depresyona girmeyip sabah işe giden” tayfadan. Bu yüzden de hayli özgün bir iş. Tavsiye ederiz. soyerbrk@gmail.com