ABD’nin 'özel' dostları: Emperyalist hegemonya mücadelesinde Baltıklar ve Doğu Avrupa’nın yeni rolü

ABD yönetiminin son dönemde verdiği mesajlar, Washington’ın Avrupa güvenliğine bakışında nitel bir dönüşüm yaşandığını gösteriyor. ABD, “kolektif savunma” söylemini geri plana iterken, askeri yükü üstlenen ülkelere ayrıcalık vadeden yeni bir hiyerarşi inşa ediyor . Bu çağrının hedefinde ise Baltık ülkeleri ve Polonya yer alıyor. ABD Savaş Bakanı Hegseth, kendi savunmalarına öncelik veren "örnek müttefiklerin" gelecekte Amerika Birleşik Devletleri'nden "özel bir ayrıcalık" göreceğini belirtti. ABD’nin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi ve Hegseth’in açıklamaları ABD Savaş Bakanı Pete Hegseth, 6 Aralık Cumartesi günü Kaliforniya'daki Reagan Ulusal Savunma Forumu'nda ABD'nin yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi'ni özetledi. Bu strateji, Washington'ın Avrupa'dan uzaklaşma politikasını teyit ediyor, kıtanın 2027'den itibaren kendi savunmasından sorumlu olması gerektiğini belirtiyor ve Avrupa'nın göç politikalarını şiddetle eleştiriyor. Hegseth, savunma harcamalarını artıran ülkeleri överken Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya'nın çabalarını vurguladı, yönetimin beklentilerini karşılayan ülkelerin ABD'den "özel ayrıcalıklar" göreceğini söyledi. NATO'nun doğu kanadındaki bu dört ülke, önümüzdeki yıllarda GSYİH'lerinin yüzde 5'ini savunmaya ayırma sözü vermişti. 'Polonya’nın dikkat çekici yükselişi' The Economist dergisinin 24 Mayıs 2025 sayısının “Polonya’nın dikkat çekici yükselişi” başlıklı kapak makalesi, Polonya'yı Avrupa'nın en göz ardı edilen ekonomik ve askeri gücü olarak vurgulayarak, 1995'ten bu yana kişi başına düşen gelirin üç kattan fazla arttığını ve 2004'te AB'ye katıldığından beri Polonya'nın neredeyse hiç resesyon yaşamadığını, yirmi yıl boyunca ortalama yıllık büyüme oranının %4'e yakın olduğunu belirtiyor. Dinamik şehirler, gelişmiş altyapı, yükselen yaşam standartları, ve Almanya’ya coğrafi yakınlıktan faydalanarak gelişen imalat sektörü övülürken Polonya’nın yaşadığı dikkat çekici yükseliş şunlara bağlanıyor: Nitelikli iş gücü: Polonya’nın özellikle teknoloji ve mühendislik alanlarında güçlü, yüksek eğitimli iş gücüne sahip olması. Burada gözardı edilen, bu gelişmiş insan kaynağının tarihsel olarak reel sosyalizm etkisinden kaynaklı olduğu. Konum: Polonya'nın “Avrupa'nın kalbindeki” stratejik konumunun hem Batı hem de Doğu Avrupa pazarlarına erişim sağlaması. Vergi teşvikleri: Ar-Ge faaliyetlerine kurumlar vergisi veya kişisel gelir vergisinden düşük oran, bu anlamda özellikle yabancı yatırımların desteklenmesi övülüyor. Maliyet avantajları: Batı Avrupa’ya kıyasla düşük işgücü maliyeti, yani “rekabetçi işgücü” adı altında ucuz emek sömürüsü. Ekonomik istikrar ve büyüme: AB’nin 6. büyük ekonomisi olan Polonya’nın ekonomik durgunluk dönemlerinde gösterdiği direnç ve “stratejik yatırımlar”. Yani iştah kabartan miktarlarda silahlanma harcaması (GSYİH'nin %4,7'sinden fazlası). “Yapabiliriz” tutumu: Dayanıklılığı, hırsı ve “tarihsel önyargıların reddini” vurgulayan bir zihniyet olarak tarif edilen, geleceğe yönelik iyimser bir ulusal anlayış. Bu da doğrudan komünist geçmişin ve tarihsel kazanımların reddi, en saf haliyle anti-komünizmi ifade ediyor. Polonya’nın bu kadar övülmesi boşa değil. Ülke, AB’ye mesafeli sağcı bir Cumhurbaşkanı’ndan , milyonlarca Avro yatırılan hava savunma programlarına, ülkenin komünist partisine on yıllardır yargı eliyle sistematik baskı uygulayan antikomünist şebekeden , en son 11 Kasım’daki ulusal gün kutlamalarında ırkçı bir şov olarak ortaya çıkan göçmen karşıtı hezeyanlara kadar, ABD’nin “işine gelen” birçok saçmalığa ev sahipliği yapıyor. Polonya aynı zamanda hem Ukrayna’nın, hem Belarus’un, hem de Kaliningrad’ın (dolayısıyla Rusya’nın) komşusu, ve ABD ile NATO’nun Ukrayna’da sürdürdüğü vekalet savaşında özel bir rol oynuyor. Bu tehlikeli uluslararası ortamda yayılmacı hırslarını gizleyemeyen (Ukrayna’da bir hegemonya alanı, Kaliningrad’ın kendisi ve hatta Belarus’un bir kısmı ilgi alanına giren) Polonya sermaye sınıfı ise, bunun için ABD emperyalizmine yaslanıyor. Muadilleri gibi Polonya sermayesi de otoriter, muhafazakâr, dinci, anti-komünist, milliyetçi ve şoven bir karakter gösteriyor . Sermaye sınıfı böylesine yayılmacı ve kışkırtıcı olan Polonya bir yandan da AB için kritik öneme sahip. Rusya’dan gelebilecek tehditlere karşı “her an tetikte” olmayı şiar edinmiş olan , silahlanmak için hiçbir bahaneyi kaçırmayan , ve bir yandan da AB ekonomisi için önemli ticaret yollarını tutmuş durumdaki bu ülke, yaklaşık 43 milyar Avro ile AB’nin SAFE ( Security Action for Europe , ya da Avrupa için Güvenlik Eylem Planı) fonundan en çok destek alması planlanan AB üyesi. (Kaynak: https://defence-industry-space.ec.europa.eu/eu-defence-industry/safe-security-action-europe_en) NATO’nun ileri karakolu olma yolundaki Baltıklar Ukrayna-Rusya savaşı, NATO’nun bir “değerler ittifakı” değil; korku, silahlanma ve Rus karşıtlığı üzerinden işleyen emperyalist bir pazarlık masası olduğunu bir kez daha gösteriyor. NATO bugün hâlâ tek sesli, homojen bir savunma örgütü gibi anlatılıyor. İttifakın aslında ne kadar parçalı ve çıkar çatışmaları ile dolu olduğunu gizlenemez hale getiren Ukrayna-Rusya savaşı ile bunun kocaman bir yalan olduğu da gözler önüne serilmiş oldu. Almanya ve Hollanda’nın başını çektiği Avrupa kanadı, Rusya’yı mutlak kötülük olarak resmeden bir savaş dili kuruyor. Geçtiğimiz hafta NATO Genel Sekreteri Mark Rutte’nin Berlin’de yaptığı konuşma bunun açık bir örneğiydi. Rutte, ”Rusya savaşı Avrupa'ya geri getirildi; dedelerimizin ve büyük babalarımızın yaşadığı savaşın boyutuna hazırlıklı olmalıyız” derken, yalnızca korkuyu büyütmedi, tarihi de bu söyleme kurban etti. Hatta tarih neredeyse yeniden yazılmaya çalışılıyor. Bu güvenlik politikası değil, Almanya ve Hollanda'nın başını çektiği ideolojik bir seferberliktir. Ancak NATO'nun patronu ABD aynı noktada durmuyor. ABD iç siyaseti de ittifak gündemini etkiliyor. Reuters ’a göre, ABD’deki Cumhuriyetçiler arasında Rusya’ya bakış konusunda ciddi görüş ayrılıkları yaşanıyor. Bazı önemli isimler, Rusya’yı Batı’nın bir tehdidi olarak değerlendirmeye devam ederken, Trump yönetimi Rusya’yla ilişkilerde daha pragmatik ve müzakereye açık bir çizgi izleme eğilimi gösteriyor — bu da Washington’un NATO’ya yaklaşımında net bir birlik olmadığını ortaya koyuyor. Bu çıkar siyasetinin en ”sadık” taşıyıcıları ise Baltık ülkeleri. Estonya, Letonya ve Litvanya devlet başkanları, 4 Aralık 2025’te Riga’da bir araya gelerek Ukrayna’ya desteğin süreceğini, Rusya’ya yönelik yaptırımların daha da sertleştirilmesi gerektiğini ilan etti. ABD-Rusya görüşmeleri gündemdeyken yapılan bu çıkış, Baltıkların rolünü bir kez daha gösterdi: Güçsüz ama gürültülü; ileri karakol ama sürekli silah isteyen bir hat. Üstelik bu yalnızca söylemle sınırlı değil. Baltık ülkeleri, Rusya ve Belarus’a bağlanan demiryolu hatlarını sökmeyi bile tartışıyor. soL TV’nin de işaret ettiği gibi , Avrupa’da Rusya karşıtlığı artık akıldışı bir noktaya varmış durumda: Raylar sökülüyor, bağlantılar koparılıyor, coğrafya inkâr ediliyor. Bu akıl dışılık yeni de değil. Geçtiğimiz yıl boyunca Baltıklar, Rusya ve Belarus’u da kapsayan BRELL enerji şebekesinden ayrılarak AB sistemine bağlandı . Estonya’da yerel seçimlerde ilk kez vatandaşlık şartı getirildi; “Rus yanlısı” görülen partilere yasaklar uygulandı . Letonya’da İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme tartışmalarında bile Rusya gündeme geldi . Rusça’ya yönelik paranoya büyüdü; eğitimden askerliğe kadar dil üzerinden yeni dışlama mekanizmaları kuruldu. Bütün bu tablo, Baltık ülkelerinin NATO içindeki işlevini açıkça ortaya koyuyor: Korkunun taşıyıcısı, savaşın meşrulaştırıcısı. Korku büyüdükçe silahlanma artıyor, Amerikan askeri varlığı kalıcılaşıyor. Avrupa Birliği ise bu sürecin gönüllü tarafı. Sosyal devlet budanırken, bütçeler savunmaya aktarılıyor. Rutte, Rusya’nın önümüzdeki beş yıl içinde NATO ülkelerine saldırı gerçekleştirebileceği uyarısında bulunurken, olası savaş “kaçınılmaz” diye pazarlanıyor. Öte yandan Rusya, Batı’nın artan savunma harcamalarını ve NATO’nun genişlemesini eleştiriyor ve bunun ittifakın istikrarsızlaşmasına yol açabileceğini savunuyor. Moskova, bu artışın NATO’yu “çöküşle karşı karşıya bırakabileceğini” iddia ediyor. Sınır güvenliği, sığınaklar, silahlanma Baltık ülkelerinde Rusya korkusu üzerinden bazı konuların düzenli olarak gündemde tutulması, yurttaşlarda sürekli bir güvenlik kaygısına sebep olarak çeşitli sivil ve askeri tedbirlerin halk nezdindeki meşruiyetini artırma işlevi görüyor. Haberlerde casusluk ve “sınır güvenliği” büyük bir yer kaplıyor. “Letonya vatandaşı Rusya adına casusluk yaptığı şüphesiyle gözaltına alındı”, “Bir günde 73 kişi Belarus sınırını yasadışı şekilde geçmeye çalıştı”, “bir Rus vatandaşı Rusya’ya yaklaşık 10.000 adet mermi ve çeşitli cephane türlerini kaçırmaya çalışırken sınır kontrolünde yakalandı” gibi başlıklar olağan. Bu şekilde normalleştirilen sivil savunma önlemleri kapsamında büyük bir maliyetle girişilen projeler ise halkın parasının sermayeye peşkeş çekilmesine olanak tanıyor. NATO'nun 2022 yılında Madrid'de aldığı karar doğrultusunda Ocak 2024'te Riga'da bir araya gelen Baltık savunma bakanları toplantısında belirlenmiş olan "Baltık Savunma Hattı" ilkeleri kapsamda Estonya sınırına yerleştirilecek olan yaklaşık 600 sığınağın kurulumunun 2027 yılı sonunda tamamlanması bekleniyor. “Acil durumlarda 50 binden fazla kişiyi koruyabilmek üzere”, belediye binaları ve bazı kiralık daireleri de kapsayan 146 binayı sığınağa dönüştürmeye hazırlanan Riga için ise, projenin bütçesi olan yaklaşık 11,3 milyon Avro’nun yarısı AB’den, yarısı şehirden geliyor. Sığınakların iki yıl içinde hazır olması hedefleniyor. Bütün bu gelişmelerin esas motoru ise artan NATO işbirliği ve silahlanma yatırımları. 2026 bütçesine göre Letonya şimdiye kadarki en yüksek savunma harcamasını yapmaya hazırlanıyor: 2,16 milyar Avro. Bu paranın büyük bölümü ordunun yenilenmesine gidecek: Tanklar, hava savunma sistemleri, cephane, insansız hava araçları ve sınır güvenliği gibi alanlar öne çıkıyor. Letonya ayrıca Ukrayna’ya verdiği askeri desteği de sürdürecek. 2026 için yaklaşık 110 milyon Avro tutarında yardım planlanıyor. Savunma Bakanlığı bu harcamaları “ülkenin güvenliği ve istikrarı için zorunlu bir yatırım” olarak tanımlıyor. Estonya’da ise savunma harcamaları, 2026 yılında GSYİH'nin en az %5'ine (2025'e kıyasla 844.5 milyon Avro daha fazla) yükselecek. Bu artış, hava savunması, tümen düzeyindeki yapılar, insansız hava aracı yetenekleri ve savunma sanayinin geliştirilmesini, ayrıca savunma sanayi parkının devam eden inşasını finanse edecek. Ekim ayının sonunda NATO, Letonya’daki Ādaži üssünde insansız araçlar ve yapay zeka sistemlerini test ettiği daha hızlı ve akıllı şekilde birlikte çalışmasını sağlamak olarak ifade edildi. Almanya ise Litvanya’da kalıcı bir tank tugayı konuşlandırdı . Alman Silahlı Kuvvetleri'ne (Bundeswehr) bağlı olarak 1 Nisan 2025'te Litvanya'da faaliyete geçirilen, kamuoyunda Litvanya Tugayı ( Litauenbrigade ) olarak da bilinen 45. Panzer Tugayı ( Panzerbrigade 45 , kısaltması PzBrig 45) tamamlandığında 4.800 asker ve 200 sivil personelden oluşacak. “Ağır mekanize tugay” olarak sınıflandırılan bu birim muharebe tankları ve piyade savaş araçları ile donatılacak. Birincil amacı “Rusya'nın NATO üyesi Baltık Devletlerinin (Estonya, Letonya ve Litvanya) toprak bütünlüğünü ve egemenliğini ihlal etmesini engellemek” olarak tanımlanan birliğin, 2. Dünya Savaşı'ndan bu yana kalıcı olarak yurt dışında konuşlandırılan ilk Alman tugayı olması dikkat çekiyor. Sonuç olarak, Baltık ülkeleri ve Polonya’da tanık olduğumuz şey artan güvenlik değil, emperyalist bir hegemonya mücadelesidir. ABD’nin vaat ettiği “özel ayrıcalıklar”, bu ülkeleri daha fazla silahlanmaya, daha fazla gerilime ve daha derin bir bağımlılığa sürüklerken, bedel yine halklara kesilmektedir. NATO’nun ileri karakolu olmanın ödülü barış değil; yoksullaşma, otoriterleşme ve savaş tehdidinin kalıcılaşmasıdır.