Asgari ücret safsataları!

Ne zaman “asgari ücret insanca yaşayacak bir geçim ücreti olsun, büyümeden adil bir pay alsın talepleri” gündeme gelse peşi sıra çeşitli safsatalar ve demagojiler gündeme geliyor. 2026 asgari ücretinin tartışıldığı bugünlerde gerek hükümet ve sermaye çevreleri gerekse ana akım ekonomistler ve hükümete yakın gazeteciler tarafından bu iddiaların tekrar dolaşıma sokulduğu görülüyor. Asgari ücretle ilgili bu çarpıtmaları ve yanıltmacaları iki başlıkta toplamak mümkün: İlki "ücret-fiyat sarmalı" safsatası, ikincisi “işsizlik artar, kapıya kilit vurulur, fabrikalar Mısır’a gider” safsatası. Asgari ücreti düşük tutmak için bu iki safsata sistemli olarak pompalanıyor. Dahası asgari ücretli ve yoksul vatandaş şuna inandırılıyor: “Asgari ücret artarsa fiyatlar da artar, asgari ücret artışı bir işe yaramaz”! Bu ideolojik hegemonyaya, bu değirmene ana akım ekonomi yaklaşımının da su taşıdığı görülüyor. Bu nedenle bu asgari ücret safsataları ile bir hesaplaşma şart. “ÜCRET-FİYAT SARMALI” SAFSATASI Asgari ücretle ilgili en meşhur safsata hatta mugalata şudur: "Asgari ücret artırılırsa maliyetler şişer, bu da enflasyonu patlatır. Zamlar erir, başladığımız yere döneriz." Bu iddia neredeyse bir hurafe ve batıl inanç gibi kabul görmekte ve ekonomi politikasının esasını oluşturmaktadır. Bu iddia düşük asgari ücret zammının temel dayanağıdır. Dahası asgari ücrete yüzde 20’den fazla zam yapılmasının enflasyonu körükleyeceği gibi temelsiz iddialar ortaya konmaktadır. Bu iddia örtülü veya açık olarak geniş destek bulmaktadır. Bu iddia, Türkiye'deki enflasyon dinamiğini sadece "talep" veya "maliyet" yönlü tek bir değişkene indirgeyen tipik bir safsatadır. Türkiye’de enflasyon talep veya maliyet kaynaklı değildir. Bu yönde çok sayıda araştırma vardır. Türkiye’de ürün/hizmet maliyetleri içinde işçilik payı tarihsel olarak düşüktür. Ücret artışının genel fiyatlar seviyesine doğrudan etkisinin sınırlı düzeyde olduğu TCMB raporlarında dahi kabul edilmektedir. Bu konuda çeşitli sosyal bilimciler tarafından yapılan bilimsel-ampirik çalışmalar da asgari ücret artışının enflasyon üzerindeki etkisinin oldukça sınırlı olduğunu ortaya koymaktadır. Asgari ücretin maliyetler (dolayısıyla enflasyon) üzerindeki bu sınırlı etkisini kapasite ve verimlilik artışı yanında kâr marjlarının bir miktar düşmesi ile daha da düşük tutmak mümkündür. Türkiye’de bir ücret maliyeti/talep enflasyonundan ziyade “kâr enflasyonu” olduğundan söz etmek mümkündür. Son yıllardaki enflasyonun ücretlerden ziyade döviz kuru şokları, vergi politikaları ve firmaların "fiyatlama davranışlarındaki bozulma" olarak adlandırılan aşırı kâr marjları ile beslendiğini görülmektedir. Ücretler bastırılırken Türkiye’nin dünyanın en yüksek birkaç enflasyonundan birine sahip olduğu gerçeği, bize enflasyonun bir ücret veya talep enflasyonu olmadığını göstermektedir. “Ücret-fiyat sarmalı” iddiası adeta bir sazan sarmalıdır. Ücretleri bastırmak için ortaya atılmış temelsiz bir neoliberal safsatadır. Ücretlerin bir talep enflasyonu yaratması (ücret-fiyat sarmalı) ancak sendikaların çok güçlü olduğu (sendikaların ücret düzeyini tek taraflı olarak belirleyebildiği) ve şirketlerin kapasite kullanım imkanının olmadığı istisnai koşullarda mümkündür. Öte yandan düşük ücretlere yapılacak artış talebi artırarak ücrete dayalı bir büyüme sağlar. Ücret-fiyat sarmalından ziyade bir fiyat-ücret sarmalı söz konusudur. Fiyatlar arttığı için ücretli çalışanlar alım güçlerini korumak istemektedir. “Kapıya kilit vurulur, fabrikalar Mısır’a gider” safsatası. Asgari ücret artışına karşı ileri sürülen bir diğer yaygın iddia ise “işsizlik artar, fabrikaların kapısına kilit vurulur, fabrikalar Mısır’a taşınır” iddiasıdır. "Asgari ücret çok artarsa işveren ödeyemez, işçi çıkarır, kayıt dışına veya Mısır’a kaçar.” Böylece ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar. Bu iddia da aynı liberal veya neoliberal ezbere dayanıyor. Bu safsata Türkiye’de işçilik maliyetlerinin yüksek olduğu, bunun da sermayenin kaçmasına yol açacağı varsayımına dayanır. Oysa Türkiye’de asgari ücretin ciddi bir işsizliğe yol açtığına ilişkin ampirik bir çalışma yoktur. Tersine yapılan çeşitli çalışmalar asgari ücret artışının işsizlik üzerinde ciddi bir etkisi olmadığı yönündedir. Örneğin 2016’daki enflasyonun neredeyse 4 katına yakın artış. Bu artış 2000’li yıllardaki en yüksek reel artıştır. Ne enflasyon ne de işsizlik üzerinde ciddi bir etki yaratmıştır. Türkiye’de 2000’li yıllarda asgari ücrete resmi enflasyon üzerinde yapılan artışların enflasyon veya işsizliğe yol açtığına dair ampirik bir çalışma yoktur. Asgari ücretli, geliriyle tüketim yapar. Ücret artışı doğrudan iç talebe dönerek ekonomiyi canlandırır ve işletmelerin cirosunu destekler. İşgücü, sadece bir maliyet kalemi değil, aynı zamanda ekonominin müşterisidir. Dolayısıyla yüksek ücretlerin işsizliği artıracağı iddiası temelsizdir. Öte yandan kamu yeni istihdam yaratarak (yaygın yaşlı bakım hizmetleri gibi) hem ücretleri hem istihdamı destekleyebilir. “TÜRKİYE’DE ASGARİ ÜCRET YÜKSEK” SAFSATASI “Türkiye’de asgari ücret yüksek o yüzden rekabet edemiyoruz” iddiası kadim bir işveren safsatasıdır. Bu safsata 1980’li yıllardan beri ortaya atılır ve hiç bitmez. Geçmişte orta ve doğu Avrupa ülkeleri ve Çin ile kıyas yapılırdı. İşverenler, Türkiye’deki fabrikalarını Doğu Avrupa’ya veya Çin’e taşımakla tehdit ederlerdi. 1990’ların ve 2000’lerin başlarında toplu iş sözleşmesi masalarında işverenlerin Doğu Avrupa ve Çin’e taşınma tehdidi pek revaçtaydı. Ancak gerek Doğu Avrupa ve gerek Çin ile Türkiye arasındaki asgari ücret makası hızla kapandı. Avrupa’da 2015’te Türkiye’den düşük asgari ücrete sahip 14 ülke varken, 2024’te bu sayı 2’ye düştü. Böylece 2015’te Türkiye’den daha düşük asgari ücrete sahip ülkeler 2025 yılında Türkiye’den çok daha yüksek asgari ücrete ulaşmıştır. Türkiye’de asgari ücret Avrupa ülkelerine göre diptedir. İşverenler için esas olan cari asgari ücret üzerinden karşılaştırmadır. Diğer bir ifadeyle geçmişte sık sık dile getirilen Doğu Avrupa’da asgari ücret düşük iddiasının bir temeli kalmamıştır. Bu ülkelerin çoğunda asgari ücret Türkiye’yi geçmiştir. Öte yandan Çin’deki asgari ücret de son yıllarda hızlı bir artış göstererek Türkiye ile makası önemli ölçüde kapatmıştır. Dolayısıyla Türkiye’de eskiden yapılan Doğu Avrupa ve Çin’e taşınma tehdidi bu kez yerini “Mısır’a taşınma” tehdidine bırakmıştır. Yeni asgari ücret sopası Mısır olarak öne çıkmaktadır. Mısır’da asgari ücretin cari fiyatlarla Türkiye’den çok düşük olduğu doğrudur. Ancak Kişi Başına GSYH’si Türkiye’den çok düşük bir ülke olan Mısır’da asgari ücretin kişi başına milli gelire oranı Türkiye’den yüksektir. Mısır’da asgari ücret halen 138 dolar civarındadır. Mısır’da KB GSYH 2025 yılı için (IMF tahmini) 3190 ABD doları civarındadır. Bu ise aylık 266 dolar civarında aylık Kişi Başına GSYH demektir. Bunun anlamı Kişi Başına GSYH’nin yüzde 52’si oranında bir asgari ücret olduğudur. Sonuç olarak Türkiye ekonomisi Mısır'dan katbekat büyük olsa da Mısır'da asgari ücretli bir işçinin milli gelirden aldığı pay Türkiye'dekinden çok daha yüksektir. Türkiye için 2025 Kişi Başına GSYH (IMF tahmini) 18 bin dolar civarındadır. Aylık yaklaşık 1500 ABD doları demek bu. Türkiye’de asgari ücret Aralık 2025 itibariyle 610 dolar civarındadır. Bu ise dolar cinsinden asgari ücretin KB GSYH’nin yaklaşık yüzde 41’i olduğunu gösteriyor. “Mısır ucuz” demek kolay! Bunun sonu yok. Yarın başka ülkeler “daha ucuz” olabilir Ama Mısır Türkiye’den 5-6 kat küçük bir Kişi Başına GSYH’ye sahip olmasına rağmen asgari ücretin kişi başına gelire oranı Türkiye’den yüksek. Mısır meselesine buradan da bakmak lazım. SERMAYENİN RÜYASI! Sermaye asgari ücretin düzeyi kadar asgari ücretin kendisinden de rahatsızdır. O yüzden işverenler için ideal olan devletin ücretlere müdahale etmemesi ve ücretlerin tıpkı domates veya peynir fiyatları gibi piyasada arz ve talebe göre belirlenmesidir. Sermaye ve sermaye yanlısı ana akım liberal iktisadın temel varsayımı budur. Bunu zaman zaman fütursuzca söylüyorlar zaman zaman ise daha sofistike kılıflar buluyorlar. Arşiv unutmaz! Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) eski başkanı Tuğrul Kutadgobilik, Türkiye’de işsizliğin ortadan kaldırılması ve insanların daha mutlu olabilmeleri için "asgari ücretin kaldırılmasını" önerebilmişti (11 Mayıs 2005, Hürriyet). Sermayenin doğası (kâr maksimizasyonu) gereği bu fikre bugün de sahip olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla işverenler için “kefenin cebi” bu anlama geliyor. Sermaye için asgari ücretin piyasada arz ve talebe göre ve domates veya peynir fiyatı gibi belirlenmesi gerekir. Dolaysıyla işgücü bolsa ücret düşer. Buna “ücretlerin tunç yasası” deniyor. O nedenle asgari ücret işverenlerin insafına ve hayırseverliğine bırakılacak bir konu değildir. Asgari ücret “kefenin cebi” metaforuyla çözülecek bir konu hiç değildir. Asgari ücret Anayasal bir yükümlülüktür, devletin asgari ücret konusunda olumlu edimde bulunma yükümlülüğü vardır. Asgari ücret bir kamu düzeni meselesidir, bir kamusal sosyal politika konusudur. Bu nedenle asgari ücret piyasanın dışında belirlenmesi şarttır. Anayasa asgari ücret için geçinme şartları ve ülke ekonomisin durumu gibi kriterler koyuyor. Hükümet bu iki kriteri esas alarak işverenlere emredici bir asgari ücret empoze etmesi gerekir. Asgari ücret işverenler ve işletmeleri korumak için belirlenmiyor. Asgari ücretin amacı işçiyi korumaktır. O nedenle asgari ücrette “işletmeleri de koruyacak dengeli bir artış” lafları safsatadır. Sosyal devlette yeri yoktur. Türkiye’de asgari ücretin ortalama ücret haline gelmesinin sorumluluğu AKP hükümetlerine aittir. Küçük işletmeler de büyük işletmeler de asgari ücret ödemektedir. Hükümet bu konuyu asgari ücret tartışması dışında küçük işletmeleri destekleyen bir vergi ve teşvik politikasıyla çözmelidir. Bu mesele asgari ücretlinin sorunu değildir. Sonuç olarak asgari ücret, safsatalardan uzak biçimde işçilerin geçim şartları ve ülke ekonomisinin durumu (ekonomik büyüme) esas alınarak saptanmalıdır.