Solcular tartışır, sağcılar hapse atar

Enver Aysever’in tutuklanmasına gerekçe yapılan sözleri biliyoruz: Sağcılığın vicdanla kurduğu ilişkiye dair sert, bilinçli ve kışkırtıcı bir ideolojik eleştiri. Ne bir çağrı var ne örgütlenme ne de fiile dönüşmüş bir tehdit. Buna rağmen devreye sokulan yasa maddesi Türk Ceza Kanunu’nun 216. maddesi oldu. O maddeyi olduğu gibi alıntılayalım; çünkü bu ülkede tartışma ancak metinle yüzleşildiğinde mümkün. TCK 216/1: “Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” Şimdi bu maddeye soğukkanlı, hukuki ve akli biçimde bakalım. Yani bu ülkede yargı mekanizmasının çok uzun zamandır yapmadığı gibi. Bir: Maddede sayılan “korunan kategoriler” sınırlı. Sosyal sınıf, ırk, din, mezhep ve bölge. “Sağcılar” bu listede yok. Sağcılık bir etnik köken değil. Bir inanç değil. Bir mezhep değil. Bir coğrafi aidiyet değil. Bir ideolojik tercih. İdeolojiler hukuken eleştirilebilir, aşağılanabilir, sert biçimde hedef alınabilir. Ceza hukuku ideolojileri korumaz; insanları korur. Daha ilk cümlede suçun maddi unsuru çökmüş durumda. İki: Madde yalnızca bir söz söylenmesini yeterli görmüyor. Açıkça bir şart daha koyuyor: “kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması.” Bu, ceza hukukunun en yüksek eşiklerinden biri. Somut, ölçülebilir, yakın bir risk aranıyor. Enver Aysever’in sözleri sonrasında nerede bir saldırı yaşanmış? Nerede bir linç olmuş? Hangi kamu düzeni bozulmuş? Bunların cevabı yok. Ortada bir tehlike yok. Yalnızca rahatsız olanlar var. Rahatsızlık ise ceza hukukunun konusu değil. Hukuk, insanların incinme eşiğini değil, toplumsal barışı korur. Üç: Madde “halkın bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine” tahrikten söz ediyor. Aysever’in sözlerinde böyle bir yönlendirme var mı? Kime deniyor “şuna karşı harekete geçin” diye? Kim hedef gösterilmiş? Yapılan şey, bir ideolojiye yönelik ahlaki ve politik bir yargının açıkça dile getirilmesi. Bu, düşünce özgürlüğünün çekirdeği. Aksi kabul edilirse, ideoloji eleştirisinin tamamı suç kapsamına girer. O noktada artık hukuktan değil, kutsal ideolojiler rejiminden söz ederiz. ZAYIF NOKTASI Düşünce iktidarları rahatsız eder çünkü kontrol edilemez. Bedeni hapsedebilirsiniz, sesi kısabilirsiniz, kürsüyü susturabilirsiniz; ama düşüncenin kendisi elinizden kaçar. Bu yüzden otoriter refleksler her zaman düşünceyi eylem gibi göstermeye çalışır. Sözü fiil, eleştiriyi tehdit, fikri suç olarak kodlar. Çünkü düşünce itaat üretmez; sorgulama üretir. Sorgulama ise her hiyerarşinin en zayıf olduğu yer. Dünya tarihi bu refleksin örnekleriyle dolu. Kilisenin otoritesini sorgulayan Galileo, evrenle ilgili söyledikleri yüzünden yargılandı. Giordano Bruno, Tanrı ve insan aklı üzerine düşündükleri için yakıldı. Aydınlanma düşünürleri “ahlakı bozmak” ve “toplumsal düzeni tehdit etmek” suçlamalarıyla kovuşturuldu. 20. yüzyılda faşizmi eleştirenler susturuldu, kapitalizmi eleştirenler devlet düşmanı ilan edildi. McCarthy döneminde Amerika’da sol düşünceye sahip olmak fiili bir suçmuş gibi soruşturuldu; insanlar yalnızca fikirleri nedeniyle mesleklerinden edildi, hapsedildi, sürgüne zorlandı. Avrupa’da Nazizm, ideoloji eleştirisini “halkı kışkırtma” olarak tanımlayıp milyonları susturdu. Her örnekte ortak nokta aynı: Düşünce eylem yerine kondu ve cezalandırıldı. Bugün bu tabloyu yalnızca dünya tarihine bakarak okumak da yetmiyor. Şu anda bu ülkede çok sayıda insan, herhangi bir fiil işlemediği hâlde, yalnızca düşündüğü, yazdığı, konuştuğu için cezaevinde. Cezaevleri dolu. Suçsuz mahkumlar ülkesiyiz. Öyle bir noktaya gelindi ki şimdi af konuşuluyor. Katili, hırsızı, gaspçıyı dışarı çıkarma hazırlığı yapılıyor. Gerekçe basit: Cezaevlerinde yer kalmadı. Yer açmak gerekiyor. Ve bu yerin, düşünenlere ayrılması isteniyor. Hukuk, fiil işleyeni salıp düşünce üreteni içeride tutan tuhaf bir düzene evrilmiş durumda. Bu, çok uzun zamandır böyle! Af burada bir merhamet meselesi değil; bir yer açma operasyonu. Şiddete, suça, fiile pek güzel bir hoşgörü tasarlanıyor. Söze, fikre, eleştiriye ise düşmanlık ve düşmanlaştırma var. Cezaevleri katillerden boşaltılıp düşünenlerle doldurulmak isteniyorsa, ortada artık adalet değil, açık bir tercih var. Ve bu tercih, düzenin en çok neden korktuğunun tekrar altını çiziyor: Suçtan değil, düşünceden. İLK REFLEKS Çünkü sağ ideolojiler tartışmayı sevmez. Tartışma eşitlik varsayar. Oysa sağ, hiyerarşiyle ayakta durur. Biri konuşur, diğeri dinler; biri buyurur, diğeri uyar. Bu yüzden sağ için tartışma bir risk, itaat ise güvenli alan. İkna edemediği yerde yasayı, yasayla susturamadığı yerde cezayı devreye sokar. Hapis, bu nedenle son çare değil; ilk refleks. Aysever’in sözlerine TCK 216’ya göre bakıldığında tablo net: Korunan bir grup yok. Açık ve yakın bir tehlike yok. Tahrik yok. Yani; suç yok! Buna rağmen tutuklama var. İşte “komedi karar” dediğimiz yer tam burası. Ceza hukuku, düşünceleri tartışmayı beceremeyenlerin elinde oyuncak hâline getirilmiş durumda. Oysa hukuk, düşüncenin değil; şiddetin, zorun ve fiilin karşısında durmak için var. Düşünceyi cezalandırmaya başladığınız anda, hukuku korumazsınız; onu inkâr edersiniz. Ben, kimse kusura bakmasın, Enver’in söylediklerinin tümünü sevdim. Sevmemiş olsaydım da bu hukuksuzluğun karşısında dururdum, yine bu yazıyı yazardım. Çünkü mesele beğeni değil, ilke meselesi. Bu sözlerin ceza hukukuyla bastırılmasına itiraz etmek, akla ve özgürlüğe sahip çıkmak demek. Solcular bu yüzden tartışır. Çünkü tartışma eşitlik ister. Sağcılar ise hapse atar. Çünkü hapis, ikna edemeyenin son argümanı. Tarih hep aynı şeyi yazdı: Düşünceyi suç sayanlar kendilerini kurtardıklarını sandılar; oysa yalnızca kendi sonlarını hızlandırdılar.