Batı ve Çin’in yeşil rüyası Afrika’nın kâbusu

Amerika’nın en prestijli bilim platformlarından Science dergisinde yayımlanan bir analiz, kritik madenler meselesine dair çarpıcı bir gerçeği gözler önüne serdi. Analize göre, ABD’nin enerji, savunma ve teknoloji uygulamaları için her yıl ihtiyaç duyduğu kritik minerallerin tamamı, aslında hâlihazırda kendi topraklarındaki madenlerden elde edilebiliyor. Bu mineraller, özellikle elektrikli araç bataryaları, rüzgâr türbinleri, güneş panelleri ve dijital cihazların üretiminde kritik rol oynuyor. Üstelik ABD İçişleri Bakanlığı (USGS) ve Enerji Bakanlığı uzun süredir, söz konusu minerallerin yalnızca yeni madenlerden değil, kömür küllerinden, eski maden atıklarından ve endüstriyel yan ürünlerden de geri kazanılabileceğine dair projeler yürütüyor. Ancak Vashington yönetimi için asıl mesele sadece ihtiyacı karşılamak değil; aynı zamanda Çin'in küresel tekelini kırarak tedarik zincirinde söz sahibi olmak. Bu jeopolitik ve ekonomik rekabet uğruna, Afrika'daki ucuz iş gücüne, gevşek çevre standartlarına ve zengin rezervlere yöneliniyor. Batı Neden Kendi Madenlerini Çıkarmıyor? Avrupa’da önemli ölçekte lityum, kömür, bakır ve diğer nadir maden yatakları bulunmasına rağmen bu madenlerin çoğu hâlâ yerin altında duruyor. Örneğin Portekiz, Avrupa’nın en büyük lityum rezervlerinden birine sahip; ancak yerel halkın çevre protestoları nedeniyle lityum çıkarım çalışmaları sürekli erteleniyor. Sırbistan’daki devasa lityum madeni projesi de benzer tepkiler sonucu iptal edildi. Almanya ve Fransa’daki nadir toprak elementleri, sıkı çevre yasaları ve kamuoyu direnci nedeniyle neredeyse işletilemez durumda. Üstelik Batı’da iş güvenliği, sendikal haklar ve çevresel rehabilitasyon zorunlulukları, bu sektörün maliyetini katlıyor. Dolayısıyla Avrupa, kendi çevresini ve rezervlerini korurken maden çıkarımını daha “esnek” ülkelerin üstlenmesini tercih ediyor. Sömürülen Coğrafya Madencilik faaliyetlerinin doğaya verdiği zarar kaçınılmaz. Sadece birkaç gram değerli mineral için tonlarca kayanın hareket ettirilmesi; orman kaybı, toprak erozyonu ve biyolojik çeşitliliğin yok olmasına yol açıyor. Yüzey madenciliği, geri dönülmez devasa çukurlar açarken açığa çıkan toksik atıklar su kaynaklarına ve havaya karışıyor. Sadece bir karat elmas çıkarmak için işçilerin yaklaşık 100 metrekarelik bir toprağı işlemesi gerekiyor ve bu da yaklaşık 3 ton atık malzeme ve bir ton kadar karbondioksit salınımını demek. Madencilerin ve yakın bölgelerde yaşayan toplulukların soluduğu havaya karışan ince partiküller ve ağır metaller, solunum yolu hastalıklarından kansere kadar bir dizi ciddi sağlık sorununa davetiye çıkarıyor. Ağır metallerle kirlenen su kaynakları, içme suyu güvenliğini ortadan kaldırırken aynı zamanda tarım arazilerinin tahribine ve balıkçılığın çökmesine, dolayısıyla gıda ve geçim kaynaklarının yok olmasına neden oluyor. İnsanlar, sadece çevrelerinin değil, bedenlerinin de madenler tarafından işgal edildiği bir gerçeklikle yaşamak zorunda bırakılıyor. Ekolojik ve sosyal yıkım, maden sömürüsünün tek bedeli değil. Kaynaklar üzerindeki küresel rekabet, Afrika'daki istikrarsızlık, silahlı çatışmalar ve siyasi krizleri de besliyor. Kongo Demokratik Cumhuriyeti'ndeki kanlı iç savaşların merkezinde nadir madenler yer alırken Sudan’daki savaşın ve Sahel bölgesindeki gerilimlerin arka planında da kaynakların kontrolü yatıyor. Batılı güçler ve şirketler, bu kaos ortamını, zayıf merkezî yönetimler üzerinde baskı kurmak ve madenlere daha ucuza erişmek için bir fırsat olarak kullanabiliyor. Amerika ve Avrupa ülkeleri hem doğayı hem de insanı koruma refleksiyle kendi rezervlerini işletmekten büyük ölçüde kaçınıyor. Yeşil dönüşümün ve teknolojik ilerlemenin ağır bedeli, Afrika, Güney Amerika ve Asya’daki toplumlara ödetiliyor. Batı'nın bahçesini temiz tutma stratejisi, başka bahçelerin kirlenmesi pahasına işliyor. Çin: Fedakârlıktan Tekele Çin ise madencilik hususunda Batı’nın çekindiği bedeli ödemekten kaçınmadı. 1980’lerden itibaren kritik madenlerde küresel bir aktör olmak isteyen Pekin yönetimi, bu hedefe ulaşmak için kendi halkının emeğini ve doğasını adeta "feda" etti. Üretimi artırmak üzere ucuz iş gücünü sonuna kadar kullandı; binlerce işçi ağır şartlar altında, asgari güvenlik önlemleri bile sağlanmadan çalıştırıldı. Bu süreç ağır toplumsal maliyetler getirdi: Köyler boşaldı; iş kazaları ve meslek hastalıkları arttı; çevre felaketleri sıradan hâle geldi. Jiangxi eyaletindeki nadir toprak elementleri çıkarımı, toprağı ve su kaynaklarını yıllarca zehirledi; bölgedeki tarım neredeyse tamamen çöktü. Ancak Çin, bu sancılı süreci stratejik bir yatırım olarak gördü. Kendi topraklarında ve toplumunda yarattığı tahribat pahasına kazandığı uzmanlık ve endüstriyel kapasiteyle, son otuz yılda Afrika'daki madencilik sektörüne sessizce nüfuz etti. Bu hamle, onu bugün kritik madenlerde dünya pazarının tartışmasız hâkimi konumuna getirdi. Nadir toprak elementlerinin küresel üretiminin %60'tan fazlası hâlen Çin'in kontrolünde. Diğer yandan Çin son yıllarda kendi topraklarında daha sıkı çevre yasaları, ağaçlandırma seferberlikleri ve kirlenmiş su kaynaklarının rehabilitasyonu gibi adımlar atıyor. Kendi bahçesini temizlemeye başlarken, yıkıcı metotları özellikle Afrika’da yoğun bir şekilde sürdürüyor. Yeşil geleceğin faturası Afrika’ya kesiliyor Afrika, küresel güçlerin "yeşil gelecek" hayalinin görünmeyen maliyetini en çok üstlenen kıta. Kritik madenler uğruna, kıtadaki milyonlarca insanın sağlığı, yaşamı ve geleceği ikinci plana atılıyor. Hem Batı hem de Çin, kendi vatandaşlarını ve topraklarını korurken Afrika halkları bu sistemin kurbanı haline geliyor. Sahadaki ayrımlar, sömürge dönemini anımsatıyor. Afrika topraklarında madencilikle uğraşan Batılı ve Çinli personel, şehir merkezlerinde güvenli koşullarda yaşarken Afrikalı yerel halk doğrudan madenin etkisi altında hayatta kalma mücadelesi veriyor. Güney Afrika’daki araştırmalar, arsenik, kurşun ve uranyum gibi ölümcül ağır metaller içeren zehirli atıkların en çok düşük gelirli siyahi toplulukları etkilediğini ortaya koyuyor. Madenlerin en riskli noktalarında düşük ücretlerle siyahi işçiler çalıştırılırken yönetici konumundaki beyaz kadroların güvenliği sağlanıyor. Bu adaletsizliğin mantığını Tunuslu düşünür Albert Memmi şu sözlerle açıklar: “Bir Avrupalı yerine üç sömürge insanı kullanmak daha avantajlıdır... Bir Avrupalı işçinin gerektirdiği özel dikkat ve hukuksal korunma sorunu da vardır. Oysa sömürge insanından yalnızca kasları istenir; değeri o kadar düşüktür ki, bir Avrupalı fiyatına üç dört tanesi işe alınabilir.” Batılı ülkeler, madenciliğin yarattığı tehdidin farkında olarak kendi topraklarında projelere karşı çıkıp protesto düzenleyerek yasal yollara başvurabiliyor. Ancak aynı faaliyetler Afrika'ya kaydırıldığında, resmî kurumlar ve büyük şirketler çoğunlukla seyirci kalıyor; sivil toplumun uyarıları ise yeterli siyasi iradeyi oluşturamıyor. Afrikalı aktivistler seslerini duyurmaya çalışsa da Batı dünyası bu çağrılara karşı sağır. Adil Bir Sistem Mümkün Mü? Kıtanın içindeki yolsuzluk, şeffaf olmayan anlaşmalar ve bazı liderlerin ulusal kaynakları yabancı şirketlere düşük bedellerle devretmesi de bu sömürü düzeninin kalıcılaşmasında kritik bir rol oynuyor. Peki, bu karanlık tablo karşısında çözüm ne? Temel mesele, madenciliğin tümden durdurulması talebi değil. Zira yeşil enerji ve ileri teknoloji için bu madenlere olan küresel ihtiyaç ve bu dönüşümün bir bedeli olacağı inkâr edilemez bir gerçek. Asıl kritik soru, bu bedelin nasıl adilane paylaştırılacağı. Afrika ülkeleri, halklarının sağlığı ve çevre pahasına bu sektörden neden hak ettikleri kazancı sağlayamıyor? Kıta insanının refahını ve doğal varlıklarını gözeten, çevreye en az zararla çalışan ve faaliyet sonrası rehabilitasyonu zorunlu kılan bir model neden hayata geçirilemiyor? Böyle bir sistemin inşasının sorumluluğu, Batı ve Çin’in yanı sıra, büyük ölçüde kendi halkının çıkarlarını korumakla yükümlü olan Afrika hükümetlerine düşüyor. Afrikalı liderler ve hükümetler, yabancı şirketlere verilen izinleri sıkı bir şekilde düzenlemeli, çevresel ve sosyal standartları ısrarla talep etmeli, şeffaf sözleşmelerle gelirin adil paylaşımını garanti altına almalı ve tüm süreci etkin bir şekilde denetleyerek sorumluluk üstlenmeli. Küresel yeşil dönüşüm için gerekli madenler çıkarılırken, insanı ve doğayı koruyacak adil ve sürdürülebilir bir yol bulunamadığı sürece, bu sömürü düzeni tüm insanlığın ortak geleceğini tehlikeye atmaya devam edecek. Kaynaklar: https://www.oxfam.org.au/what-we-do/economic-inequality/mining/#:~:text=Surface%20mines%20create%20a%20huge,Social%20impacts%20of%20mining https://www.reuters.com/world/europe/portuguese-anti-mining-groups-urge-suspension-lithium-projects-after-pms-2023-11-08/?utm_source=chatgpt.com https://www.theguardian.com/world/article/2024/aug/10/thousands-of-serbians-protest-in-belgrade-against-lithium-mine?utm_source=chatgpt.com https://www.engadget.com/aether-carbon-negative-diamonds-180038697.html https://earth.org/environmental-problems-caused-by-mining/ https://www.youtube.com/watch?v=cGkVgObzsE4 https://www.wri.org/insights/how-mining-impacts-forests Pesa, I. (2024). Toxic coloniality and the legacies of resource extraction in Africa. International review of environmental history, 9(2), 33-50. https://doi.org/10.22459/IREH.09.02.2023.03 *Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. batı ÇİN AFRİKA Sare Şanlı, Independent Türkçe için yazdı Sare Şanlı Salı, Aralık 16, 2025 - 12:15 Main image:

Fotoğraf: AFP

TÜRKİYE'DEN SESLER jw id: SpJstayM Type: news SEO Title: Batı ve Çin’in yeşil rüyası Afrika’nın kâbusu copyright Independentturkish: