Doç. Dr. Tamer YAZAR* Üniversiteler, bir ülkenin vicdanıdır. Vicdanı susturulan toplumlar, bilim üretmez, sadece bilgi tüketir. Bir zamanlar eleştirinin ve özgür düşüncenin sığınağı olan üniversiteler giderek daha çok yönetilen kurumlar haline geldiler. Türkiye’de bu dönüşümün en görünür örneği, 2015’te kurulan Sağlık Bilimleri Üniversitesi’dir (SBÜ). Kağıt üzerinde “kamu üniversitesi” olarak anılsa da, bu kurumun yapısı klasik anlamdaki kamusallıktan oldukça uzak. SBÜ, fiiliyatta Sağlık Bakanlığı’nın eğitim-araştırma hastanelerini bünyesine aldığı Bakanlığın akademik uzantısı gibi çalışan bir modeldir; özerk değil, idari olarak Bakanlıkla bütünleşmiş bir yapıdır. Dolasıyla ‘Sağlık Bilimleri Üniversitesi’nden ziyade Sağlık Bakanlığı Üniversitesi’ olarak anılmaktadır. ‘İktidar, yaşamı düzenlemek için bilimi kullanır; böylece bilgi, özgürleşme değil yönetim aracına dönüşür.’ Michel Foucault Jürgen Habermas’ın Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü eserinde söylediği gibi, kamusal alan devletle iç içe geçtikçe işlevsizleşir. SBÜ, bu yapısal dönüşümün akademideki karşılığıdır: Halkın yararına üretilmesi gereken bilgi, bürokratik kontrolün gölgesinde kalır. “Sağlık Bilimleri Üniversitesi, yükseköğretim sisteminin içinde yeni bir model değil, anayasal ilkeler açısından bir aykırılıktır. Mütevelli heyeti modeliyle, üniversite tüzel kişiliğinin bilimsel özerkliğe dayalı kamu yapısı ortadan kaldırılmıştır.” Onur Karahanoğulları, Toplum ve Hekim, 2015 Rektörlük atamaları, fakültelerin özerkliğini sınırlayan hiyerarşik yapılar ve performans temelli akademik ölçütler, bilimin sınırlarını yönetmeliklerle çizer hâle getirdi. Kısacası: Bilim özgürleşmek yerine yönetilmeye başladı. 2000’li yıllarda başlatılan Sağlıkta Dönüşüm Programı, kamu sağlık hizmetini performans merkezli bir işletme modeline dönüştürdü. SBÜ, bu dönüşümün akademik aynası oldu: Bilimsel değer yerine “hizmet verimliliği”, düşünsel üretim yerine “idari uyum” öne çıktı. “Üniversite kavramının içinin boşaltıldığı bu yeni yapılanma, üniversitelerin özerk olması gerekliliğine aykırı ve kabul edilemez bir durumdur.” Raşit Tükel, Toplum ve Hekim, 2023 Öğretim üyeleri artık araştırmalarıyla değil, klinik üretkenlikleriyle ölçülüyor. Bilimsel üretim, idari raporların bir alt başlığına dönüşmüş durumda. Üniversite konseylerinde kadro alımlarında akademik liyakat yerine adayın sosyal medya paylaşımları, özel hayatı, yaşam tarzı veya politik görünümü üzerinden karar verilmesi olağanlaştı. Bilimsel üretim değil, uyum ve sadakat ödüllendirildiğinde üniversite bilgi değil biat üretir. Nitekim SBÜ’ye kadro vaadiyle geçen pek çok öğretim üyesinin uzun süre kadro alamadığı; kadro sürecinde idari yapıya uyum, sessizlik içinde beklemenin bir norm haline geldiği görülmekte. Kadro belirsizliği ve “önce itaat sonra terfi” algısı, genç akademisyenlerde çekingenlik yaratmakta; eleştirel düşünce yerini güvenli suskunluğa bırakmaktadır. Böylece görünmez bir otosansür mekanizması, bilimsel üretimin doğrudan önüne yerleşmektedir. SBÜ modeli, “idari bütünlük” gerekçesiyle fakültelerin özgünlüğünü daraltıyor. Akademik kararlar merkezî otorite tarafından belirleniyor; fakülteler ortak protokollerle tek tipleştiriliyor. Gerçek bir kamusal üniversite, yalnızca devletin finanse ettiği değil; toplumun ortak aklına hizmet eden, özerk ve hesap verebilir bir kurumdur. SBÜ örneğinde ise “kamu”, halkın değil, idarenin adı haline gelmiştir. “Bilim, iktidarın hizmetinde değil, toplumun eleştirisinde anlam kazanır.” Noam Chomsky Sağlık Bilimleri Üniversitesi, görünürde kamusal; özünde merkezi bir idari yapının temsilcisidir. Bilimsel üretim, özgür tartışmadan değil, yönetmelik uyumundan besleniyor. Bu, bilimin etiğini değil verimliliğini öne çıkaran bir paradigmadır. Bu nedenle SBÜ, bir üniversite olmasından çok Sağlık Bakanlığı’nın sağlık yönetimi aygıtı niteliğinde faaliyet göstermektedir. Akademik unvanlar ve yayınlar ise çoğu zaman bu idari yapıya meşruiyet sağlayan vitrin görevi üstlenmektedir. Belki de asıl soru şudur: “Sağlık Bilimleri Üniversitesi gerçekten bir üniversite midir, yoksa bir sağlık yönetimi enstitüsü müdür?” BAŞKA BİR ÜNİVERSİTE MÜMKÜNDÜR Eğer üniversite gerçekten kamusal olacaksa, bu yalnızca isimde değil, yapıda, işleyişte ve zihniyette olmak zorundadır. Başka bir üniversite mümkündür ve gereklidir. Yönetsel özerklik ve seçimle gelen akademik temsil ; Gerçek bir üniversite, idari atamalarla değil akademik topluluğun kendi iradesiyle seçtiği yöneticilerle yönetilir. Rektörlük ve dekanlık makamları akademisyenlerin oyuyla belirlenmeli, mütevelli benzeri yapılar kaldırılmalıdır. Performans değil bilimsel üretim odaklı değerlendirme; Akademik başarı nicel üretkenlik değil, özgün araştırma, eleştirel düşünce ve toplumsal katkı üzerinden ölçülmelidir. Fakülte özgünlüğünün ve çoğulculuğun korunması; Bilimsel çoğulculuk, tek tiplik değil farklı seslerin birlikte varlığı ile mümkündür. Otosansürün kaldırılması ve akademik cesaretin korunması; Akademisyenlerin, düşüncelerini dile getirirken doğrudan ya da dolaylı bir yaptırım korkusu yaşamaması gerekir. Açık, eleştirel ve özgür düşünce üniversitenin varlık nedenidir. Üniversite, yalnızca dışarıyı değil; kendi yapısını, kendi iktidar ilişkilerini ve kendi sınırlarını da sorgulayabilmelidir. Otosansürün normalleştiği bir yapı, bilim üretmez; yalnızca onay üretir. Toplumla gerçek temas, halk için bilgi üretimi; Bilgi, akademik duvarların içinde değil, kamusal alanda dolaşmalıdır. Üniversitelerin rolü bilgiyi halk yararına dolaşıma sokmak, toplumsal sorunlara müdahil olmak ve kamusal aklı güçlendirmektir. Bilimin değeri ancak kamuya temas ettiğinde somutlaşır. Öğrencinin özne olduğu bir eğitim modeli; Üniversite, itaat eden değil düşünen yurttaş, sorumluluk taşıyan bilim insanı yetiştirmeyi hedeflemelidir. Özgür üniversite, yalnızca bilim değil; eleştirel bilinç üretir. Özgürlük yoksa üniversite yoktur. *Nöroloji Uzmanı