Hakan Gürses’in Şişedeki Mesaj ’ı, yalnızca bir köşe yazıları derlemesi değil; Türkiye’nin ruh halinin, göçmenliğin, politik kırılmanın ve toplumsal eleştirinin felsefi bir haritası. Hakan Gürses, 2016, Kulisse Wien ’de konserde 1981 yılının mart ayında, İstanbul’dan Viyana’ya zorunlulukların dayattığı bir öz-sürgünle göç eden Hakan Gürses , 2004 ile 2021 yılları arasında üç ayrı dergiye yazdığı köşe yazılarından oluşan bir seçkiyi, Şişedeki Mesaj başlığı altında, geçtiğimiz günlerde e-kitap olarak kendi web sitesinde yayınladı. Yakın tarihimizin tanığı olan bu seçki, geçmiş gündemlere yönelik yazılmış olsa da hala geçerliliğini koruyan bazı temel siyasal ve kültürel sorunları irdelediği için önemli. Bu nedenle seçki, yalnızca güncel politik gelişmeler hakkında bir görüş derlemesi değil; Türkiye’nin milliyetçilik, entellektüel sorumluluk, popülizm, azınlık hakları, sürgünlük, toplumsal eleştiri ve siyasal kültürle olan zorlu ilişkisinin uzun soluklu bir okuması niteliğinde. Hakan ’ın metinleri, bir gazetecinin gündelik tespitlerinden çok, bir filozof-muhalifin, bir göçmenin ve bir tanığın yazıları olarak okunmalı. Hakan , Avusturya Siyasi Eğitim Derneği Bilimsel Direktörü olarak yetişkin eğitimi, siyasal eğitim programları ve araştırma alanlarında görev yapıyor. Aynı zamanda müzisyen. Gitar, buzuki, ud, flüt çalıyor. Yunan müziğine dayalı, görünüşte zıt unsurlar kullanılarak yeni ve homojen bir sound yarattıkları Lakis & Achwach ; Sefarad Yahudi müziğine odaklanan Lena Rothstein & Ensemble Spharadim ; göç, rastlantısal karşılaşmalar, meyhaneler, küçük sahneler, dilden dile geçen melodilerin, tam da bu karşılaşma müziği dediğimiz geleneğinin güncel bir versiyonu olan Tsatsiki Connection gruplarında yer aldı. Söz ve müziği Hakan ’a ait olan, en güzel İstanbul şarkılarından olan “İstanbul’da ölüm” ü bir dinleyin derim. MİLLİYETÇİLİK, IRKÇILIK VE “BİZ BİZE BENZERİZ” SAPLANTISI Kitabın en güçlü damarlarından biri, Türkiye’deki milliyetçilik refleksinin eleştirisi. Hakan , milliyetçiliğin kendini en doğal duygu gibi sunma becerisine özellikle dikkat çekiyor, “Milliyetçiliğin en güçlü silahı, kendini dünyanın en doğal duygu ve düşünce biçimi olarak lanse edebilmesinde gizli.” diyor. Bu eleştiri yalnızca Türkiye’ye değil; Almanya ve Avusturya’daki ırkçılık deneyimiyle de çapraz bir okuma sunuyor. “Duymasak da tınmasak da” başlıklı yazısında, Türkiye’nin gündemini son kırk küsur yıldır temelden belirleyen Doğu meselesi üzerine, hepimizin ilkokul çağlarından hatırlayacağı, Münir Ceyhan Çocuk Korosu’nun seslendirdiği Ahmet Kutsi Tecer’in “orada bir k ö y var uzakta” şiirini yorumluyor ve “Doğu” hep “oradaki köy” olmadı mı Türkiye’de, diye soruyor. Hakan , milliyetçiliğin ve bu ideolojinin humusunda yeşermiş̧ millet adlı ağacın dallarının, yalnızca Türkiye’de değil, tüm dünyada bireyleri giderek görünmez ağlarla birbirine kenetleyerek gruplandırmakta olduğunu söylüyor. “Ağacın budak salmış̧ dalları, çıplak gözle görülemeyecek kadar ötelere de varsa, ‘kökü vatandır’ hurafesiyle ‘orasını’ da kendimizden, kendimizin saymak, yine milliyetçiliğin ana özelliklerinden. Hatta, milliyetçiliğin temeli.” FELSEFİK YANSIMALAR VE MEDENİ CESARET Hakan’ın, Walzer’in “merhamet, iyi göz ölçüsü ve cesaret” üçlüğünü tartıştığı bölümler, kitabın felsefe ağırlıklı kısmını oluşturuyor. Entellektüelin toplumla kurduğu ilişkiyi hem teorik hem pratik düzeyde sorguluyor: “ Walzer’in sözünü ettiği, mertlik ve yiğitlik anlamında bir cesaret değil; eşkıya gözü karalığı, kahraman korkusuzluğu değil. ‘Cüret’ diye adlandırabiliriz belki, ama en iyi çevirisi ‘medeni cesaret’ bence. Bu; ölümden de acıdan da elindekileri kaybetmekten de korkan insanların cesareti. Gözünü karartmayan, bir teoriye ya da örgütlenmeye olan bağından dolayı değil de vicdanının sesine kulak verip hareket eden, tüm riski kendi üstüne alan kişilerin cesareti.” “Medeni cesaretle bağlantılı başka bir soru ise, birey/toplum ikileminde ortaya çıkıyor. Cesaret aslında bireysel bir erdem. Bu belki de en zayıf yanı. Sorumluluğu yalnızca bireye yüklediği için toplumsal koşulları, baskı ve iktidarın yapısal-sistematik boyutunu görünmez kılabiliyor. Kapitalizmin günümüzdeki neoliberal ideolojisiyle örtüşüyor bu özelliği. Ayrıca siyasalı da perdeleyerek, yerine salt ahlaki değerleri koyuyor.” TÜRKİYE'NİN SİYASAL HAPİSHANELERİ: DARBE, KOMPLO, POPÜLİZM Türkiye'nin darbe hafızası, FETÖ sonrası çalkantılar ve komplo teorilerinin psiko-sosyolojisi üzerine yazılar, ince mizah ögeleriyle birlikte kitabın güncel politik bölümünü oluşturuyor. Bu yazılar, özellikle 15 Temmuz sonrası Türkiye’yi anlamak isteyen okur için önem taşıyor: “Türkiye’nin çoğunluk kesimi, aşina olduğu darbenin kokusunu alamayınca garipsedi durumu. ‘Bu olsa olsa bir kalkışmadır, darbe olamaz,’ diye özet çıkardı kendince. Ama ne olup bittiğini pek de anlayamadı. Evet, arkasında FETÖ varmış̧; bu mesaj o derece bariz ve –kelimenin tam anlamıyla– ezici ‘kanıtlarla’ tepeden aşağıya yayıldı ki, ‘buna inanmayan kör olsun’ gibi bir kabul zarureti doğmuş̧ oldu. Durumu anlamaya yetmedi bu da nitekim.” “Şöyle oturaklı, kanıtlar filan göstererek üstüne beş̧ dakikadan fazla konuşulabilecek, az çok da mantık silsilesi arz eden, dört başı mamur bir komplo teorisi, Türkiye’de bir 35’lik rakı değerindedir. Yanına meze olarak da içinde makul miktarda antisemitizm ve azınlık düşmanlığı barındıran bir yan teori kondu mu; bundan güzel sohbet olmaz. “Bunları asıl yönlendiren kim, biliyorsun tabii. Bilmiyor musun? Bi düşün, düşün bi bakalım! K ile başlıyor, s ile bitiyor. Kü-re-sel fi-nans. Ne demek sence? Hah işte! Rothschild, Soros, Bilmemne... Anladın di mi? İşte Ermeniler, Kürtler, bunların hepsi nasıl ortaya çıktı sanıyorsun?”. Vesaire.” GÜNCEL KÜLTÜR ELEŞTİRİLERİ: DİZİLER VE TARİH Hakan ’ın popüler kültür okumaları (Türk dizilerindeki cliffhanger kültürü, halk plajı tartışmaları vb.) hem ironik hem de toplumsal kodları açığa çıkaran metinler. Hakan , dizilerden yola çıkarak, dizilerin mevzu öyle gerektirdiği, senaristler baştan öngördüğü için filan değil, dışarıdan bastıran koşullar gereği uzadığını ya da bitiverdiğini söylüyor. Sonra, yalnızca dizilerin değil, heyecan ve helecanla yaşayıp izlediğimiz hemen her toplumsal olay ve gelişmenin de benzer bir seyir gösterdiğinin altını çiziyor. 12 Mart’la ilgili Memduh Tağmaç, Faik Türün, Muhsin Batur ve Başbakan Nihat Erim’in bugün hala bilindiğini, Deniz Gezmiş’in akıllarda kaldığını söylüyor. Ama, yine o döneme ait sözgelimi Celal Eyiceoğlu, Sibel Erkan, Saffet Alp, Sabahattin Kurt, Nihat Yılmaz adlarının pek bilinmediğini hatırlatıyor. “Yaşananı anlamadan, analiz edemeden tarih haline getiren bir toplum, tabii bir sonuç̧ da çıkaramıyor o tarihten. Hatırladığı tek şey, bir-iki kahramanın ve onların kahramanlıklarının oluştuğu savaş̧ meydanlarının adları... Bu kahramanlara sahip çıkanlar da küçük bir grup esasında. Hafızası vicdana endeksli insanlar. “İsimsiz kahramanları” onlar da bilmiyorlar tabii, hatırlamıyorlar. Onlarla ilgilenen, adlarını kaydeden, kaderlerini sonuna kadar izleyen ve kısmen de belirleyen iki meslek grubu var yalnızca: tarihçiler ve ‘güvenlik güçleri’. Toplumsal hafızada ise yerleri yok.” TOPLUMUN VİCDAN DEFTERİ Hakan ’ın yazılarında belirgin bir ahlaki direnç sesi var. Medeni dünyanın “utangaç suskunluklarına” karşı sürekli bir itiraz. Kitap, 2000'lerden 2020’lere Türkiye’nin politik, sosyal ve kültürel kırılmalarının kroniği gibi okunabilir. Hakan ’ın hem Avrupa’daki ırkçılık hem Türkiye’deki milliyetçilik hakkındaki keskin gözlemleri, “azınlık perspektifi” nin ne demek olduğunu somutlaştırıyor. Toplumu, siyaseti ve otoriterleşen dünyayı anlamak isteyen okur için kitabın birçok denemesi hala güncel. Metinler, Türkiye'nin bugününde karşılaştığımız hallerin köklerine ışık tutuyor. Hakan ’ın Şişedeki Mesaj ’ı, yalnızca bir köşe yazıları derlemesi değil; Türkiye’nin ruh halinin, göçmenliğin, politik kırılmanın ve toplumsal eleştirinin felsefî bir haritası. Okur, kitabı kapattığında yalnızca olayları değil, zihniyeti görüyor: Toplumsal kör noktalarımızı, milliyetçi iç refleksleri, entellektüellerin sorumluluk sınırlarını, suskunlukları, korkuları, sahte cesaretleri… Ve en önemlisi, Hakan ’ın tüm metinlere sinen derin sorusunu: “Bu ülkenin, bu toplumun vicdan defterini kim tutacak?”