Umum Müfettiş’in raporu

‘Barış süreci’ne dair henüz umut verici somut bir adım atılmamış olsa da, TBMM Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu nun, ilgilileri dinleme faslından sonra, sıra barışı tesis edebilecek yasal düzenlemelere gelmiş görünüyor. Bu noktada herhalde zaruri ilk işlerden biri, Cumhuriyetin ilk yıllarında her biri türlü toplumsal etkiler yaratan yasal düzenlemelerin gözden geçirilmesi olsa gerek. Bu da zorunlu olarak bahse konu sürecin raporlarına bakmayı gerektiriyor. Bu bağlamda I. Umut Müfettiş Z. Abidin Özmen’in raporu oldukça dikkat çekicidir. 1919’da Malkara kaymakamlığı, sonrasında Bursa Polis Müdürlüğü ve Evkaf Müdürlüğü, Mülkiye Müfettişliği, Bitlis-Antalya-Afyon valilikleri, Aydın milletvekili, 1934-1935’de Milli Eğitim Bakanlığı, 1935-1943 arası I. Genel Müfettişlik, 1943’te Trakya Genel Müfettişliği yapmış olan Özmen’in 1936’da yazdığı rapor, sosyolojiyi adeta tersyüz etmişti. Raporun dikkat çeken kısımlarından biri şöyleydi: " 1927 nüfus sayımına göre 16 doğu ilinde bir milyona yakın Kürt vardır. Bunlar tamamen asimile edilerek, oturdukları cennet kadar güzel ülke, Türk vatanının ayrılmaz parçası haline mi getirilecek, yoksa herhangi bir tepki sonucu doğacak ufak tefek vakaya bile meydan vermemek üzere hükümet kuvvetlerinin kontrolü altında yıllardan beri sürüp giden halin devamını kabul etmek tarafına mı gidilecektir? Benim düşüncem, devletin iç ve dış siyaseti müsait olduğu anda birinci şekli ihtiyar etmek tarzındadır." ∗∗∗ Özmen, bu hedefe ulaşmanın araçlarından biri olarak iskân ı önermişti. Kürt nüfus yerinden çıkarılmalı ve yerlerine Türk nüfus iskan edilmeliydi. Rapordaki ifadeyle; “ Doğu vilayetlerinin Van Gölü havzası, Muş Ovası, Bulanık ve Malazgirt kazaları, trenleri ve şoselerin uğradığı sahanın iki tarafı Türk muhacirlerle iskân edilmelidir. (...) Bu iş için, senelere ayrılmış bir program, bu işlerle uğraşan idareci, hâkim, doktor, bir mühendis, bir mimar, bir fen memurlarından daimi köy kuran komisyonlar yapmak lazımdır. Senelerce devam etmek suretiyle, yüzer hanelik her sene üç beş Türk köyü kurmanın önemini büyük görüyorum .” Özmen’e göre “ her yıl yaklaşık 3000 kişi batı illerine alındığında 15-20 yıllık programla yerli halk ortadan kaldırılmış, kalanlar da Türk kültürüne yönelmiş olacaktı. ” Özmen ayrıca batıdan bölgeye gelip Kürt kızlarıyla evlenerek yerleşeceklere arazi verilmesini de teklif ediyordu. Abidin Özmen’in bir önerisi de merkezine ‘asimilasyon’u koyduğu eğitimle ilgiliydi ve şöyleydi: “ Türk camiası içinde kaynaştırmak istediğimiz kimseleri Kürtçe yerine Türkçe ile konuşur hale getirmek icap eder. Bunun için yemesi, köyünde köylüsünün, anasının, babasının yediğinden ayrılmak, yatağını basit tahta kerevetini kendilerine temin ettirmek suretiyle devşirme ile köy çocuklarını alıp yatılı mektepler kurmak icap eder. Bu mekteplerin binası geniş, hastanesi, eczanesi yerinde müstakil veya tez uğrayan bir doktorun kontrolünde, Türklük aşılamak kabiliyetiyle yetişmiş, azimli, çalışkan öğretmenlerin idaresinde olmalıdır. Bu okullarda Türkçe konuşmayı, Türklük propagandasını ve Türk büyüklerine sevgi uyandıracak bir program takip edilecek, öğrenim süresi üç yıl olup, çocuk senenin on on bir ayını da okulda kalacak. Bu misyoner tarzında bir temsil takibidir”. Özmen’e göre “bu, Kürtleri Türkleştirmek için etkili olacaktı. ” ∗∗∗ Özmen bu büyük proje için son olarak kamu çalışanlarının bazı görevlerine de dikkat çekmişti. Buna göre “ İşi olan köylü, Türkçe bilmiyorsa bile memur onunla derhal Kürtçe anlaşmaya başlamamalı, memur olmayandan bir tercüman getirmeye mecbur tutulmalıdır. Bu suretle yaratılacak zorluk, meramını Türkçe anlatmaya zorlayacaktır. Memurlardan Kürtçe konuşanlar, birincisinde yazılı ihtar, tekrarında maaş kesme, Kürtçe konuşmaya devam ederse memuriyetten çıkarılmalıdır .” Abidin Özmen’in bu raporu, İnönü’nün ünlü Kürt Raporu ile birlikte bir dizi yasal düzenlemeye konu olmuş ve son derece ağır sosyal maliyetler üretmişti. Esasen bugün yeni-kalıcı bir barış arayışında çözülmeye çalışılan sorunlar, bu raporların-yasaların neticeleriydi. Dolayısıyla soru kendiliğinden ortaya çıkıyor: Türkiye bu rapor ve ilgili yasal düzenlemelerle köklü bir yüzleşme yapmadan barışını kurabilir mi?