42.TÜYAP Kitap Fuarı’nın onur konuğu ve onur ödülü sahibi Murathan Mungan oldu. Önceki akşam onun ödülünü alırken yaptığı konuşmaya tanıklık etmek, benim için yalnızca kitapların, edebiyatın, dostların sarıp sarmaladığı bir akşamda çok özel bir yazarın tüm ediminin onurlandırılmasıyla sınırlı değildi. Söze, belleğe ve sürekliliğe ilişkin bir hatırlatmaydı. Biraz, belki beni ayakta tutan, var eden ama bir yanıyla da bırakmayan, bağlı tutan değerlerin bugünlerde artık kendini daha sert hissettiren eksikliğine yenilmemek üzere, onun cümlelerinden tuttuğum pusulayla yenilenmek için bir tazelenmeydi. Yok edilene sahip çıkmakta zorlandığımızda; nice ve türlü zorluklardan damıtılmış duyguların, deneyimin izini, usta yazarların satırlarında biz ve biz olmayanı tanıyarak boyutlandırmak, bir şekilde yaşamımıza katmak ve yola devam etmek. Tanımak, tanışmak, tanıştırmakla direnmek, çoğalıp çoğaltmak için insanı dürten, uyandıran paylaşımla güçlü bir tazelenme. Murathan Mungan ’ın konuşmasının en başında değindiği; Etap Marmara otelinde, Tepebaşı’nda yani kentin kalbinde TÜYAP Kitap Fuarı ’nın gençlik günlerinde, standlar arasında bir çocuk geldi gözümün önüne. Akmayan saatler boyunca büyüklerin gündemine eşlik eden, kendi kendine koca fuar alanında özgürce ve güvenli dolaşan, başka standlarda annesinin ve babasının arkadaşlarıyla karşılaşıp konuşan, bir köşede Arkadaş Kitap ’lardan birini okuyan, bir resim boyayan o çocuk bendim. O günlerden bu yana eksilen yalnızca yitirdiğimiz büyük ve usta yazarlar değil, Murathan’ın da değindiği düşünceyi besleyen nitelikli, derinlikli yayınlar, dergiler, gazeteler. Magazine ihtiyaç duymayan, popülerlikten haz etmeyen, fazla övgüden mahcup olan görgü ve tevazu. Yaşama ve insana bakışı başkalaştıran fikir tartışmaları, görüş ayrılıklarındaki giz. Çatışmanın yapıcılığı. Seçim, tavır, duruş. Bunları bize kendi varlığı ve taşıyışıyla hatırlattığı için Murathan Mungan bu ödül gibi nicesini hak ediyor. Bugün edebiyatta da sıkça yakındığımız çölleşme hissedilir boyutta. Dilin yoksullaştığı, anlatının aceleye geldiği, hafızanın yerini hızın aldığı bir iklimdeyiz. Yapayın aklıyla yaratıyı sınayan bir kaos, tüm neon ışıkları ve gürültüsüyle kuşatıyor bizi. Kendi duygularımıza yabancılaştığımız, hatta yönetmekte güçlük çektiğimiz, akışa kapıldığımız tüketim girdabında yalnızlaşan ve bu yalnızlıktan öfke üreten insanlar arasında; bir ‘çok satana’, bir manşete tav olan kalabalıklar içindeyiz. Tam da bu nedenle Murathan Mungan ’ın varlığı, durmak bilmeyen üretimi ve diri kalan heyecanı bambaşka bir anlam kazanıyor. Çünkü onun sözü, daralan alanlardan incelikli bir farkındalıkla genişleyen, katmanlı bir kültürel haritaya yeni sokaklar ekliyor. Çıkmaz sokaklar, tenha parklar, kalabalık bulvarlar, meydanlar… Bellek mekânlar, hepimizin açmak istediği kilitli odalar, ötekilere açılan kapılar, canlılık ve gerçekliğe uzanan tüneller… Yetmiş yıllık bir yaşamdan, yarım asrı aşan bir yazarlık yolculuğundan söz ediyoruz. Mungan konuşmaya başladığında yaş değil; edebiyatın zamanı devreye giriyor. Çocukluk coğrafyasını, erken yaşta kurulan sezgisel bağları, eşya ile mekân arasındaki ilişkiyi anımsatırken; yazının yalnızca anlatmak değil, yerleştirmek, korumak ve derinleştirmek olduğunu düşündürüyor. “Murathan Mungan’ın Her Hali” başlıklı kitabı karıştırırken de satır aralarında mutlu anlarıma, geçmiş okumalardan alıntılara rastladığım kadar 2010 yılında edebiyata, okurlarına veda eden annemin o yıldan bu yana yayınlanmış şiir, öykü, oyun, roman, deneme kitaplarından mahrum kalışına hayıflandım. Birlikte pek çok anı, biliyorum ki sevgili Murathan’ın da belleğinde sevgi ve özlemle yaşıyor. O kitaplardan yoksun kalan iyi bir okur usta bir eleştirmendi Füsun Akatlı . Bu düşünce canımı yakıyor. Tıpkı nice kitap için erken veda eden ve yerlerini dolduran güçlü kalemlerin nadir sahiplerini de yalnızlaştıran usta TÜYAP müdavimlerinin yokluğu gibi. Murathan Mungan ’ın sanatı tek bir türle sınırlı değil. Şiirden öyküye, romandan tiyatroya, şarkı sözlerinden denemelere uzanan zenginliği; bu coğrafyanın kültürel çoğulluğunu, Doğu’nun mistik, büyülü ama çatışmalı dünyası kadar çok renkli, farklı katmanlar getirir size. Sıradanlığa, vasata meydan okuyan ironisi, keskin ve kıvrak zekâsı, her zaman ışıl ışıl gözleriyle, muzipliğiyle yaşamın her halini edebiyatın her haline aktarır Murathan Mungan. Bugün sıklıkla karşılaştığımız yüzeyselliğin aksine o, edebiyatı biriktirerek, damıtarak ve dönüştürerek ilerler. Bu da onu salt edebiyat ve sanatla tanımlanmaktan, rastlantısal ya da geçici başarıdan kalıcı bir edebiyat hattına taşır. “Türkiye’nin sert gerçekliğiyle” temas eden bu yol, yazıyı onun hayatında estetik bir uğraştan çok etik bir duruş hâline getirmiştir. Ben kendi adıma Murathan Mungan seçkilerini de özellikle önemserim. Bir tema ya da olgu izleğinde onun seçtiği yazı ve öyküleri okumak, kimini yeniden başka bir gözle, onun duyarlığıyla, başka bir duyguyla okumak yazarlarıyla Mungan’ın dansına eşlik etmek gibi gelir bana. Tek tek ve bir arada farklı anlamlar sunar bu seçkiler insana. Bilinç ve bellek tazeler. Yeni bir tanışma, taze bir lezzet verir. Mungan konuşmasında 78 kuşağının tarihsel sıkışmışlığını, ağır bedellerle örülmüş bir gençliği anarken; kitabın, okumanın ve öğrenmenin neden bu kadar kıymetli olduğunu da altını kalınca çizerek hatırlattı bize. Faşist saldırıların sertliğine uzanan bir Türkiye gerçeği de bu anlatının içindeydi. Sırtında kırılan sopalara karşı kalemin namusuna daha çok sarıldığı yıllar olarak tanımlıyor o günleri. Edebiyat, onun hayatında yalnızca estetik bir uğraş değil; bir ahlak ve direnç biçimi. “Belki de son kuşaktık” derken, 78 kuşağının 12 Mart ile 12 Eylül arasına sıkışmış, ağır bedeller ödemiş bir gençlik olduğuna atıfla, kitaba duyduğu kıymetin, tam da bu tarihsel sıkışmışlıktan beslendiğini söyledi. Kitapların bayramlaşmasını mümkün kılan fuarlara teşekkür ederken, okurla kurulan o hayati bağı selamladı. Bu bağlamda her yıl Yayıncılar Birliği tarafından verilen yayıncılık ve kitabevi emek ödüllerini çok kıymetli buluyor ve önemsiyorum. Bu yıl kitabevi emek ödülü, Kayseri’de uzun soluklu bir kültür durağı olan Akabe Kitabevi sahibi Esat Ayata ’ya takdim edildi. Ne güzel. TÜYAP Kitap Fuarı ’nın 42 yıllık yolculuğu da bu anlamda yayıncılığın bu denli dar boğaza girdiği, tüketim çağının ezici çarklarının öğüttüğü bir dönemde kültürel birikimin devamlılığı, okur ve yazar buluşması açısından çok önemli. Daha çok yayıncıyla, daha çok kitapla buluşmayı olanaklı kılarak devam edeceğini umduğumuz nice yıllar olsun. Murathan Mungan ’ın, eleştirmenlerden ve çevirmenlerden çok şey öğrendiğini özellikle vurgulaması genellikle kimi okur için göz önünde olmayan edebiyatın önemli emektarlarına hak tesliminden çok bir vefa aynı zamanda. Önemli bir birİkimin altını dolduran özel bir kavrayış. Annem, edebiyat eleştirmeni Füsun Akatlı ’nın yakın dostu olan Murathan Mungan ’ı dinlerken, eleştirinin edebiyat içindeki kurucu rolü de bu akşam yeniden görünür oldu. Bu noktada Füsun Akatlı’nın Murathan Mungan üzerine yıllar önce yazdıkları, yalnızca bir eleştiri metni değil; bir edebiyat sezgisi olarak yeniden anlam kazandı. Füsun Akatlı, Mungan’ın Kırk Oda kitabı için, ironiyle lirizmi, hüzünle yabancılaştırmayı iç içe geçiren; kullanılmış malzemelerden yepyeni bir edebiyat dili kurabilen bir yazarlık yeteneğinden söz eder. Bugün dönüp baktığımızda, bu tespitin yalnızca bir dönemi değil, özenle seçilmiş ve ilmek ilmek örülmüş bir yazarlık çizgisini işaret ettiğini görüyoruz. Mungan’ın konuşmasında, öğrenmenin bitmeyen bir süreç olduğuna dair vurgusu; “mezun olmamış” bir yazarlık hâlini tarif edişi, “tabiatın herkese vermediği yeteneğine” kendini borçlu hissedişi yaşamını bizler için dokuyan müthiş bir adanmışlığı da tarifliyor bize. Yüzeyde dolaşmak yerine, görünmeyeni, göze ilk çarpmayanı gösteren; iyi bir edebiyat yapıtının yetenekle emeğin, sezgiyle disiplinin dengeli birlikteliğinden doğduğunu savunan soylu ve fedakâr bir anlayış bu. Sevgili Murathan Ankara’nın ıhlamur ve akasya kokularından dem vurduğunda o kokularla büyümüş bir genç kız olarak gönendiğim tanışma halimizi, ileriki yıllarda İstanbul’da kelimelerin gücüyle yarıştırdığımız ‘Kuşlu Börek’ ve sessiz film gecelerinin eğlencesiyle doyumsuz anlara, tanıklıklara, paylaşımlara taşıdığımız günlere gittim. Elbette o dostluğu bambaşka bir yere taşıyan okurluğum ve hayranlığımın sınırları hep beni yeni yerlere taşımak üzere açık. Önerim; Metis Eleştiri’nin Bilge Karasu Edebiyat İncelemeleri Serisi’nin yeni üyesi Tekil Kalabalık kitabının sayfaları arasında Murathan Mungan’la bir yolculuğa çıkmanız. Seçkilerden birini bu hafta sonu elinize almanız. Henüz okumadığınız bir Mungan eseriyle üzerimize çöken ağırlıktan sizi uzaklaştıracak bir zamanı kendinizi armağan etmeniz. Hamiş: 21 Aralık Pazar günü saat 16:00’da TÜYAP Heybeliada Salonu’nda Tüyap girişimi ve Füsun Akatlı’nın tüm eserlerini yayınlayan Kırmızı Kedi Yayınevi’nin düzenlediği etkinlikte; Sırma Köksal, Güven Turan, İnci Aral ve Seçkin Selvi ile Füsun Akatlı’nın ‘Düşünce Ufkunda Pupa Yelken’ bir sohbette buluşacağız. Sizi de bekleriz.