Fuhuşturucu rejimi

Şeriat kalabalıklar içindir. Çünkü şeriat kulluk gerektiren bir durumdur. Bu biliniyor. Ama öyleyse din de kalabalıklar içindir. Yukarıda, kul olmayanların oluşturduğu yönetim katında, iktidarda din bulunmuyor. Peki bulunduğu bir dönem oldu mu? Asrı saadette yoktur. Olmadığını gösteren pek çok işaret var. Din devlet olmuştu ve inancı devletin sağladığı çıkarlar ayakta tutuyordu. Tabii iç savaş çok sertti, halifeler ecelleriyle ölmemiştir. Peygamberin de öldürüldüğü yönünde güçlü iddialar var. Din kavgasından çok iktidar kavgasının sonuçlarıdır. Her din başlangıçta eşitlikçidir, çünkü ilk müritleri genellikle yoksullardandır. Zamanla sınıflar belirginleşir, kurmaya çalıştığı düzen oturur, eşitlik talebinin yerine sadaka türü hayırseverlik girişimleri alır. Sonra devlet ortaya çıkar. Olup bitenin özetidir. Bu yeni dini aldılar, devletin ve devlete egemen olan sınıfın ihtiyaçlarına göre yeniden biçimlendirdiler. Emevilerde de, yönetim katında, din ve şeriat yoktu. Emevi sarayı bugünkü Habertürk Haber Merkezi kıvamındaydı. Fıtratındandır! *** Hızlı yozlaşmayı anlamak için bir tekrara ihtiyaç var. Halife Ali’nin ölümü üzerine Osman zamanında Şam Valisi yapılan Muaviye halifeliğini ilan etti. Seçimi kaldırdı, fiili cumhuriyeti yıktı. Halifelik, onu silah zoruyla ele geçiren Muaviye tarafından 662 yılında ortadan kaldırıldı. Muaviye, şartların zorlamasıyla imana gelmiş gönülsüz bir Müslümandı. Seçimle gelen ilk halifelerden nefretini saklamıyordu. Din, üzerine giydiği iktidar kaftanı gibi bir işlev üstleniyordu. Şöyle diyordu: “ Siz beni en iyiniz olarak kabul etmeseniz bile, ben başkanlık görevinde sizin için en iyisiyim. ” Oğlu Yezid’i veliaht tayin etti, kendisini devlet başkanı olarak kabul etmeleri için halka baskı yaptı. Böyle böyle zamanın ruhuna uygun bir “devlet” ortaya çıkardı. Emevi devleti görünüşte bir “İslam devleti”ydi, gerçekte sıradan bir krallıktan farkı kalmamıştı. Emevi tarihinin geri kalanı bir ahlaksızlık, yolsuzluk, gasp, yağma, cinayet, katliam hikâyesidir. 90 yıl ayakta kalabildiler, küçük bir ayaklanmayla yıkıldılar. Yıkıldığında Emevi Kralı ve halife “Eşek Mervan” Mısır’a kaçarak kurtardı tatlı canını. Ayaklananlar Muhammed’in amcası Abbas’ın soyundan gelen birini bulup lider ilan etti. Başkent Şam’dan Bağdat’a taşındı. Ama öte yandan Abbasilerin dinle bağı Emevilerden daha gevşekti. Asilerin iktidar bahşettiği Abül-Abbas, Emevi geleneğini bozmayıp kendini halife ilan etti. Ayaklanıp Emevileri alaşağı eden fukara Müslümanlar elinden kaçıp giden iktidarın ardından bakakaldı. Bugün içinden geçtiğimiz karanlık döneme çok benzediğini biliyorum. Bir avuç asalağın kontrolündeki devlet dini çoğalttı ve din çoğaldıkça yönetici sınıflardaki ahlak azaldı. Dinle yönetiyorlar ve ahlaksızlıkla hüküm sürüyorlar. *** Bu ahlaksızlığın tam olarak nasıl işlediğini bilmiyorduk. Son operasyonlar ortaya pek çok veri çıkardı. Dine yaslanan bir yönetim kurdukları için benzer işler olabileceğini tahmin ediyoruz. İktidarın eteklerindeki Şamil Tayyar’dan özetliyoruz. Önemli kamu kurumundaki başkan yardımcısı, sevgilisini kuruma aldırdı. Bir başkası, TV sunucusu sevgilisine bir kamu kurumundan sembolik rakamla ev kiraladı. Üst düzey medya yöneticisi, yargıdaki işleri için yanına bu sunuculardan birini alarak hâkim ve savcıları ziyaret etti. Bir diğeri, yatak seansı sırasında önemli bir devlet yöneticisini görüntülü arayarak yanındaki kadınlara güç gösterisi yaptıç Bu yatak ortaklarından bazıları Saray programına ödül olarak yazıldı. Ekranlar bu ilişkilere göre paylaştırıldı. Tutuklamalara, serbest bırakılmalara iktidara yapışmış bu asalaklar karar verdi. Tabii yağmadan elde ettikleriyle yapılan her şey uyuşturucu ve fuhuş eşliğindedir. Biz dindar bir iktidar kurdular sanıyorduk. Yukarıda, kul olmayanların oluşturduğu yönetim katında, iktidarda din kalmamıştır. Ortaya çıkan şey yalın bir “fuhuşturucu” rejimidir! *** Din ile ahlak arasında bir bağ olduğu yargısı yerleşmiş önyargılarımızdan biri. Hâlbuki “ ahlaklı olmayı öğütlediği ” halde dinlerle ahlak arasında doğrusal bir bağlantı yok. İnsan dindar ama ahlaksız olabileceği gibi, dinsiz ama ahlaklı olabilir. Ama öte yandan din ile ahlak arasında tarihsel bir ilişki var. Dini yükseliş dönemleri genellikle ahlaki düşüş dönemlerine rastlıyor, ahlaki çöküş, dini arayışlar için uygun bir ortam yaratıyor. Hıristiyanlıktan önceki Roma veya İslamiyetten önceki Arabistan böyledir. Orta Çağ’ın Hıristiyan toplumu tersine bir gelişim yaşadı. Din hemen her yeri örtüp karartmıştı. Ahlak ve vicdan sert dini kuralların karşısında sığınacak yer bulamıyordu. Sonra veba geldi, dinsel tapuları yerle bir etti. Ölüm korkusu bir örgütlü ahlaksızlık olan dinsel ahlakı parçaladı. Ardından cinsel özgürleşme ve dinin hızlı gerileyişi geldi. Böylece yeni bir ahlaki ve entelektüel yükselişin de önü açılmış oldu. Din azalırsa ahlak yükselir! Dinler birer ahlaksız döneminin ürünü olduklarından, yani yükselişlerini ahlaksızlığı borçlu olduklarından yayılırken bir ahlak olmaya da yöneldiler. İslamiyet’in “ kadının statüsüne değin ” kuralları içinden çıktığı derin ahlaksızlığın bir yansımasıydı. Bedevi Arap kültüründe kadın alınıp satılabilen bir maldan ibaretti. İslamiyet, kadının alınıp satılabilir bir mal olmasını ortadan kaldırmadı, vahşete bir sınır koydu ve bir kurala bağladı. Başkalarının kadınları zaten birer ganimet kaynağıydı. Kendi kadınları için ise sınıfına göre muamele öngördü. Erkek çok eşliliğini kaldırmadı, islami bir erkek çok eşliliği getirdi. Böylece yeni bir ahlaksızlık için ortamı hazırlamış oldu. *** Ancak, haksızlık etmeyelim, önümüzdeki başka bir çağın, çağımızın ahlaksızlığı. Kapitalizmle ortaya çıkan şeyi Romalıların veya Arapların hayal etmesi mümkün değildi. Bir avuç asalağın her şeye el koyup biriktirdiği, devleti doğrudan kendi uzantısı haline getirdiği derin bir çürüme döneminin ürünleri bunlar. Kökleri geçmişte olsa da çağımızın ruhu bu, rengini dinleri olan ve ahlaka ihtiyaç duymayan yeni bir türden alan kanlı karanlık bir zaman aralığındayız. Hırsızlık, tecavüz, sapkınlık, zulüm ve ahlaksızlığın inançların ayrılmaz parçasına dönüştüğü lanetli bir çağın o iç burkan kehaneti bir kez daha gerçekleşiyor sanki. Sodom ve Gomora şehirlerinin talihsiz insanlarına dönüştük, bir inanç selinde ahlaksızlıktan boğuluyoruz. Çürüdük, kirlendik, ahlak yetmezliğinden taşa dönüşmek üzereyiz. Geldiler, bütün ölçüleri sildiler, bütün kuralları yıktılar. Oysa barbarlıklarına ve zulümlerine karşı kanla, göz yaşıyla, inatla, umutla, acıyla, dişle tırnakla direnerek insana yakışır bir düzen inşasına girişmiştik. Yenildik. Ölçüsüz ve kuralsız bir kabile üyesine dönüştürdüler her birimizi. Bebelere musallat olan din adamları icat ettiler, dilleri sadece yalana dönen gazeteciler ürettiler. Devlet din devletine dönüşüyor yeniden. Kadın ve çocuk çığlıkları arasında dindarlaşıyoruz. Ve kaçınılmaz olarak boğazlaşıyoruz. Çağımızın ruhu bu, rengini dindar ama ahlaksız yeni bir türden alan kanlı karanlık bir zaman aralığındayız. Nedeni inancın yükselişi değil sadece, bu vahşet kapitalizmden kurtulma umudunun yitirilişinin de bir tezahürü. *** “ Uyuşturucu, çeteler, patronlara teslim edilen çocuklar, şiddet sarmalına hapsedilmiş kadınlar, iş cinayetlerinde öldürülen işçiler... Ahlaki çöküş ve giderek derinleşen çürüme kaynağını doğrudan doğruya iktidardan ve onun temsil ettiği holding ve tarikatlar düzeninden alıyor. ” TKP’nin “yurttaşlarımızı çaresiz bırakmayacağız” vaadiyle biten “ahlak” çağrısıydı bu. Bugün içinden geçtiğimiz karanlık dönem geçmişin de anahtarıdır. Bir avuç asalağın kontrolündeki devlet dini çoğalttı ve din çoğaldıkça yönetici sınıflardaki ahlak azaldı. Dinle yönetiyorlar ve ahlaksızlıkla hüküm sürüyorlar. Holdinglere ve tarikatlara dayalı fuhuşturucu rejimi kara veba gibi yayılıyor yer yüzüne. Gelmekte olan ölümü gören kalabalıklar tanrısına çeviriyor yüzünü. Halbuki çaresizliğinin nedeni tarihinde, bu utanç verici düzenin kuruluşunu seyretmesinde, devrimini yitirmesinde. Din çoğaldıkça ahlak azalır. Ahlak azalınca insan düşer, zifiri bir karanlığa dönüşür. Artık kara olan veba değil, kendisidir. Düşmüşün karanlığından daha karanlık, daha ürkütücü bir şey yoktur. Ahlak ise ayağa kalkmış insanın marifetidir. İnsanı düştüğü yerden kaldıracağız, daha ahlaklı, daha ışıklı olmasını sağlayacağız. Başka yolu yok!