Emperyalizmi hafife alanlara

Geçen haftaki yazımı “devam edeceğiz” diye sonlandırdığıma göre, bugün yine “sol ve Kemalizm” hakkında bir şeyler bekleyenler olabilir… Umarım haftaya… Doğrusu uzun zamandır ülke gündemini emperyalizm kavramını kullanmaksızın ele almaya çalışanları hayretle izliyoruz. Basbayağı emperyalistler tarafından projelendirilmiş “açılımların” sağcıların ağzında milli-yerli demagojisine bağlanmasını kast etmiyorum. Sağın kavram ve değerler seti bütünüyle manipülatif, samimiyetten de uzak. Nasıl olmasın? Varlıklarını borçlu oldukları temel dinamikleri açık etme şansları yok… Emperyalizm düzene dışsal, yabancı bir faktör değil, basbayağı içsel. Bu anlamda sağcılık da emperyalizmin uzantısı. Bu gerçeği örtmek zorundalar. Ama solu tanımlayan başlıca özelliklerden biri yurtseverlik olmalıdır. Emperyalizmin analiz edilmesini tarihsel olarak sola borçluyuz. Emperyalizme karşı mücadele de ya solun işi olagelmiştir, ya da bu sahaya çıkanlar, ister istemez sola kaymışlardır. Hal böyleyken bu faktörü ihmal etmek solda basit bir yanlış, gözden kaçırma falan olamaz… Ben bunları düşünürken Nermin Abadan Unat’ı kaybettik. Değerinin gelecek kuşaklar tarafından kavranmasını diliyor, saygıyla anıyorum. Herkese “hocaların hocası” denmiyor. Bu sıfat bir akademisyenin yetiştirdiği öğrencilerin bir sonraki kuşağa bilgi aktarmasından çok daha fazlasını anlatır… Ölümünün ardından hakkında yazılanlar buna yeterince ışık tuttu. Değineceğim boyut başka… Çok kısa süre önce Yazılama Yayınlarından çıkan Parti Tarihi üçüncü kitapta bir Nermin Abadan Unat alıntısı yer alıyor. Daha doğrusu hocanın bir tanıklığına başvuruluyor: “ (…) 1959 yazında bu defa ABD'deki Rockefeller Vakfı Türkiye'nin anayasal düzeni konusunda Kilyos'ta bir seminer düzenlemişti. ABD'den gelen seminer üyeleri gerçekten kalburüstü kişilerdi: Columbia Üniversitesi'nin en saygın anayasa profesörü, Japon anayasasının mimarı Walter Gellhorn, daha sonraları eşi ile birlikte esrarengiz bir cinayete kurban giden eski Dışişleri yardımcılarından keza Columbia Üniversitesi'nde bulunan felsefeci Charles Frenkel aklımda kalan isimlerdir. Türklerden Ali Fuat Başgil, Tahsin Bekir Balta, Yavuz Abadan, Recai Okandan, Bülent Nuri Esen, Vakur Versan'ı anımsıyorum. Çevirmen olarak Mümtaz Soysal ile ben görevlendirilmiştik. (…) Demokrasinin Türkiye'de yerleşebilmesi için yürütmenin yasal denetime tabi tutulması, temel hak ve hürriyetlerin anayasaca teminata kavuşturulması, ayrıca bağımsız bir anayasa mahkemesi tarafından korunması, parlamentonun ekspres yasalar yapamaması için ikinci bir meclise gereksinme olduğu, seçim sisteminde nisbi seçime gitmenin daha yararlı olacağı hususları bu seminerin ürünleridir. Küçük bir aydınlar grubunun İstanbul dışında oybirliğine yakın bir biçimde kararlaştırmış oldukları ilke kararlarının çok geçmeden katılanIarın istemedikleri bir biçimde, yasal olmayan yollarda kurulmuş bir cunta marifeti ile uygulanacağını o zamanlar hangimiz tasavvur edebilirdi... ” (Nermin Abadan Unat, Kum Saatini izlerken, İletişim Yayınları, 2. baskı 1998, İstanbul, s.186-187) Birkaç yıl önce beni bu referansa Aydın Meriç ağabey yönlendirmişti. Şaka değil; Nermin hoca Türkiye’nin gördüğü en ilerici anayasanın köşe taşlarında Amerikan dokunuşu olduğuna tanıklık ediyor! Emperyalist dokunuşlar, ilerleyen yıllarda solun 27 Mayıs Anayasasına sahip çıkmış olmasını lekelemediği gibi, sağın da 27 Mayıs’ın bütününü hedef tahtasına yerleştirmesini anlamsızlaştırmaz. 1960 sonrası halkçı, devrimci emekçi yükselişi, kuşkusuz başta Türkiye’nin iç dinamiklerinin ürünüdür. İçinde, gelişen işçi sınıfının, önceki on yıllarda yetişen sosyalist-komünist aydın kuşağının, 1950’ler gericiliğine karşı ilerici-Cumhuriyetçi tepkiyi temsil edenlerin, hak arayışına atılan çeşitli toplum kesimlerinin, yükseköğrenimle kitlesel olarak tanışan emekçi çocuklarının özverileri, emekleri vardır. Ama yukarıdaki bilgi notu, emperyalizmin muazzam öngörüsüne ve müdahale yeteneğine ilişkin de çok şey söylemektedir. Türkiye’nin sola yönelmesinin kaçınılmaz olduğunu anlamışlar ve Demokrat Parti istibdadı kadar yeni demokratik bir yapıyı da etki altına almak için üşenmemiş, çalışmışlar! Türkiye’nin gözde fakültesine, Mülkiye’ye kanca atmışlar veya atmayı denemişler. Kariyeri kamu yöneticiliği ile akademi arasında gidip gelmiş birinci sınıf bir idare hukukçusunu, yine birinci sınıf felsefeci bir diplomatı Kilyos’a kadar göndermişler... Yüzeysel bir internet bilgisi adı geçenlerden birinin daha sonra Vietnam savaşına karşı çıkacak bir formasyona sahip olduğunu da gösteriyor. Yani anlaşılan, sadece üşenmemişler, Türk aydınlarının sola açıklığına hitap etmek konusunda hassas ayar gereğini de ihmal etmemişler… Şimdilerde bu kadar özen göstermeye gerek duymuyor olmalılar. Öyle ki, artık kartlar tamamen açık olduğunda bile oyunu onların istediği sahada sürdürmeye razı bir “sol” var ne yazık ki… Demek ki, sorun ihmal, gözden kaçırma falan değil… Ama solculuğun tanımlayıcı özelliklerinden biri yurtseverlik olmaya devam ediyor.