Ölüm hak, miras helal, demiş atalarımız. Allah geçinden versin, bir yakınınız vefat eder de büyük ikramiye gibi bir mirasa konarsanız, ne kadarının vergilendirilmesine gönlünüz el verir? Yüzde 10 mu, 20 mi, 50 mi, yoksa “devlet elini mirasımdan çeksin” mi dersiniz? Bu soru bugün, servetin giderek miras ve aile desteğiyle şekillendiği Batı dünyasında hararetle tartışılıyor. Mevcut trendlere baktığımızda, benzer tartışmanın er ya da geç bizim kapımızı çalmasının da pek uzak olmadığını görüyorum. Üstelik, mirasın ne kadarının hak sahibine ne kadarının topluma ait olması gerektiği sorusunu gündeme getirenler sanıldığı gibi yalnızca “servet düşmanı” diye etiketlenen sol çevreler değil. Kendini liberal, hatta muhafazakâr sayan pek çok ekonomist, devasa mirasların kapitalizmin temel değerlerine zarar verdiğini söylüyor. Çok büyük miras, onlara göre hem rekabeti hem de girişimciliği baltalıyor ve ‘çalışan kazanır’ ilkesini içi boş bir slogana dönüştürüyor. Mirasyediler toplumu Gelin önce genel tabloya bakalım. Gelişmiş ekonomilerde 2025 yılında kuşaklar arası aktarılacak mirasın toplamı yaklaşık 6 trilyon dolar. Bu da o ülkelerin millî gelirinin kabaca yüzde 10’una denk geliyor. Üstelik bu rakam her yıl hızla biraz daha büyüyor. İngiltere’de yalnızca bu yıl el değiştiren mirasın toplam değeri 100 milyar sterlini aşıyor. Ancak bu mirasa ulaşabilenler toplumun sınırlı bir kesimi. Projeksiyonlara göre, 1980’lerde doğan her on kişiden biri, ortalama bir İngiliz’in hayat boyu edineceği kazancının yarısından fazlasına denk gelen bir miras alacak. Fransa’da tablo daha da sert. Nüfusun yarısı hayatı boyunca kayda değer bir miras görmezken, en zengin yüzde 10 miras pastasının yarısından fazlasını alıyor. Fransız basını bu yüzden mevcut durumu “mirasyediler toplumu” diye adlandırıyor. Kısacası zenginliğe giden yol çalışmaktan çok, hangi ailede doğduğunuzdan geçiyor. Büyük miras girişimciliği öldürüyor Tam da bu noktada büyük miras aktarımları kapitalist sistemin temel değerlerine zarar veriyor. Servet; çok düşük vergilerle kuşaklar boyunca aynı ailelerde biriktiğinde, piyasa rekabeti donuyor. Yeni fikri, cesareti, emeği olan ama sermayesi olmayan gençlerin önü tıkanıyor. Serbest piyasa dediğimiz alan, yavaş yavaş herkesin girebildiği bir yarış olmaktan çıkıyor. Aynı ailelerin kendi arasında kapıştığı kapalı bir lige dönüşüyor. Bir de işin mirasyedi tarafı var. Araştırmalar, çok büyük miras alanların önemli bir bölümünde çalışma isteğinin azaldığını gösteriyor. Erken emeklilik eğilimi artıyor, risk iştahı azalıyor. Mirasyedi “çok uğraşmasam da olur” rahatlığına kapılıyor. Mirasa konamayanlar ise “ne yaparsam yapayım onların başladığı yere bile gelemem” duygusuna sürükleniyor. Biri rehavet, diğeri çaresizlik. Bu iki hal birleştiğinde, toplumun enerjisi de, üretkenliği de ister istemez düşüyor. Kimden ne alınmalı? Tartışmalara bakarsak, piyasanın dinamizmini korumak ve toplumun alt kesimlerinden gelenlerin önünü açmak için, dünyanın er ya da geç daha makul bir çizgiye geleceği görülüyor. Küçük miraslar korunmalı. Aile evi, birkaç daire, dükkân, orta halli birikim… Bunlar sıradan vatandaşın emeği, alın teri güvencesi. Ya çok düşük oranlarla vergilenmeli ya da tamamen vergiden muaf tutulmalı. Batı’da bu konuda yapılan çalışmalarda önerilen çözümlerin başlıcası ise çok büyük servet transferlerinde daha dişe dokunur vergi almak. Böylece servetin en azından bir kısmının topluma geri döneceği düşünülüyor. Ancak bu gelirlerin “fırsat açma” mantığıyla kullanılması çok önemli. Miras vergisi gençlerin eğitimine, iş kurma imkanlarına ve girişim desteklerine yönlendirildiğinde fayda sağlar. Mirası sadece ayrıcalık üreten bir araç olmaktan çıkarır. Böyle kullanıldığında miras, toplumda yukarı tırmanmaya çalışanlar için gerçek bir basamağa dönüşür. Tabii burada serveti kaçırmayacak ve adaleti koruyacak makul sınırların bulunması önemli. Aksi takdirde yüksek vergi, adalet üretmek yerine sadece servet kaçışını büyütür. Sonuçta mesele mirası ortadan kaldırmak değil. Mesele; mahallenin, memleketin, devletin hakkını da gözetip helalini hoş kılmak.