VDL ve Merz ‘façayı çizdirdi’

Danimarka dönem başkanlığının sona erdiği AB zirvesi, son derece ilginç dinamiklere sahne oldu. Zirvenin en kritik maddesi, AB’nin Ukrayna’ya 2026-2027 yılları için vereceği mali yardımlardı. Rusya-Ukrayna savaşının ne zaman biteceği bilinmiyor; bilinseydi AB, 2027’ye kadar sürecek mali planlar yapmazdı. Ancak AB’nin öz kaynakları kısıtlı. Ukrayna’nın ihtiyaç duyduğu 90 milyar euro’yu, diğer programlardan kesinti yapmadan bütçeden karşılamak imkânsız. Bu darboğazda AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen (VDL), ‘dahiyane’bir fikirle dondurulmuş Rus varlıklarının Ukrayna’ya aktarılmasını Financial Time gazetesine vermiş olduğu demeçte önerdi. Buna benzer bir öneriyi, Ukrayna’ya gönderilecek silahların finansmanı konusunda ilk kez Şubat 2024’te sunmuş ancak öneri hızla reddedilmişti. VDL, 90 milyar euro’luk yardım için bu tartışmalı öneriyi tekrar masaya getirdi. Ancak VDL’nin teklifi; baştan savma, tutarsız ve riskli bir metindi. Uluslararası hukuk zemini zayıftı ve Kiev’in borcu ödeyememesi durumunda oluşacak mali açık gibi ciddi sorunlar barındırıyordu. Belçika Başbakanı Bart De Wever, bu planın Belçika’daki Euroclear takas bankasına duyulan güveni sarsacağını ve Rusya’nın olası saldırganlığına karşı güvenlik riski oluşturacağını belirterek teminat talep etti. Ayrıca De Wever, zirvede kabul gören alternatif bir plan sundu. Üye ülkelere danışmadan sadece Almanya Başbakanı Friedrich Merz’in desteğini alan VDL, bazı medya kuruluşlarını da yanına alarak Belçika üzerinde ağır baskı kurdu. FT, Politico ve Reuters’tan güç alan ikili, De Wever’e “tam saha pres” uyguladı; hatta Politico, De Wever’i “Rusya’nın AB içindeki ‘elemanı’ olarak” ilan etti. Merz, uzlaşı olmazsa AB’nin dünyadaki etkisinin biteceğini savundu ve kendisini tüm Avrupa’nın savunucusu olarak konumlandırmaya çalıştı. Öyle ki, zirve öncesi “B planımız yok” diyerek rest çekti. Oysa zirvede liderler, Belçika Başbakanı’nın önerdiği makul B planında anlaştı. 90 milyar euro’luk kaynak; AB bütçesinin kredi sigortası gösterilip piyasalardan borçlanılması yöntemiyle oluşturuldu. Böylece Almanya ve VDL, zirvede tabiri caizse “façayı çizdirdiler.” Bu tablo, Davud’un Golyat’a karşı kazandığı zafer gibi görülebilir. Keza AB dış politika yüksek temsilcisi Kaja Kallas daüçüncü ülkelerin AB kurumlarını her zaman kale almaması gerektiğini teyiteden söylemlerde bulunuyor. Nitekim AB ile ilişkilerinde sorun yaşayan AB üyesi olmayan üçüncü ülkelerin dışişleri bakanlarıyla yaptığı görüşmelerde yetkisinin olmadığını, dış politikanın AB’ye üye ülkelerin elinde olan bir yetki olduğunu hatırlatıyor. Zımnen de olsa, aslında çok da işe yaramadığını mı söylemeye çalışıyor, pek de anlamış değilim! Sonuç olarak VDL’nin kötü yönetimi ve Merz’i zayıflığından dolayı, AB’de yeni dinamikler doğdu. Almanya artık “AB’nin ağası” konumunda değil. Avrupa Komisyonu ise stratejik konulardaki ağırlığını yitirmiş durumda. VDL, Mercosur anlaşmasında bile protestolar karşısında geri adım atmak zorunda kaldı. Yeni paradigmada, üçüncü ülkeler ve çok uluslu şirketler için Komisyon’u muhatap almak artık eskimiş bir refleks. Artık AB kurumları yerine, güçlü 4-6 üye ülke üzerinden doğrudan girişimde bulunma dinamiği ön plana çıkıyor. Çevresinde ekin sermayesi sınırlı, yaratıcı dünyası olmayan ve gözünü sadece Berlin’e dikmiş olan bir VDL, Komisyonbaşkanlığı ikinci döneminde hiç de iyi bir performans vermiyor. Bu zirve AB’nin Almanya’dan ibaret olmadığını gösterdi. Bu bağlamda Almanya’nın ‘SAFE’ konusunda Rum Kesimi’ninbileğini sanki bükemeyeceğini de gösterdi. Nitekim Belçika Başbakanı da zirvenin ardından düzenlediği basın toplantısının sonunda neredeyse Ragga Oktay’ın Kadir Baba dansıyla sahneden ayrılacaktı.