‘80’li yıllarda Türkiye’de evlerinde televizyon olan çocuklar Adile Teyze’lerinin masallarıyla büyüdüler. Her akşam, yemekten sonra “Uykudan Önce” ekran başında yerlerini alır, Adile Teyze’lerinin onlara isimleriyle seslenmesini bekler sonra da anlattığı masalı dinlerlerdi. İsimlerinin seslenilmesi önemliydi. Birey oluşun ilk adımıydı isim ve kendilerini değerli hissettirirdi. Siyah beyaz ekrandan renkli masallar anlatan Adile Teyze sayesinde varlığı ve kimliği biraz daha tanınmış olurdu. Televizyonun önüne diz çökmüş, uykulu gözlerle ismimi okumasını beklerken yaşadığım heyecanı bugün gibi hatırlarım. O kuşak çocuklarının, onun masallarıyla büyüyenlerin kurduğu değerler sisteminin farklı olduğunu düşünürüm. Adile Teyze anlattığı masallarla onlara iyiliğin, doğruluğun, sevginin, merhametin, kardeşliğin anahtarlarını dağıtırdı her gece. Bu nedenle istisnalarda bile az miktarda bir vicdan olduğuna hep şahitlik ettim. Bir Adile Naşit ayarı vardı hepsinde. Ve bir gün Adile teyze, o güzel atlardan birine binerek gitti. Ölümü anlamayacak kadar küçüktük. Yasımız ise çok büyük. Çocukluğumun bu şefkat öznesini anmak, yetişkinliğim boyunca izlediğim filmlerde onunla kurduğum ilişkiye göz atmak, bir söyleyip bin gülen gözlerinin ardındaki hüznü biraz aralamak için bu hafta Çağan Irmak’ın yönettiği Nermin Yıldırım’ın senaryosunu yazdığı “Adile” filmini izlemeye gittim. Film, Naşit’in Direklerarası’nda geçen çocukluğuyla açılıyor. Tiyatrocu bir babanın kızı olarak 14 yaşında Muammer Karaca Tiyatrosu’nda başlıyor oyunculuğa. O yaşlarda bile çok parlak bir oyuncu olduğu tiyatro çevrelerince kabul görüyor. Genler müsait, Sultan Abdülhamid’i bile güldüren Naşit’in kızı ne de olsa. Ama yeteneğine söz geçirme kabiliyeti ve çalışkanlığı da dillere destan. Tiyatro gibi aşk da erken giriyor hayatına. İlk evliliğinden Ahmet isimli bir oğlu oluyor. Ki dünya bir yana Ahmet bir yana. Ekrandan bize “Kuzucuklarım” diye hitap eden kadının annelikle kurduğu ilişki çok yoğun. Ev ve iş hayatı normal seyrinde devam ederken, sinema çalıyor kapısını bir gün. Ne var ki, Adile Naşit, Yeşilçam’ın klasik güzellik kalıplarına uygun biri değil. Kapı çaldığı gün kapanıyor yüzüne. “Sinema boy pos, endam, kaş, göz ister,” diye. Buna rağmen her geçen gün yıldızını parlatıyor. Anneliği ise sıkıntılı zamanlardan geçiyor. Oğlunun kalbinin delik olduğunu, ameliyat edilmezse onu kaybedeceğini öğreniyor. Amerika’daki ameliyat için tiyatro dünyası birleşip para topluyor. O imece sahnesinde gözlerim dolup dolup boşaldı. Ne güzel insanlarmış, ne çok severlermiş Adile Naşit’i. Ne yazık ki ameliyat çözüm olmuyor, 15 yaşındaki kuzusunu kaybediyor Naşit. O günden sonra hüzünden bir kına yakılıyor ömre bedel kahkahasına. Hiç çıkmıyor o. Sonrası sinema kariyeri başlayan, evlat acısı her dem taze bir Adile Naşit. Kalıplarının dışında olduğu için dışlandığı sinemada emin adımlarla ilerliyor. Daha ziyade anne ve abla rollerinde. Aşk, Türkan Şoray’ların, Hülya Koçyiğit’lerin… Kısa boylu, şişman kadın âşık olmazmış gibi. Ama Adile Naşit’in yeteneği, sıkıştırıldığı kalıp içinde inadına devleşiyor, onun oyunculuk aşkı galebe çalıyor fidan boyları, keman kaşları, ince belleri. Film, sanatçının bu mücadelesinin altını özenle çiziyor. Bir dönem filmi olduğu için, zamanın sosyokültürel alt yapısı da filme dahil ediliyor. Maddi sıkıntılar, sinemada yaşanan zorluklar ama en önemlisi dostluklar. Münir Özkul ve Müjde Ar ile olan dostluğu özellikle, göz kamaştırıyor. Filmin başında belirip Adile Naşit’e “bu fizikle olmaz cicim” kibri yapan Şevkiye May dışında bütün karakterler iyi filmde. Hatta May bile sonradan nedamet getiriyor. Filmin içinde birçok damara yayılan bu iyilik hâli, eski kış soğuklarında sobanın arkasında ısınma keyfi gibi. Bana çok iyi geldi. Film boyunca, çocuk gözlerimin vaktiyle göremediği birçok ayrıntıyı fark etme şansım oldu. Adile Naşit’in kadın olarak verdiği mücadeleye tanıklık etmek de bunlardan biri. Gücüne hayran oldum. Kırılganlığının altına kök salan kavrayışı, zekası, sabrı ve inadına… Biyografik film nasıl olmalı, “Adile” biyografik film skalasının neresinde duruyor gibi sorular sinema eleştirmenlerinin konusu. Tartışıldı, tartışılmalı da. Bana göre, Meltem Kaptan sıcacık ve doğal bir Adile Naşit olmuş. Görmeye değer. Nermin Yıldırım’ın incelikli ve becerikli kalemi, filmdeki “Bir Çağan Irmak filmi” ustalığı da “Adile”yi izlemek için yeterli. Kaldı ki dünyanın ve Türkiye’nin her geçen gün artan sertliğinde, fiziksel ve psikolojik şiddet sarmalında insanı iyilikle sarıp sarmalayan filmlerin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Hayatta bu kadar romantiklik iznimiz olsun, adı buysa eğer. Öyle değil mi Adile Teyze? İyi pazarlar.