Karmaşıklık Çağında Nedensellik Krizi ve Politika Oluşturmanın Zorluğu

Günümüzde politika geliştirme süreci, yalnızca doğru hedefi belirleme ya da iyi niyetli müdahaleler tasarlama meselesi olmaktan çıkmış durumda. Asıl güçlük, giderek karmaşıklaşan toplumsal yaşam içerisinde nedensellik bağlamını kurabilmekte yoğunlaşıyor. Yirmi yıl önce de sosyal olaylarda neden–sonuç ilişkilerini net biçimde ayırt etmek zordu; ancak bugün dijital teknolojilerin, yapay zekâ uygulamalarının ve çok sayıda ara yüzün gündelik hayata nüfuz etmesiyle bu zorluk niteliksel bir sıçrama yaşamış görünüyor. Bir başka deyişle, hayatın son dönem geçmişe göre karmaşıklaşmasıyla birlikte yaşam alanlarının birbirleri ile kesişimleri çok daha fazla artmıştır. Dolayısıyla, politika geliştirmede birinci güçlük nedensel bağlamın belirlenmesi iken ikincisi günümüzün yaşam dinamikleri nedeniyle her bir ayrık alanın birbiri ile temas yüzeyi arttığı için sorunların da karmaşık bir hal almış olmasıdır. Dahası, bu karmaşıklık giderek artmaktadır. Dolayısıyla, bir alandaki sorunun çözümüne yönelik politika geliştirme, o alanı doğrudan etkileyen kesişim kümesinin anlaşılmasının ötesinde her bir kesişim alanını etkileyen diğer faktörlerin de ayrıntılı bilgisini gerektiriyor. Zaten, bir alandaki sorunu çözmede nedensel bağlamı belirlemek zorken gelinen noktada alanlar karmaşıklaştıkça nedensellik bağlamını belirlemek de giderek çok daha zor bir hal alıyor. Bu durumda, politika üretiminde klasik sektör bazlı yaklaşımları yetersiz kalıyor. Belki de son zamanlarda sorunların kronikleşme eğilimi göstermesi, bir taraftan bu karmaşıklaşan bağlamın yeterince anlaşılamamasından diğer taraftan ise karmaşıklaşan alanlarda nedensel ilişkileri belirlemenin zorluğundan kaynaklanıyor. Gelinen noktada geliştirilecek politikalar artık tek bir kurumun ilgi alanını aşarak çok aktörlü bir yapıyı zorunlu kılıyor. Sorunun kaynağı ile sonuçları arasındaki bağ, farklı kurumsal alanlara dağılmış durumda. Dolayısıyla nedenselliği doğru kurabilmek, yalnızca analitik kapasite meselesi değil, aynı zamanda kurumsal eşgüdüm ve ortak akıl üretme meselesi hâline geliyor. Aksi hâlde, her kurum kendi dar sorumluluk alanı içinde rasyonel görünen adımlar atsa bile, ortaya çıkan toplam etki sınırlı kalıyor ya da beklenen sonucu üretemiyor ve verimlilik düşüyor. Örneğin, bağımlılık meselesi bu dönüşümün en çarpıcı örneklerinden biri olarak öne çıkıyor. Bağımlılık artık yalnızca madde kullanımına indirgenebilecek bir sorun değil; dijital bağımlılıklar, sanal bahis, çevrim içi oyunlar, sosyal medya kullanım biçimleriyle ve elbette sosyoekonomik süreçlerle sürekli genişleyen bir kesişim kümesine sahip. Bu alanların her biri farklı düzenleyici çerçevelere, farklı kurumlara ve farklı toplumsal dinamiklere temas ediyor. Dolayısıyla bağımlılıkla mücadele, tek bir kurumsal hattın yürütebileceği bir politika alanı olmaktan çıkıyor. Sağlık, eğitim, güvenlik, iletişim, ekonomi, sosyal politika ve yerel yönetimler arasında güçlü bir nedensel çerçeve kurulmadığı sürece atılan adımlar ya parçalı kalıyor ya da sorunun yalnızca görünür yüzüne müdahale etmekle yetiniyor. Benzer bir durum eğitim ve gençlik politikalarında da açık biçimde görülüyor. Müfredat değişiklikleri üzerinden gençler üzerinde yönlendirici ya da endoktriner etkiler oluşturma dönemi büyük ölçüde geride kalmış durumda. Çünkü gençlerin temas ettiği alanlar artık okul duvarlarının çok ötesine taşmış ve oldukça karmaşıklaşmış durumda. Dijital platformlar, çevrim içi içerikler, yeni ilişki biçimleri, kimlik inşa süreçleri ve bağımlılık türleri gençlerin dünyasını çok katmanlı bir yapıya dönüştürüyor. Bu kadar parçalı ve yoğun bir etkileşim alanı varken, yalnızca okulla sınırlı politikaların kalıcı bir etki üretmesi giderek zorlaşıyor. Benzer zorluk örneğin su sorununu çözmeye yönelik politikalarda da hissedilmektedir. Günümüzde nasıl veri giderek toplumların ve devletlerin kaderini belirleyen stratejik bir unsur hâline geldiyse, su da geleceği belirleyen en kritik kader alanlarından biri olarak öne çıkmaktadır. Ancak, su sorunu da yaşamın karmaşıklaşmasından nasibini almış ve etkileyen alanlar artmıştır. Bu nedenle su sorunu, günümüzde politika geliştirmenin karşı karşıya olduğu nedensellik krizini en açık biçimde görünür kılan alanlardan biridir. Artık su meselesi yalnızca arz ve altyapı üzerinden ele alınabilecek teknik bir problem değildir; iklim değişikliği, endüstriyel atıklar, şehirleşme ve özellikle tarımsal üretim politikalarıyla iç içe geçmiş çok katmanlı bir yapıya sahiptir. Örneğin, su kaynaklarının son derece kısıtlı olduğu bölgelerde yüksek su talep eden tarımsal ürünlerin teşvik edilmesi, güçlü bir üretim ve gelir korelasyonu yaratsa da, uzun vadede yeraltı sularının tükenmesine ve tarımsal sürdürülebilirliğin zayıflamasına yol açmaktadır. Bu durum, tarım politikalarının su yönetiminden bağımsız ele alınamayacağını; destekleme, teşvik ve ürün desenlerinin bölgesel su rezervleriyle uyumlu biçimde kurgulanması gerektiğini açık biçimde ortaya koymaktadır. Bu bağlamda değinilmesi gereken bir diğer sorun günümüzde pek çok ülkede giderek derinleşen demografik dönüşümde de açık biçimde görülmektedir. Nüfus artış hızının düşmesi, doğurganlık oranlarının yenilenme eşiğinin altına inmesi ve toplumların hızla yaşlanması, ilk bakışta tekil bir nüfus politikası sorunu gibi algılansa da gerçekte son derece geniş bir kesişim kümesine sahiptir. Ekonomik güvencesizlik, konut ve yaşam maliyetleri, kadınların eğitim ve istihdama katılım biçimleri, bakım yükleri, çalışma hayatı, kentleşme dinamikleri ve kültürel değerlerdeki dönüşüm bu sorunun kaynak alanlarından sadece bazılarıdır. Dolayısıyla, kaynak alanlarının tamamında birbiri ile tutarlı agresif politikalar uygulamayıp sadece doğum teşvikleri, mali destekler ya da izin düzenlemeleri gibi tekil müdahaleler çoğu ülkede sınırlı ve geçici etki üretmekte; sorun da giderek kronikleşmektedir. Demografik sorun, günümüz politika oluşturma süreçlerinde, sorun alanlarının birbirine geçişkenliğinin artması nedeniyle nedensel bağlamın tam olarak belirlenmesinin zorlaştığını gösteren çarpıcı bir örnek sunmaktadır. Ancak bu noktada mesele yalnızca çok sayıda alanı nedensellik ilişkisine dayalı bir şekilde kapsayan politikaların üretilmesi de değil. Asıl kritik eşik, bu politikaların sahada eş zamanlı, uyumlu ve yüksek motivasyonla uygulanabilmesi. Kurumların birbirlerinden haberdar olmadığı, veri ve deneyim paylaşımının sınırlı kaldığı ortamlarda nedensellik ilişkileri hızla kopuyor. Her kurum kendi müdahalesinin sonuçlarını gözlemlese bile, bu sonuçların başka alanlarda ne tür ikincil etkiler ürettiği çoğu zaman görünmez hâle geliyor. Oysa karmaşık sorunlarla mücadelede başarı, kurumların yalnızca aynı hedefe yönelmesinde değil, aynı bağlamı paylaştıklarının farkında olmalarında yatıyor. Bu tablo, günümüzde politika geliştirmenin temel zorluğunu açık biçimde ortaya koyuyor. Sorunlar artık tekil değil, iç içe geçmiş; nedenler doğrusal değil, çoğu zaman döngüsel; müdahale alanları ise tek merkezli değil, çok aktörlü bir yapıya sahip. Böyle bir ortamda etkili politika üretimi, yalnızca doğru teşhis koymayı değil, bu teşhisi paylaşan kurumlar arasında güçlü bir koordinasyon, ortak bir dil ve süreklilik arz eden bir uygulama iradesi gerektiriyor. Nedensellik bağlamı kurulamadığında ya da bu bağlam kurumsal sınırlar arasında parçalandığında, iyi niyetli politikalar dahi beklenen toplumsal dönüşümü üretmekte zorlanıyor. Bu nedenle günümüzün asıl politika meselesi, karmaşıklığın kendisini yönetebilecek kurumsal ve zihinsel kapasiteyi inşa edebilmek olarak karşımıza çıkıyor.