AKP’nin ‘çürüme’ trajedisi: Bir haftada ‘solcular ahlaksız’dan ‘AKP kötüyse bize mal etmeyin’e nasıl gelindi?

Toplumsal çürüme, bütün ülkenin gündemi… Türkiye, her yerinden yozlaşmış durumda. Tablo, gören herkesi dehşete düşürüyor. Son haftalarda iktidar kendi iç hesaplaşması nedeniyle kendi mahallesindeki isimlere de dokunmaya, irin herkesin gözü önünde ekranlardan akmaya başlayınca, herkesin bildiği tablo AKP cenahında da ciddi tartışma yarattı. Ve bu kez gerçekler o kadar ortada ki, gözlerimizin önünde bir trajedi yaşanıyor. Aydın Ünal trajedisi. Kimilerine komedi olarak da görünebilir. Ünal, yalnızca bir haftada yazdığı üç yazıda, “solcular ahlaksızdır” şeklindeki saldırı noktasından önce savunmaya geçip “dayak yemeyeceğiz”, sonra da “AKP’nin günahları bize yazılmasın” noktasına vardı. Erdoğan’ın eski metin yazar, şimdi Yeni Şafak’ın etkili köşe yazarı Ünal, geçen hafta başında, Pazartesi günü yazdığı yazıda, Enver Aysever’in sözleri üzerinden şöyle diyordu: Örnekleri çoğaltmak mümkün ama şu “ahlâk” ve “dürüstlük” bahsinin üzerinde özellikle duralım. Gerçi, dediğimiz gibi, sağ ile solu hiçbir konuda birbirinden ayırmak, ayrıştırmak mümkün değil ama sağı ahlaksızlık ve dürüst olmamakla suçlayıp kendi cenahındaki her türlü yolsuzluğu, hırsızlığı, ahlaksızlığı görmezden gelmek asıl ahlâksızlık olsa gerek. Fakat son dönemde ortaya dökülen ahlaksızlığın, kokuşmuşluğun, çürümenin esas muhatabının AKP olduğunun iyice ayyuka çıktığı dört günün ardından Ünal, Cuma günü kaleme aldığı yazısında sola saldırmak yerine sağda savunma pozisyonuna çekildi, üstelik psikolojik olarak da köşeye sıkışmış olduğunu fark ettiğinden hırçınlaştı: Anadolu’da süt sağılırken kabın içine bazen pislik düşer, kadınlar onu bir süzgeçle alır ya da bir tülbentle süzer, kaynatır, bembeyaz, tertemiz süt elde ederlerdi. İnsan bu! Yanlışı, hatası, kusuru, günahı, azgınlığı, sapkınlığı elbette olacak. Yükü taşıyamayanlar, ayakları dolananlar, imtihanı kaybedenler, sapanlar, sapkınlaşanlar, zehir misali toplumun kılcallarına sızmaya çalışanlar, ahlaksız lejyonerler, çıkarcılar, güce tapanlar elbette bulunacak. Bir süzgeçle alır kenara korsunuz, bir tülbentle süzer defedersiniz, kaynatır ıslah edersiniz. Süte dışardan karışanı da, içerde bozulanı da ayrıştırır yolunuza devam edersiniz. (...) Şimdi elinizdeki boks eldivenini, sopayı, taşı, kırbacı, maşayı, terliği, süpürgeyi, dilinizdeki eleştiri-özeleştiri görünümlü kompleksli kelimeleri yavaşça yere bırakın. Yükü taşıyamayana uğurlar olsun; sızıntıların da canı cehenneme gitsin. Üç beş kötü örnek üzerinden dayak yemeyeceğiz. Savunma konusunda gayet şerbetliyiz. Çürüyen çürüsün, yozlaşan yozlaşsın. Ana damar dimdik, sapasağlam, ahlakıyla, erdemiyle, irfanıyla ayaktadır; hem de 20-30 yıl öncesine nazaran çok daha donanımlı, birikimli, heyecanlıdır ve hem de sayısı önceye nazaran katlanarak artmıştır. Cuma günü “dayak yemeyeceğiz” diyen Ünal, üç gün sonra, bugün yayımlanan yazısındaysa, açıkça AKP’yle mesafe koyma, günahı AKP’ye yükleyip “dindarlar” diye genelleştirmeye çalıştığı kendi İslamcı çizgisini aklamaya karar verdi: AK Parti salt dindarları temsil etmediği gibi kadroları da tamamen dindarlardan oluşmuyor. Dışarıda, AK Parti’ye oy vermeyen, AK Parti’nin politika ve görüşlerini onaylamayan hatırı sayılır bir dindar kitle var. Dolayısıyla AK Parti’nin sevapları da günahları da dindarların hanesine yazılamaz. Cüzün hatası bütüne şamil edilemez. AK Parti’nin, kadrolarının, ona yakın duran isimlerin yaptıkları hatalar dindarlara, hele hele dine mâl edilemez. AK Parti dün yoktu, bugün var, yarın olmayacak ama İslâm ve dindarlık bu toprakları var ettiği gibi gelecekte de hep var olacak.