Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, partisinin kongre merkezinde düzenlenen Merkez Karar ve Yönetim Kurulu (MKYK) toplantısına başkanlık etti. MKYK toplantısının ardından AK Parti Genel Merkezi’nde açıklamalarda bulunan AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Ömer Çelik'inkonuşmasından satır başları şöyle; Öncelikle Sarıkamış şehitlerimizi bu vesileyle bir kere daha rahmetle anıyoruz. "SÜREÇ RAPORLARI TESLİM EDİLDİ" Tabii yılın sonuna gelirken en önemli gelişmelerden biri, Meclis’teki komisyonumuzun Terörsüz Türkiye çerçevesinde yürüttüğü çalışmalarda çok önemli bir aşamayı tamamlamış olmasıdır. Bugün gelinen noktada artık raporlar yazılmış, siyasi partiler tarafından hazırlanan raporlar teslim edilmiştir. Bu çerçevede, bu komisyona bizzat başkanlık ederek bütün süreci büyük bir sağduyu ile yöneten Meclis Başkanımız Sayın Numan Kurtulmuş’a, burada bulunup görev yapan, bütün katkılarıyla, değerlendirmeleriyle ve eleştirileriyle bu süreci olgunlaştıran komisyondaki tüm milletvekili arkadaşlarımıza teşekkürlerimizi sunuyoruz. İlginizi Çekebilir Gerçekten Türkiye’nin demokrasi birikimini, Yüce Meclis’in Türkiye’nin meseleleri hakkındaki yüksek dirayetini ortaya koyan bir çalışma yapılmıştır. Tabii bu komisyona dönük eleştiriler de olmuştur. Bunlar, bir takım asılsız suçlamalar ya da hakaretler barındırmıyorsa, elbette ki dikkate alıyoruz. Kuşkusuz partilerin raporları arasında farklılıklar vardır. Tabii ki zıtlıklar da olabilir. Ancak zaten Parlamento çalışmasının esası budur. Burada farklı birtakım düşüncelerden, diyalektik bir süreçle bir sonuç çıkarılmaya çalışılacaktır. Cumhur İttifakı üyeleri olarak hem bizim hem de Milliyetçi Hareket Partisi’nin verdiği raporlarda ortaya koyulan ilkeler ortaktır ve benzerdir. Yaklaşımlar ve değerlendirmeler konusunda büyük bir oranda uyum vardır. Bu da Cumhur İttifakı açısından, böylesine büyük bir meselenin çözümü için Türkiye’yi terörsüz günlere ve bağlantılı olarak bölgemizi terörsüz bir ortama kavuşturmak amacıyla takip edilen bir iradeyi ifade etmektedir. Şimdiye kadar yol haritası işlemiştir. Tabii ki burada zaman zaman, daha önce de ifade ettiğim gibi, bazen bir haftada bir metre yol gidersiniz; öbür haftaya geçersiniz, bir haftada on kilometre birden gidersiniz. Bu işlerin çok önceden matematiksel olarak adı konulacak bir ritmi yoktur. Önemli olan çarkın dönmesi, süreçlerin işlemesidir. Burada tabii en önemli konu, terörsüz Türkiye ile terörsüz bölgenin ayrılmaz bir birliktelik ifade ettiğini bir kere daha vurgulamaktır. Türkiye, çok uzun yıllar boyunca terörle mücadele etti ve terör konusunda büyük bedeller ödedi. Ancak şehitlerimizin büyük fedakârlıklarıyla Allah hepsine rahmet eylesin ve gazilerimizin eşsiz fedakârlıklarıyla, kendilerine saygılarımızı sunuyoruz; terörün amacına ulaşması engellenmiştir. "TÜRKİYE’DE BİR IRK KAVGASI, BİR ETNİK KAVGA YA DA BİR MEZHEBİ KAVGA SÖZ KONUSU DEĞİL" Dünyanın başka yerlerinde bu tip olaylarla ilgili çalışmalarda etnik kavgalar, mezhebi kavgalar ya da ırk kavgaları üzerinden çeşitli değerlendirmeler yapılmıştır. Ancak Türkiye’de bir ırk kavgası, bir etnik kavga ya da bir mezhebi kavga söz konusu olmamıştır. Tam tersine, Türk’ün ve Kürt’ün ebedî kardeşliğine terör musallat olmuştur. Terörün, Türk’ün ve Kürt’ün ebedî kardeşliğini bozmaya ve milletimiz arasında nifak oluşturmaya dönük hamleleri her seferinde iki yönden boşa çıkarılmıştır. Birincisi, güvenlik güçlerimizin eşsiz fedakârlıkları ve dirayetli duruşlarıyla terörün bu hedeflerine ulaşması engellenmiştir. İkincisi ise milletimizin eşsiz basireti ve feraseti sayesinde olmuştur. Vatandaşlarımız, her zaman ifade ettiğim gibi, adları ne olursa olsun hepimizin soyadının Türkiye Cumhuriyeti olduğu bilincinden hiçbir şekilde ayrılmamıştır. Millet feraseti ve basiretiyle bu meselelere yaklaşılmıştır. Dolayısıyla terör örgütlerinin ve terörün, Türk’ün ve Kürt’ün ebedî kardeşliğine; Alevi ile Sünni’nin ebedî kardeşliğine yönelik saldırıları her zaman bu ferasetle engellenmiştir. Biz de AK Parti olarak Meclisimize ve komisyonumuza sunduğumuz raporda bu görüşlerimizi çok açık bir şekilde ifade ettik. Arkadaşlarımız da aynı şekilde, bu bütçe vesilesiyle yapılan konuşmalarda bunu net bir biçimde ortaya koymuşlardır. Önümüzdeki dönemde şimdiye kadar boşaltılan mağaralar vardır, sembolik düzeyde bırakılan silahlar vardır. Önümüzdeki dönemde silahların bırakılması, silahların yakılması konusunda atılacak adımlar; terör örgütünün fesih sürecinin fiilî olarak görülebildiği, tespit ve teyit edilebildiği birtakım raporların ve gözlemlerin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Bu durum, birçok konuyu son derece kolaylaştıracaktır. Ölüm pastası! Yumurtaya alerjisi olan üniversiteli Remziye'ye doğum günü sürprizinin sonu korkunç oldu "KİLİT NOKTA, FESİH KONUSUNUN RETORİK OLMAKTAN ÇIKIP FİİLÎ BİR DURUM HÂLİNE GELMESİ" Bu aynı zamanda, bu komisyondan ortaya çıkan tavsiyelerin ve önerilerin Meclis’te hukuki sürece dönüşmesi konusunda da kolaylaştırıcı bir rol oynayacaktır. Dolayısıyla burada kilit nokta, fesih konusunun bir retorik olmaktan çıkıp fiilî bir durum hâline gelmesi; silah bırakma, silah yakma ve silahları teslim etme olarak ifade ettiğimiz sürecin devam etmesidir. Tabii bu süreç, entegre bir şekilde “terörsüz bölge” olarak ifade ettiğimiz süreçle de yakından ilişkilidir. PKK terör örgütünün; bütün şube ve uzantılarıyla, yani Suriye’deki SDG, ve Avrupa’daki ideolojik ve finansal illegal yapılanmalarıyla birlikte feshedilmesi esas amaçtır. Terörün, yıllar içerisinde demokrasimiz üzerinde oluşturduğu bir stres, hukuk devletimiz üzerinde meydana getirdiği yüksek bir tansiyon vardır. Terörün gündemden çıkmasıyla birlikte, bugün bu konularla ilgili hukuki ya da siyasi düzeyde tartışılan pek çok meselenin, bu stresten ve yüksek tansiyondan arınmış şekilde, daha net ve daha sakin bir biçimde ele alınabilmesi mümkün olacaktır. Burada demokratikleşme ile ilgili pek çok gündem maddesi konuşulmaktadır. Biz bu demokratikleşmeyi meşru alan içerisinde değerlendirdik. Bu, her zaman bizim perspektifimiz olmuştur. Bunu, konuya özgü ya da meseleye özgü dar bir perspektif olarak ele almadık; bunu her zaman indirgemeci bulduk. Tam tersine, tümdengelimci bir yaklaşımla Türkiye’nin önümüzdeki yıllardaki siyasal ihtiyaçlarını, ekonomik ihtiyaçlarını ve dünya sistemi içerisindeki büyük millî çıkarlarının korunmasıyla ilgili rolünü gerçekleştirebilmesini sağlayacak; milletimizin huzur ve refahına dönük ihtiyaçların karşılanmasına imkân verecek bir perspektif olarak ele aldık. Raporumuzda da buna değindik. Dolayısıyla tek vatan, tek millet, tek devlet, tek bayrak ilkesi etrafında; ebedî kardeşliğimize ve ebedî birlikteliğimize sahip çıkarak, kaderdaşlık ve vatandaşlık ilkeleri çerçevesinde geleceğe yürüyeceğiz. Tabii ki siyasi partiler arasında, bu konularla ilgili olarak da belirttiğim şekilde suçlama ve hakaretleri dışarıda tutuyorum, eleştiriler ve tartışmalar olmaktadır. Herkesin perspektifi farklıdır. Bunları bir noktada buluşturabilecek bir olgunlukla hareket etmemiz gerekmektedir. "PKK TÜM YAPILARI İLE FESHEDİLMELİ" Toplumsal merkezin, bu meseleleri yönetecek değerlere odaklanması gerekir. Aynı zamanda, her zaman söylediğim gibi, odağımızı kaybetmemeliyiz. Odağımız; PKK terör örgütünün feshi ve bunun gerçekleşmesi için silahların yakılması ve bırakılmasıdır. Bu çerçevenin, hem bizim açımızdan hem de Sayın Devlet Bahçeli’nin tarihî çağrısı ve Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu irade ile bir devlet politikasına dönüşmesi bakımından son derece önemli olduğu açıktır. Şimdiye kadar Sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı açıklamalar çerçevesinde Cumhur İttifakı boyutu son derece sağlam, konsolide ve güçlüdür. Aynı şekilde, Sayın Cumhurbaşkanımızın bu hedefe ulaşmak için bütün devlet kurumlarına verdiği talimatlar doğrultusunda yürütülen çalışmalar, meselenin devlet ve kabine boyutunu da açıkça göstermektedir. Yine Yüce Meclis’in, bu değerli komisyon vasıtasıyla sürece vaziyet etmesi, millî iradenin temsili açısından son derece kıymetli bir rol oynamış ve oynamaya devam etmektedir. Bütün bu süreci; gayet olgun bir şekilde, marjinal söylemlere kapılmadan, toplumsal değerlerin merkezinde durarak, devletimizin niteliklerini ve milletimizin değerlerini herhangi bir şekilde tartışma konusu yapmadan ve hedef almadan yürütüyoruz. İnşallah bütün bu çalışmaların neticesinde terörsüz Türkiye ve terörsüz bölge hedefine ulaşmayı ümit ediyoruz. Bundan sonraki çalışmalarımızı da bu çerçevede değerlendireceğiz. Arkadaşlarımız, yeni dönemle ilgili olarak, komisyona raporların teslim edilmesinden sonraki süreçte çalışmalarını yapmaya başlamışlardır. 17–25 ARALIK SÜRECİ Bu hafta aynı zamanda, Türkiye’nin millî egemenliğine, ulusal egemenliğiyle birlikte devletimizin tüm değerlerine yönelik bir saldırı anlamına gelen ve kamuoyunda 17–25 Aralık süreci olarak kodlanan, Fethullahçı Terör Örgütü’nün devletimize ve milletimize bir yargı darbesiyle saldırısının yıl dönümüdür. Daha sonrasında 15 Temmuz’a giden bütün sürece baktığımızda, bu terör örgütünün söz konusu süreçler vasıtasıyla bir hazırlık yaptığı, geriye dönüp değerlendirdiğimizde çok daha net bir şekilde görülmektedir. Esasında 17–25 Aralık’tan 15 Temmuz darbe girişimine kadar olan bu sürecin, Türkiye’nin millî egemenliğini gasbedip bu egemenliği birtakım yabancı odaklara devretmeyi amaçlayan bir yaklaşım olduğu daha açık biçimde ortaya çıkmıştır. Ancak Sayın Cumhurbaşkanımızın o gün ortaya koyduğu şaşmaz irade, hiçbir tereddüt göstermeden sergilediği güçlü duruş; hem 17–25 Aralık’ta hem de 15 Temmuz gecesi bu girişimlerin bertaraf edilmesini sağlamıştır. Dolayısıyla burada, belki de Türk devlet hayatının, siyasi hayatımızın ve toplumsal hayatımızın en büyük tehlikelerinden biri bu şekilde savuşturulmuştur. 17–25 Aralık’tan 15 Temmuz’a giden süreci bütün boyutlarıyla değerlendirmek; millî egemenliğimizi korumak ve millî egemenliğimize yönelmesi ya da musallat olması muhtemel saldırılar karşısında her zaman hazırlıklı olmak bakımından son derece önemlidir. Bunu da özellikle vurgulamak istiyoruz.Milletimizin desteğiyle, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesine dönük her türlü saldırıyla mücadele etmeye devam edeceğiz. "GAZZE İLE İLGİLİ OLARAK BÜTÜN ÇALIŞMALARIMIZA EN YOĞUN ŞEKİLDE DEVAM EDİYORUZ" Değerli arkadaşlarım, Gazze konusu ve Gazze’deki kardeşlerimizin bu zor kış koşullarında yaşadıkları da elbette gündemimizdedir. Şu anda bir ateşkes vardır; ancak İsrail, bu ateşkesi ihlal etmeye dönük olarak her gün yeni bir eylem ve yeni bir saldırganlık üretmektedir. Şu ana kadar Gazze’nin yüzde 58’i fiilen işgal altındadır. Burada tabii birtakım hatlar oluşturulmuştur. Bunlardan biri Sarı Hattır. Aslında Sarı Hat, ateşkese ulaşmak için gerekli askerî önlemlerden biri olarak ortaya konulmuştur. Ancak Genelkurmay Başkanı’nın “Sarı Hat yeni sınırdır” demesi, aslında ateşkesin tam zıttına bir açıklamadır. Bu, ateşkese hizmet eden değil; tam tersine Sarı Hat’ı bir ilhak olarak konumlandıran bir yaklaşımdır. Bu durum, ateşkesin bütün mekanizmalarına ve ateşkese ulaşmak için işletilmesi gereken yol haritasının tüm dinamiklerine aykırıdır. Dolayısıyla burada, Sarı Hat başta olmak üzere bütün bu hatların aslında geçici bir askerî önlem olduğunu ve ateşkese ulaşmak amacıyla oluşturulduğunu unutmamak gerekir. Gazze ile ilgili olarak bütün çalışmalarımıza en yoğun şekilde devam ediyoruz. Cumhurbaşkanımızın da mesaisinin bir numaralı gündem maddesi Gazze’dir. Gazzeli kardeşlerimiz şimdiye kadar bütün insanlığa ders veren büyük bir onur ve haysiyet mücadelesi vermişlerdir. Orada, bütün insanlığın değerlerinin adeta tecessüm ettiği, cisimleştiği bir mücadeleyi hep birlikte gözlemliyoruz. Siyonist, katliamcı şebekeye karşı ortaya koydukları bu haysiyet mücadelesini bir kez daha selamlıyoruz. Galatasaray'da ayrılacaklar belli oldu! İşte transfer planı: Riskli ve lüks olur SORU-CEVAP İki sorum olacak. Öncelikle AK Parti Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun bazı açıklamaları olmuştu. Bu açıklamalar, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın SDG’ye ilişkin söylemlerine karşı olarak yorumlandı. Ensarioğlu’nun, “Cumhurbaşkanı’nın iradesine aykırı tavır gösteren kişi ya görevi bırakır ya da görevden alınır” ifadelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? SDG’nin entegrasyonu konusundadır. Hâlen bir ayak direme olduğunu görüyoruz. Son olarak Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler’in açıklamaları oldu. Ferdi entegrasyonun önemine vurgu yaptı ve tüneller kazıldığını gözlemlediklerini ifade etti. Son durum nedir ve ferdi entegrasyonun önemi nedir? AK Partili Çelik: Arkadaşlar, burada net bir şeyi söylemek lazım. Sayın Cumhurbaşkanımızın, devletimizin başı olarak çizdiği ve bütün siyasi iradenin temelini oluşturan dış politika çizgisi; hem kabinedeki bütün arkadaşlarımız tarafından hem de genel başkanımız olarak partimiz tarafından aynen takip edilmektedir. SDG konusunda da bakanlarımız arasında ya da parti yetkililerimiz arasında herhangi bir görüş ayrılığı ya da görüş farklılığı yoktur. Aynı şekilde, kabinedeki hiçbir arkadaşımızın Cumhurbaşkanımızın iradesi dışında bir faaliyeti ya da söylemi söz konusu değildir. "PARTİ İLE KABİNE ARASINDA ÇELİŞKİ ARAMAK DOĞRU DEĞİLDİR" Bu konuda görüşümüzü baştan beri açıkça ifade ediyoruz. Bu çerçevede Dışişleri Bakanımızın söyledikleri de Sayın Cumhurbaşkanımızın iradesinin bir neticesidir. Millî Savunma Bakanımızın ve Millî İstihbarat Teşkilatımızın yürüttüğü faaliyetler de bu iradenin ve bu çerçevenin içerisindedir. Bizim burada yaptığımız açıklamalar da aynı şekilde bu iradenin kapsamındadır. Bütün bu hususlar, siyaset yapıcı kurumlar tarafından olgunlaştırılarak Sayın Cumhurbaşkanımıza; çeşitli güvenlik ve değerlendirme toplantıları vesilesiyle arz edilmektedir. Konular en stratejik ayrıntılarına kadar ele alınmakta, bir çerçeve oluşturulmakta ve en sonunda devletimizin başı olarak Sayın Cumhurbaşkanımızın verdiği talimatlar hayata geçirilmektedir. Dolayısıyla burada bakanlarımız arasında ya da parti ile kabine arasında bir çelişki aramak doğru değildir. Zaman zaman bazı yorumlar görüyoruz; “şu kişi sert konuşuyor, bu kişi yumuşak konuşuyor” deniliyor. Böyle bir durum söz konusu değildir. Tutumumuz nettir. Bu nedenle; Dışişleri Bakanlığı, Millî Savunma Bakanlığı ve Millî İstihbarat Teşkilatı Başkanlığı arasında, bu konuda herhangi bir ayrım ya da farklı bir yöne bakma söz konusu değildir. Biraz önce bahsettiğim mekanizma çerçevesinde, devletimizin başı olan Sayın Cumhurbaşkanımızın ortaya koyduğu irade ve verdiği talimatlar eksiksiz şekilde yerine getirilmektedir. "SDG SURİYE'DEKİ TERÖR ÖRGÜTÜDÜR" Değerlendirmelerimiz de bu çerçevededir. Galip Bey bugün bir açıklama yapmıştır. Kendisinin bu sözleri başka bir şeyi kastederek söylediğini, herhangi bir bakanımızı kastetmediğini ifade ettiğini burada kayda geçirmiş olayım. Onun ötesinde, bundan sonra da yapacağımız şudur: Biz, bütün bu bölgedeki halklara dönük olarak kardeşlik çerçevesinde; ancak Türkiye’nin millî güvenliğini, terörsüz Türkiye hedefini ve aynı zamanda terörsüz bölge hedefinin gerçekleşmesini temel alan bir çerçeve belirlemiş durumdayız. Bu doğrultuda, gereklerinin yerine getirilmesine dönük bir çalışma yürütülmektedir. Bu nedenle zaman zaman, bu işleri yürüten arkadaşlarımıza; Dışişleri Bakanımıza, Millî Savunma Bakanımıza, MİT Başkanımıza ve parti içerisinde çeşitli birimlerde açıklama yapan arkadaşlarımıza yönelik farklı değerlendirmeler görülebilmektedir. Bunlar doğru değildir. Hepimiz aynı entegre stratejinin, farklı alanlardaki faaliyetlerini icra ediyoruz. SDG konusunda daha önce de ifade ettim: SDG, Suriye’deki PKK terör örgütüdür. Bu yapı Türkiye için bir tehdit teşkil etmektedir. Bunun söylenmesi, terörsüz Türkiye ve terörsüz bölge hedefiyle çelişik değildir. Önce durumu tespit ediyoruz, ardından diyoruz ki: Artık kan dökülmeden, tek Suriye, tek ordu ilkesi çerçevesinde bir ulusal bütünlük oluşsun; Suriye’de yeni bir çatışma çıkmasın, yeniden kan dökülmesin. Bunun yolu olarak da çok net bir şekilde ifade ediyoruz: 10 Mart mutabakatına uyulması hâlinde, bu yapı Türkiye için de Suriye için de bir tehdit olmaktan çıkacaktır. Nitekim 10 Mart mutabakatına baktığınızda, özellikle ikinci maddesinde ve diğer maddelerinde; Suriye’deki Kürt kardeşlerimizin kazanımlarının korunması, Esad rejimi döneminde reddedilmiş kimliklerinin tanınması ve onların Suriye’nin ayrılmaz bir parçası olduğunun vurgulanması anlamında son derece net ve güçlü ifadeler yer almaktadır.Bu nedenle bizim söylediğimiz şey açıktır: SDG, 10 Mart mutabakatına uymalıdır. Bir gün Meclis’te ayaküstü sohbet ederken bir basın mensubu arkadaşımız bana şunu sordu: “Millî İstihbarat Teşkilatı komisyonda boşaltılan mağaraları ifade etmiş, Millî Savunma Bakanlığı ise bazı tahkimatları dile getirmiş. Sizce bu bir çelişki mi?” Ben de kendisine, “Burada hiçbir çelişki yok,” dedim. Çünkü devletin gözü bunların hepsini aynı anda, 360 derece görmektedir. Dolayısıyla Dışişleri Bakanlığı, Millî Savunma Bakanlığı, MİT Başkanlığı ya da diğer ilgili kurumlar arasında bir çelişki varmış gibi bir yaklaşım içerisine girmek büyük bir yanılgı olur. Devletimizin politikası tektir. Bu, bütün politika yapıcı kurumların raporları, değerlendirmeleri ve stratejik analizleri çerçevesinde Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatlarıyla yürütülen bir politikadır. "BİR ÜLKEDE İKİ ORDU OLMAZ, İKİ SİLAHLI GÜÇ OLMAZ" Millî Savunma Bakanlığımızın da ifade ettiği gibi, burada entegrasyonun ferdî olması gerekmektedir. SDG tarafından zaman zaman şu yönde talepler gelmektedir: “Biz blok hâlinde, özel bir güç olarak sistemin parçası olalım.” Ancak bunu daha önce de söyledik; bunun ne anlama geldiğini başka ülkelerde görüyoruz. Bir ülkede iki ordu olmaz, iki silahlı güç olmaz. Ordu düzeyinde iki silahlı yapının varlığı, iç savaş senaryosu demektir. Böyle bir senaryoda Araplar kaybeder, Türkmenler kaybeder, Kürtler kaybeder; Aleviler, Sünniler, Nusayriler, Ezidiler, Şiiler herkes kaybeder. Bizim arzu ettiğimiz ise Türk’ün, Kürt’ün, Arap’ın birlikte kazandığı; kardeşçe, onurlu, refah ve barış dolu bir geleceğin bölgemizde inşa edilmesidir. Dolayısıyla “10 Mart mutabakatını kabul ediyorum ama bunu bloklar hâlinde uygularım” demek, fiilen ordu içinde yeni bir ordu oluşturmak anlamına gelir. Bunun ne anlama geldiğini hepimiz biliyoruz. Bu sözlerin söylenmesinin sebebi maalesef bir yanlışlıktır. Terör örgütlerinin yakın bölgemizdeki tarihine baktığımızda şunu görüyoruz: Bazı saldırgan ya da emperyalist devletler, kendi çıkarları için bu örgütlere geçici ve sahte bir alan derinliği oluşturduğunda, bu örgütler bunu bir fırsat zannederek o yönde ilerlemeye başlıyorlar ya da vekâlet savaşlarının parçası hâline geliyorlar. Burada esas olan şudur: Terörü neden gündemden çıkarmak istiyoruz? Birincisi, elbette güvenlik boyutu vardır. Ancak aynı zamanda Türk’ün, Kürt’ün ve Arap’ın ebedî kardeşliğine hiç kimse musallat olamasın diyedir. Zaman zaman şu tür söylemler gündeme geliyor: Kürt kardeşlerimizin kazanımlarının ellerinden alınmaya çalışıldığı iddia ediliyor. Oysa hiçbir terör örgütünün varlığı, hiçbir kardeşimizin kazanımı olamaz; bu şekilde yan yana getirilemez. Bizim yaklaşımımız nettir: Kan dökülmesin; tek Suriye, tek ordu ilkesi çerçevesinde, hükümette ve diğer kurumlarda Türkmen, Arap ve Kürtlerin temsil edildiği kapsayıcı bir hükümet modeli kurulsun. Kapsayıcı bir toplumsal hayat ortaya çıksın, anayasal vatandaşlık ve eşitlik temelinde uygulamalar hayata geçirilsin. Bütün amacımız ve gayemiz budur. Ancak bugün benzer haksızlıklar, daha önce Kürt kardeşlerimize yapıldığı gibi, Nusayri kardeşlerimize ve Dürzi kardeşlerimize de yapılmaktadır. Lazkiye bölgesinde bazı odaklar, yeniden Esad rejimi dönemine dönmek amacıyla birtakım faaliyetler yürütmektedir. Bazı ülkelerin örtülü ve dolaylı destekleriyle gerçekleştirilen bu faaliyetlere dikkat çektiğimizde, birileri hemen aynı propagandayı devreye sokmaktadır. Sanki Nusayri kardeşlerimize yapılan haksızlıklara göz yumuluyormuş gibi bir algı oluşturulmaya çalışılmaktadır. Böyle bir durum söz konusu değildir. Aynı şekilde Suriye’nin güneyinde, Hikmet el-Hicri adlı, Siyonizmle aynı dalga boyunda hareket eden bir kişi, sanki Dürzi kardeşlerimizin temsilcisiymiş gibi faaliyet yürüttüğünde; buna karşı çıktığımızda, sanki Dürzi kardeşlerimize karşı bir tutum almışız gibi bir algı oluşturulmaktadır. Bunun konuyla hiçbir ilgisi yoktur. Biz tam tersine, bütün bu kesimlerin Suriye içerisinde; hem hükümette, hem parlamentoda hem de toplumsal hayatın her aşamasında eşit temsille, kapsayıcı bir modelle yer alması gerektiğini savunuyoruz. Başka birtakım ilişkileri de görüyoruz. Burada SDG’nin, 10 Mart mutabakatı doğrultusunda ilerlemesi gerekirken bunun tam tersine hareket etmesinin temel nedeni; Siyonist katliamcılığın birtakım vaatlerine kanmasıdır. Siyonist katliamcılıkla iş birliği yaparak belli alanlarda ilerleyebileceğini, bir kazanım elde edebileceğini düşünmektedir. Bu son derece yanlış bir yaklaşımdır. Buradan şu noktaya gelinmektedir: “Neden konuşmuyorsunuz?” Biz buradan açıkça söylüyoruz: 10 Mart mutabakatına uyun. Tehdit oluşturan bir yapılanma, bir terör örgütü yapılanması olmaktan çıkın. Zaten bu süreç, bütün meselelerin bir masa etrafında konuşulabileceği bir ortamı kendiliğinden oluşturacaktır. Ancak siz kendi kendinize; Suriye’nin ve Türkiye’nin millî güvenliğine aykırı şekilde, Suriye’de devlet içinde devlet, ordu içinde ordu ilan ederseniz; bunun Kürt kardeşlerimizle hiçbir ilgisi yoktur. Bu yapıların nasıl kurulduğunu, bugün nasıl ayakta tutulduğunu ve silahlarının kime çevrili olduğunu çok net bir şekilde görüyoruz. Bizim çağrımız, bölgeye dönük kardeşlik siyasetidir. Türk’ün, Kürt’ün ve Arap’ın üzerine; ne vekâlet savaşlarıyla ne de terör örgütleriyle kimse gölge düşürmeye kalkmasın. Bu, sadece bugünün meselesi değildir; Orta Doğu’da çok uzun zamandır oynanan bir oyundur. Bu nedenle biz; Türk’ün, Kürt’ün ve Arap’ın ebedî kardeşliğine en güçlü bağlarla bağlı kalarak, bütün bu meselelerin kan dökülmeden çözülmesini, bölgede istikrarın sağlanmasını istiyoruz. Onların hükümette ve parlamentoda yer almasını istiyoruz. Artık kimsenin birilerinin vekâlet savaşının parçası olmasını istemiyoruz. Burada akılla, hikmetle ve basiretle hareket etmek gerekir. Aksi hâlde, o yolun sonunun nereye çıkacağı zaten bellidir. Asgari ücrette 'rakam' haftası! Milyonlarca çalışan merakla bekliyor: İşte masadaki maddeler Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler, son açıklamasında “her türlü gelişmeye karşı planımız hazır” ifadelerini kullanmıştı. 10 Mart mutabakatının hayata geçirilmesi için de zamanın daraldığı görülüyor. Bu kapsamda, mutabakata uyulmaması hâlinde bir operasyon söz konusu olur mu? AK Partili Çelik: Şimdi arkadaşlar, Türkiye’nin millî güvenliğini sağlamak için askerî hazırlığı ve diğer alanlardaki hazırlıkları her zaman vardır. Bunda herhangi bir tereddüt ya da problem söz konusu değildir. Bugün söylediğimiz şudur: Bunun için Türk Silahlı Kuvvetleri’nin iki-üç gün, iki-üç hafta ya da iki-üç ay beklemesine dahi gerek yoktur. Sayın Cumhurbaşkanımız, başkomutan olarak emir verdiği anda Silahlı Kuvvetlerimiz bu emri yerine getirecek hazırlığa sahiptir. Ancak ifade ettiğim gibi, biz bu noktaya gelinmesine ihtiyaç kalmamasını arzu ediyoruz. Elbette ihtiyaç duyulduğu anda, bu görevler hiçbir tereddüt göstermeksizin yerine getirilir. Fakat esas olan şudur: Bugün SDG’yi silah bırakmaması yönünde kim cesaretlendiriyorsa; SDG’yi ordu içinde ordu, devlet içinde devlet olmaya teşvik ediyorsa, bu Suriye’ye yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir. Aynı zamanda oradaki Kürt kardeşlerimiz için kötülük düşünenlerin bir planlamasıdır. Bu nedenle biz, bu tür adımlara gerek kalmamasını istiyoruz. Herhangi bir operasyona ihtiyaç duyulmamasını arzu ediyoruz. Ancak gerektiğinde, tereddütsüz bir şekilde bu adımlar atılır; kimin ne dediğinin de bir önemi olmaz. Bakın, bu kadar zaman geçti. Normal şartlarda bu sürecin bir yıl içerisinde tamamlanması öngörülüyordu. Bu konuda atılmış kayda değer bir adım yoktur. Oysa mutabakatın en azından iki-üç maddesi bugüne kadar hayata geçirilebilirdi. Bundan sonrası için söyleyeceğim şudur: 10 Mart mutabakatının maddeleri süratle yerine getirilmelidir. Bu tartışma artık gündemden çıkarılmalıdır. Önümüzdeki dönemde enerjimizi; Türk’ün, Kürt’ün ve Arap’ın refah ve barış içinde, terörsüz bölge çerçevesinde birlikte yaşamasına odaklamalıyız. Biz bu meseleyi geride bırakmak istiyoruz. Ancak bu konu, başka mekanizmalarla, başkalarının desteğiyle ya da farklı planlamalarla yeniden önümüze getirildiğinde; şunun bilinmesini isterim ki biz bunu görmeyecek durumda değiliz. Buna hangi makyajın yapıldığı, nasıl “botokslandığı” bizi ilgilendirmez. Biz o makyajın arkasındaki gerçek tabloyu net bir şekilde görüyoruz. Burada söylediğimiz şey şudur: Terörsüz bölge süreci, aynı zamanda oradaki bütün kardeşlerimizin üzerinden terör vesayetinin kaldırılması anlamına gelmektedir. Bu süreç, iradelerin sahiplerine teslim edilmesi demektir. Kürt’ün iradesinin Kürt’e, Arap’ın iradesinin Arap’a, Türkmen’in iradesinin Türkmen’e teslim edilmesi anlamına gelmektedir. Bizim durduğumuz yer tam olarak burasıdır. DEM Partisi, siyasi partilerle yaptığı ziyaretlerin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’la da bir görüşme talebi olacağını ifade etmişti. Hafta sonu siz de AK Parti grubu olarak bir görüşme yaptınız. Böyle bir talep geldi mi? Geldiyse bir takvim belirlendi mi? Bir de görüşmeniz nasıl geçti? AK Partili Çelik: Evet, henüz bununla ilgili bir takvim yok. Sayın Cumhurbaşkanımızdan randevu isteyeceklerini ifade ettiler; ancak şu an itibarıyla belirlenmiş bir takvim bulunmuyor. Şunu söylemek isterim: Bu tip görüşmelerde bir araya geldiğimizde, gerçekten nezaket içerisinde herkes görüşlerini en kapsamlı şekilde ifade ediyor. Bu görüşmede de aynı şekilde, onlar görüşlerini gayet nezaketli bir biçimde dile getirdiler. Biz de ev sahipliği yapmaktan memnuniyet duyduk. Elbette ortak düşündüğümüz noktalar var, ortak düşünmediğimiz noktalar da var. Burada hem az önce yaptığım açıklamalarda bahsettiğim ilkeler çerçevesinde özellikle bunun altını çiziyorum hem de komisyona sunduğumuz raporda ortaya koyduğumuz ilkeler doğrultusunda, eğer orta yollar bulunabilirse, bunun önümüzdeki dönemde ilerlemeyi kolaylaştırabileceğini düşünüyoruz. Siyasette birçok konu vardır; acil gündemler olur, yakın vadeli meseleler olur. Bu süreçlerde sağduyuyla hareket etmek gerekir. Marjinal söylemlerden ve eylemlerden kaçınmak, bu tür yaklaşımlardan uzak durmak gerekir. Bizim değerlendirmemiz budur. Bu şekilde yaklaşıldığında elbette bir yol alınır. Siyasi partiler arasında bu diyaloglar ve konuşmalar her zaman kıymetlidir, her zaman önemlidir. Ortak düşündüğünüz noktaları da, ortak düşünmediğiniz hususları da muhataplarınızdan duymak siyasetin doğasında vardır, siyasetin gereğidir. Dolayısıyla bu görüşmeler sürmektedir. Bundan sonraki süreçte de biz görüşlerimizi söyleyeceğiz, onlar görüşlerini ifade edeceklerdir. Umarım önümüzdeki dönemde herkes için makul olan, toplumun merkez değerlerinde buluşmaya imkân sağlayacak daha fazla fırsat ortaya çıkar ve bunu hep birlikte gerçekleştirebiliriz. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bütçe görüşmeleri sırasında bazı istenmeyen olaylar yaşandı. Bu olaylarla ilgili neler söylersiniz? Ayrıca CHP grubundan AK Parti grubuna yönelik olarak “Atatürk düşmanısınız” ifadeleri kullanıldı. Bu konuda bir değerlendirmeniz olur mu? AK Partili Çelik: Siyasette zaman zaman tansiyon yükselebiliyor. Keşke bu tansiyon hiçbir zaman fiziki şiddete dönüşmese. Ancak dün maalesef İshak arkadaşımıza yönelik çok açık bir şiddet eylemi gerçekleştirildi. Sözün cevabı sözle verilir. Bir kişi beğenmediği bir durumu sözle ifade edebilir. Ancak İshak arkadaşımıza yönelik gerçekleştirilen bu eylemi en güçlü şekilde kınıyoruz. Akşam kendisiyle beraberdik. İshak Bey, ortamı yatıştırmak ve tarafları ayırmak amacıyla oradayken, ismini anmak istemediğim bir kişi tarafından saldırıya uğramıştır. Sonrasında CHP Grup Başkanvekilleri gelerek üzüntülerini ifade ettiler. Bunu önemli buluyoruz. Ancak esas olan, İshak Bey’e yapılan bu saldırının hiçbir şekilde kabul edilemez bir barbarlık ve vandallık olduğudur. Bunun için açık bir özür dilenmesi son derece önemlidir. Ayrıca bu barbarlığı ve vandallığı gerçekleştiren kişiyle ilgili olarak CHP tarafından bir ceza sürecinin işletilmesi de Meclis’in itibarı ve mehabeti açısından son derece kıymetlidir. Bu, milletimize karşı hepimizin ortak sorumluluğudur. İshak kardeşimize bir kez daha geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Bu saldırıyı yapan kişiyi buradan lanetliyorum. Siyasi alanda elbette birçok tartışma yaşanabilir. Aslında siyasi akılla cevap verilemeyecek bir konu yoktur. Ancak sık sık tartışma şu noktaya getirilmektedir: Cumhuriyet Halk Partisi adına konuşanlar, “Biz Atatürk’ün partisiyiz, Cumhuriyet’i kuran partiyiz” demektedir. Atatürk’ün genel başkanlığını yaptığı bir partinin devamı olmak ki bunun da ayrıca tartışılması gereken boyutları vardır bugünkü yöneticilerin ya da siyasi faaliyette bulunanların bütün yanlışlarını örtmek için bir gerekçe olamaz. Biz bugün yapılan bir yanlıştan, yanlış bir politikadan, yanlış bir davranıştan söz ediyoruz. Ancak hemen konu buraya çekiliyor. Dün grup başkanımız da sordu: “Eğer Atatürk’ün partisiyiz diyorsanız ve bizi suçluyorsanız, ikinci genel başkanınız Cumhurbaşkanı olduğunda neden Atatürk’ün ismini ve resmini paradan kaldırdı?” Bu açık bir sorudur. Demek ki her alanda, pür bir şekilde “Atatürk’ün partisiyiz” demek, CHP’nin bütün eylemlerini temize çekmiyor. Ben de buradan bir soru sorayım: Atatürk, vasiyetinde kendisine ait olan İş Bankası hisselerinden elde edilen temettülerin Türk Dil Kurumu’na ve Türk Tarih Kurumu’na verilmesini istemiştir. Ancak CHP bunu defalarca yerine getirmemiş, Atatürk’ün vasiyetine uymamıştır. Bu kurumlar, kendilerine verilmesi gereken temettüleri ancak CHP’ye karşı açılan davalar ve alınan mahkeme kararları sonucunda alabilmişlerdir. İsteyen herkes cep telefonundan “CHP İş Bankası hisseleri temettü Atatürk” şeklinde arama yapabilir; bu konuda çok uzun bir yargı süreciyle karşılaşacaktır. Dolayısıyla Atatürk’ün vasiyetinin, mahkeme kararlarıyla hayata geçirilmek zorunda kalındığı birçok örnek vardır. Bu nedenle her tartışmada “Atatürk’ün partisiyiz” demek ya da AK Parti sıralarına dönerek “Siz Atatürk düşmanısınız” şeklinde bir istismar siyaseti yapmak meseleyi çözmemektedir. Bu sağduyulu bir yaklaşım da değildir. Küçük bir siyasi tartışmada sıkışıldığında hemen Atatürk’ün isminin kullanılması, Atatürk’e duyulan saygıyla bağdaşan bir tutum değildir. Atatürk’e gerçekten saygı duyan bir kişinin, onun ismini ve hatırasını gündelik polemiklerin dışında tutması gerekir. Bunu bir kalkan olarak kullanmak, istismar siyasetinden başka bir anlama gelmez. Maalesef bu, CHP açısından bir siyasi alışkanlık hâline gelmiştir ve hiç de iyi sonuçlar doğurmamaktadır. Bu istismar siyasetine daha fazla prim vermemek gerekir. Bu yaklaşım hiçbir şekilde doğru değildir. Daha sağduyulu olmalarını kendilerine öneririm. Sadettin Saran'ın bekçisi gözaltında: Lavanta mı, esrar mı?