Doç. Dr. Tamer Yazar - Nöroloji Uzmanı Bir zamanlar “dayanışma”, “emek” ve “kamusal hizmet” kavramlarıyla yankılanan hekim örgütlerinin sesi, bugün kimlik ve liste rekabetinin gölgesinde zayıflamış görünüyor. Tabip odaları, ortak bir meslek mücadelesinin zemini olmaktan uzaklaşıp; gruplar, etiketler ve aidiyetler arasında süren bir rekabet alanına dönüşüyor. Özlük haklarının sistematik biçimde törpülenmesi, güvencesiz çalışma koşulları, emekliliğe yansımayan gelirler ve adaletsiz ücretlendirme hekimliğin mesleki geleceğini belirsizleştirirken; sağlık hizmetinin ticarileştirilmesi ve hastanın “müşteri” olarak konumlandırılması, hekime yönelik şiddeti münferit olaylar olmaktan çıkarıp yapısal ve normalleşmiş bir soruna dönüştürüyor. Bu tablo, hekimleri her zamankinden daha fazla ortak bir üst kimlikte buluşmaya zorluyor. Tabip odaları, tarihsel olarak yalnızca mesleki hakların değil; demokrasinin, barışın, insan haklarının ve yaşam hakkının da savunucusu olmuştur. Ülke ve dünya ölçeğinde yaşanan savaşlar, şiddet, ayrımcılık, otoriterleşme ve demokratik gerileme en çok sağlık alanını etkiler; çünkü yoksulluk, eşitsizlik ve güvensizlik doğrudan halk sağlığına yansır. Bu nedenle tabip odalarının toplumsal meseleler üzerine söz söylemesi bir siyasi tercih değil, evrensel hekimlik değerlerinin tarihsel ve etik bir gereğidir. *** Meslek örgütlerinde yönetim sorumluluğu üstlenen veya aktivist olan kişilerin bir siyasi partiye mensup olması eleştirilecek bir durum değildir. Eleştirilen, bu mensubiyetin meslek örgütünün araçsallaştırılmasına ve örgütün parti gündemlerinin bir uzantısına dönüştürülmesine yol açmasıdır. Sağlık gibi doğası gereği politik bir alanda çalışan bir hekimin sistem eleştirisini ve sağlık politikalarına dair görüşlerini kendi siyasi alanına taşıması meşru ve gereklidir. Ancak bir meslek örgütünün yönetiminde bulunan kişinin, mesleki alan dışı politik talepleri öne çıkarması ya da örgütün temsil yetkisini parti lehine kullanması kabul edilemez. Aynı şekilde iktidar partisinin yandaşı gibi davranmak; oda yönetimini kamu otoritesinin bir bürosu haline getirmek de demokratik kitle örgütü anlayışıyla bağdaşmaz. Farklı siyasi görüşlere sahip hekimlerin bir arada bulunduğu meslek örgütlerinde, yöneticilerin siyasi kimliklerini örgütün önüne koymaları meslek birliğini zedeler. Hekimler, üretim sürecinde ne tamamen sermaye sınıfının bir parçasıdır ne de üretim araçlarına sahip bağımsız bir tabakadır. Modern sağlık sisteminde hekim, bilgisi ve emeğiyle toplumsal fayda üreten; ancak üretim koşulları üzerinde sınırlı söz hakkına sahip bir profesyoneldir. Karl Marx’ın emeğin toplumsal yaşamın kurucu unsuru olduğuna dair vurgusu ve Antonio Gramsci’nin “organik entelektüel” kavramı, hekimliğin yalnızca teknik bir iş değil; kamusal bilinç ve vicdan taşıyıcısı bir meslek olduğunu söyler. Buna karşın günümüz sağlık sistemi, hekimi giderek toplumsal bir özne olmaktan çıkarıp dar bir teknik işgücüne indirgeme eğilimindedir. Tabip odalarının misyonu, hekimi bu dar alandan çıkarıp kamusal aklın kolektif taşıyıcısı haline getirmektir. *** Bugün tabip odalarında yaşanan tıkanıklığın temel nedenlerinden biri, hekimliğin üst kimliğinin alt kimliklerin gölgesinde kalmasıdır. “Solcu”, “ulusalcı”, “bağımsız”, “halkçı” gibi sıfatlar mesleki birliğin önüne geçtikçe, oda temsil ettiği kamusal işlevi yitirir. Slavoj Zizek’in de ifade ettiği gibi, kimlik siyaseti mücadeleyi üretim ilişkilerinden uzaklaştırır. Bu noktada Antonio Negri’nin “çokluk” kavramı yol göstericidir: Çokluk, farklılıkları tekleştirmeden ortak bir etik ve kamusal bilinç etrafında bir araya getirebilen kolektif bir gücü ifade eder; tabip odaları da bu çokluğu, hekimliğin üst kimliği zemininde temsil edebilmelidir. Bu nedenle “oda siyaseti” ile “parti siyaseti” arasındaki ayrım net biçimde ortaya konmalıdır. Parti siyaseti iktidar hedeflidir; oda siyaseti ise kamusal temsil alanıdır. Bir tabip odası, bir siyasi partinin arka bahçesi değil; hekimliğin vicdanı ve kamu yararının sesi olmalıdır. Bir acil nöbetinde, pandemi servisinde ya da kırsalda görev yapan hekime kimlik sorulmaz; orada yalnızca hekimlik vardır. Tabip odalarının yeniden anlam kazanması, “hangi gruptansın?” sorusunu değil; “ne için bir aradasın?” sorusunu merkeze almakla mümkündür. Gerçek değişim temsilde değil, dayanışmadadır. Hekim emeğini, toplumsal sorumluluğu ve kamusal vicdanı merkeze alan bir tabip odası, yalnızca hekimlerin değil, toplumun da umududur. Bu yazı, sağlık emek örgütlerinde siyasetin niteliği ve hekimliğin toplumsal konumu üzerine düşünsel bir katkı olarak değerlendirilmelidir.