Bundan 8 yıl önce... Moda’da bir kahvede oturuyorum. Biri geldi başımda dikildi… - Merhaba, dedi, beni tanıdınız mı? - Tanıyamadım... - Ben Ahmet Tonak... O zaman tanıdım...Amerikan üniversitelerinde ders veren, Türkiye’de internet sitelerinde Marksist iktisat üzerine incelemeleri yayınlanan Profesör Ahmet Tonak bu... Sadece o kadarını hatırlamıştım. O devam etti: - Birlikte Kopenhag’a gittiğimizi hatırlıyor musunuz? Hatırladım. Sene 1973... 12 Mart darbesinden kaçanlar oraya buraya savruluyor. Biz birkaç Türk de İsveç’in Lund şehrine tutunmuşuz. Parasız pulsuz, nerede sabah orada akşam, kâh bulaşıkçılık yaparak kâh birbirimizden borç alarak yaşamaya çalışıyoruz. Ahmet de oradakilerden devrimci bir genç adam. Bir gün bana geldi: - Ben Amerika’ya gitmek için vize alacağım, dedi… - İyi güzel, dedim - Ama İngilizce bilmiyorum, sizin İngilizceniz iyi, Kopenhag’daki Amerikan elçiliğinde bana tercümanlık yapar mısınız? - Yaparım, dedim, ama cebimde beş para yok. Yol paramı verirsen gider hallederiz... Anlaştık. Biletler alındı. Birlikte Kopenhag’a gittik. Ahmet konuşmadı. Ben Amerikan elçiliğinde Ahmet’in tercümanlığını yaptım. Ahım şahım bir İngilizcem yok ama yine de başarılı olduk sanırım. Amerikalılar Ahmet’e vize verdi. Ahmet birkaç hafta sonra ABD’ye uçtu. Orada üniversiteyi bitirmiş, doktora yapmış, Marksizm üzerinde uzmanlaşan ciddi bir akademisyen olmuş... Aradan yarım asır geçti. Geçenlerde otobiyografisi gözüme ilişti. İsveç günlerini unutmamış. Orada benden ve Kopenhag gezimizden de söz ediyordu... Hayat ne garip... Önündeki sele katıp sürüklediği insanların ne zaman nereye tutunacağını kimse bilemiyor. Çoğu anılar sadece iki kişinin bildiği sırlar olarak kalıyor. Geçmişin girdabında kaybolup gidiyor. Kimi zaman da böyle tesadüfen ortaya çıkıveriyor. VİJDAN Bir yargıtay başkanı yıllar önce söyleyince olay olmuştu. - Hakimler vicdan ile cüzdan arasına sıkıştı demişti, bu başkan... Kimi hâkim gözünü cüzdana dikmiş olabilir. Kimi hâkim de vicdanın ve hukukun sesinden ayrılmaz... Bu yaşanmış hikâye o ikincilere özgüdür. Bir Anadolu kentinde hakkını savunmak için dava açan Ahmet Ağa avukatına demiş ki: - Yargıca bir koyun göndersek nasıl olur... - Sakın ha, demiş avukat, o yargıç sapına kadar namuslu adamdır. Koyunu görür görmez davayı aleyhimize sonuçlandırır... Mahkeme bir süre sonra sonuçlanmış. Ahmet Ağa davayı kazanmış. Mahkemeden çıkarken avukatı çekmiş kenara, fısıldamış: - Gönderdiğim koyun işe yaradı... Avukat şaşkın: - Neee, sen koyunu yine gönderdin mi? Ahmet Ağa kıs kıs gülmüş: - Gönderdim... Gönderdim emme karşı tarafın adını verdim... BAŞKAN Millet Meclisi’nin ayrıcalıklı imkânlar sağladığı kişiler arasında eski Meclis Başkanları da bulunuyor. Köksal Toptan, Hüsamettin Cindoruk, Cemil Çiçek, Bülent Arınç, İsmail Kahraman, Ömer İzgi, Mehmet Ali Şahin, İsmet Yılmaz, Mustafa Şentop gibi bu eski başkanlara Meclis’te oda, sekreter, danışman ve bedava araç veriliyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan bu avantajlar Türkiye’de neden var? Soruyu geçen hafta Meclis’te Ağrı Milletvekili Sırrı Sakık sordu. GÖZ DAMLASI Milletçe her şeyi biliriz... (Bendeniz dahil) her konuda allameyizdir! Ama bazen çok basit şeyleri bilmeyiz. Örneğin göze damla nasıl damlatılır? Doğrusu ben bunu biliyorum sanırdım meğer bilmezmişim, yeni öğrendim. Sizlere de anlatayım. Damlayı damlatmadan önce ellerinizi yıkayacaksınız. Bir iskemleye oturacaksınız. Kafanız düz duracak ama gözleriniz yukarı bakacak. Gözünüzün alt kapağını hafifçe dışarı çekerek damlayı o cebe damlatacaksınız. Damlatırken şişenin dibine basacaksınız ki, tek damla aksın. Eğer yanlara basarsanız birden çok damla akıyor ilaç ziyan oluyor. Damladan sonra gözünüzü ne kadar kapalı tutacaksanız. Bunu anlamak için tanıtım broşürünü okuyacaksınız. Bazı damlalar 1 dakika bazıları 2 dakika gözü kapalı tutmayı gerektiriyor. İki damlanız varsa 5 dakika ara vermeyi ihmal etmiyorsunuz.