Küresel Güney'in Gazze sınavı: Yeni bir bloksuzluk mu, tarihi bir sessizlik mi?

Gazze’den yükselen dumanlar sadece binaların değil, uluslararası hukukun ve “dünya düzeni” dediğimiz o kırılgan yapının da enkazını gözler önüne serdi. Yıllardır akademi koridorlarında tartışılan, raflarda tozlanan teoriler şimdi kanlı bir sahada yeniden sınanıyor. Bir tarafta “küresel adalet” ve “insan hakları” kavramlarını dillerinden düşürmeyen ancak pratikte sessizliğe gömülen Batı başkentleri, diğer tarafta ise bu çifte standarda isyan eden, sömürge geçmişinin hafızasıyla hareket eden devasa bir coğrafya var. Bugün “Küresel Güney” olarak adlandırdığımız bu heterojen blok, gerçekten Soğuk Savaş dönemindeki gibi yeni bir “Bloksuzluk” momenti mi yaşıyor, yoksa gördüğümüz şey tarihsel reflekslerle sınırlı, konjonktürel ve selektif bir öfke nöbeti mi? Gazze, sadece bir coğrafi çatışma alanı değil, aynı zamanda küresel sistemin vicdanının tartıldığı bir teraziye dönüştü. Terazinin bir kefesinde ABD ve Avrupa’nın koşulsuz desteği, diğer kefesinde ise Latin Amerika’dan Asya’ya uzanan halkların çığlığı var. Peki, bu çığlık siyasi bir güce dönüşebilir mi? Yoksa sadece tarihin duvarlarında yankılanıp kaybolacak mı? Bloksuzluk’tan Küresel Güney’e: İsim Değişti, Ruh Aynı mı? Tarih bazen tekerrür etmez ama kafiyelidir. 1955’te Endonezya’nın Bandung şehrinde toplanan Asya ve Afrika liderleri, iki kutuplu dünyanın presi altında ezilmemek için “üçüncü bir yol” aramışlardı. O günün “Bağlantısızlar Hareketi”, sömürgeciliğe karşı bir onur mücadelesiydi. Bugün “Küresel Güney” dediğimiz yapı, aslında o ruhun modern ama dağınık bir mirasçısı. Gazze krizi patlak verdiğinde Brezilya’da Lula’nın, Güney Afrika’da Ramaphosa’nın çıkışları, bize o eski anti-emperyalist hafızanın hâlâ canlı olduğunu gösterdi. Özellikle Güney Afrika’nın 29 Aralık 2023 tarihinde İsrail aleyhine Soykırım Sözleşmesi’ni ihlal ettiği gerekçesiyle Uluslararası Adalet Divanı’na (UAD) başvurması, basit bir dış politika hamlesinden ziyade Batı merkezli ahlaki üstünlük iddiasına karşı hukuki ve vicdani bir başkaldırıydı. Onlar için Filistin, sadece bir toprak meselesi değil, Apartheid rejimlerine ve sömürge valilerine karşı verilen mücadelenin devamı niteliğindeydi. Ancak burada kritik bir soru duruyor: Bu tepkiler yeni ve somut bir ideolojik bloğun doğum sancıları mı, yoksa Batı’ya karşı birikmiş öfkenin konjonktürel bir dışavurumu mu? Küresel Güney homojen bir yapı değil. İçinde Çin gibi süper güç adayları da var, ekonomik krizlerle boğuşan küçük Afrika ülkeleri de. Dolayısıyla “ortak bir ruh”tan bahsetmek mümkün olsa da “ortak bir strateji”den söz etmek henüz çok zor. Saraylar ve Sokaklar Arasındaki Uçurum BM Genel Kurulu’ndaki oylama tablolarına baktığımızda, dünyanın ahlaki ve siyasi haritasının nasıl parçalandığını net bir şekilde görüyoruz. Örneğin, 12 Aralık 2023’te yapılan acil ateşkes oylamasında 153 ülke “evet” diyerek küresel vicdanın sesi olurken, ABD ve İsrail’in başını çektiği sadece 10 ülkenin “hayır” oyu vermesi, yalnızlığın fotoğrafıydı. Ancak diplomatik salonlarda kalkan bu eller ile sahadaki gerçeklik arasında devasa bir uçurum var. Asıl dramatik kopuş, Arap dünyasında, yani “Sokak” ile “Saray” arasında yaşanıyor. Fas’tan Ürdün’e, Mısır’dan Körfez’e kadar sokaklar Gazze için kaynarken, devletlerin reaksiyonları son derece temkinli, hesaplı ve hatta bazen ürkek. Halklar, sömürge geçmişinin ve din kardeşliğinin getirdiği bir refleksle meydanları dolduruyor. Ancak yönetim kademeleri, Batı ile olan karmaşık güvenlik ve ekonomi ağları nedeniyle “kınama” metinlerinin ötesine geçmekte zorlanıyor. Burada Küresel Güney’in kendi içindeki tutarsızlığı da gün yüzüne çıkıyor. Latin Amerika’daki sol iktidarlar, coğrafi uzaklığın verdiği rahatlıkla çok daha radikal adımlar atabilirken, krizin hemen yanı başındaki Arap rejimleri reelpolitiğin soğuk duvarlarına çarpıyor. BM’de “evet” demek kolaydır ama bir büyükelçiyi geri çekmek veya vanaları kapatmak cesaret ister. Kendi halkının öfkesinden korkan rejimler, Gazze’deki insanlık dramını durduracak iradeyi gösterebilir mi? Gazze, Dolar Sisteminin Sessiz Sınavı mı? Meseleyi sadece vicdan ve diplomasi üzerinden okumak, resmin en önemli parçasını, yani “ekonomi-politiği” ıskalamak olur. Küresel Güney’in Gazze konusundaki en büyük handikabı, Batı merkezli finansal sisteme olan derin bağımlılığıdır. Bugün bir ülkenin ABD ve Avrupa’ya karşı sesini ne kadar yükseltebileceğinin sınırı, o ülkenin dolar rezervlerine, IMF ile olan ilişkilerine ve ticaret hacmine doğrudan bağlı. “Küresel Adalet” diye bağırmak istiyorsunuz ama boğazınızda doların görünmez ellerini hissediyorsunuz. Rusya ve Çin gibi aktörler, BRICS gibi platformlar üzerinden alternatif bir ekonomik düzen, dolarsız bir ticaret ve Batı’nın yaptırım silahının işlemediği bir alan yaratmaya çalışıyor. Gazze krizi, bu alternatif arayışının ne kadar hayati olduğunu bir kez daha kanıtladı. Çünkü gördük ki, Batı’nın “insan hakları” söylemi, stratejik çıkarları söz konusu olduğunda bir anda buharlaşabiliyor. Küresel Güney ülkeleri için Gazze, sadece Filistinlilerin değil, kendi egemenliklerinin de ne kadar kırılgan olduğunun bir ispatı. Enerji güvenliğinden gıda tedarikine kadar her alanda Batı’ya göbekten bağlı olan bir yapının, gerçek anlamda “bağımsız” bir dış politika izlemesi mümkün mü? İşte bu yüzden Gazze sınavı, aynı zamanda mevcut finansal düzene karşı sessiz ama derinden bir başkaldırının da fitilini ateşleyebilir. Yeni Bloksuzluk İhtimali ve Arada Kalan Türkiye Tam bu noktada Türkiye’nin pozisyonu, hem Küresel Güney için bir model hem de bir “aradalık” hali sunuyor. NATO üyesi olan, Batı kurumlarıyla derin bağları bulunan ama söylem düzeyinde Küresel Güney’in vicdani isyanını en yüksek perdeden dillendiren bir Türkiye var. Ankara, “Dünya beşten büyüktür” diyerek aslında yıllardır bu çarpık düzene itiraz ediyor. Ancak Türkiye’nin bu konumu, ona eşsiz bir manevra alanı sağladığı gibi büyük riskler de yüklüyor. Hem Batı ile konuşabilen hem de Doğu’nun ve Güney’in hislerine tercüman olabilen bir ülke olmak, kâğıt üzerinde büyük bir avantaj. Fakat pratikte, iki tarafın da tam güvenmediği, arada kalmış bir aktöre dönüşme riski de var. Gazze üzerinden şekillenen bu yeni “Batı dışı adalet dili”, Türkiye gibi ülkeler için yeni bir Bloksuzluk hareketinin liderliği fırsatını doğurabilir. Ancak bu, sadece hamasi nutuklarla değil, somut, sürdürülebilir ve bedel ödemeyi göze alan bir stratejiyle mümkün olabilir. Bu dalga kalıcı bir jeopolitik hizalanma mı, yoksa kriz geçince herkesin kendi köşesine çekileceği geçici bir dayanışma mı? Sanırım cevabı belirleyecek olan, Küresel Güney’in bu öfkeyi kurumsal bir güce dönüştürüp dönüştüremeyeceği olacak. Aslında bu süreçte enkaz altında kalan sadece Gazze değil, Batı’nın yüzyıllardır büyük bir titizlikle inşa ettiği “medeniyet” ve “evrensel değerler” anlatısıdır. Gazze, liberal dünyanın yüzündeki o zarif maskeyi indirip altındaki soğuk reelpolitiği ifşa etti. Artık Washington’dan veya Brüksel’den gelecek hiçbir demokrasi dersinin, parmak sallayarak yazılan hiçbir insan hakları raporunun Kahire, Cakarta veya Rio sokaklarında eski karşılığı olmayacaktır. Bu ahlaki iflas, Güney ülkelerini salt tepki vermenin yanında kendi kaderlerini tayin etme konusunda daha cesur olmaya ve kendi alternatif kurumlarını inşa etmeye zorluyor. Belki de yaşadığımız bu sancılı süreç, Batı merkezli tarihin fiilen sonu, çok merkezli ve daha hakkaniyetli bir arayışın doğum sancısıdır. Gazze, herkes için bir ayna oldu. Tarih, bu sınavda sessiz kalarak konforunu koruyanları değil, bedel ödemek pahasına o aynaya bakıp yeni bir yol açmaya cüret edenleri yazacaktır. *Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. küresel güney GAZZE sınav Göktuğ Çalışkan, Independent Türkçe için yazdı Göktuğ Çalışkan Çarşamba, Aralık 24, 2025 - 17:15 Main image:

Fotoğraf: AA

TÜRKİYE'DEN SESLER Type: news SEO Title: Küresel Güney'in Gazze sınavı: Yeni bir bloksuzluk mu, tarihi bir sessizlik mi? copyright Independentturkish: