İçinde bulunduğumuz zaman dilimine teknik ve takvimsel olarak baktığımızda, yapraklar 2001’den bu yana 21. yüzyılı işaret ediyor elbette; ancak zihin dünyamız, pedagojik söylemlerimiz ve kurumsal eğitim paradigmalarımız, bu yüzyılın henüz ilk çeyreğinde tanımlanmış olan bir kavramsal çerçevenin –“21. Yüzyıl Becerileri”nin– gölgesinde, adeta bir tarihsel zaman gecikmesiyle yol almaya devam ediyor. Peki, insanlık tarihinin belki de en sancılı, en hızlı ve en radikal dönüşümlerinden birinin ortasında, yüzyılın dörtte birini geride bırakmışken, hâlâ aynı terminolojik sınırlar içinde düşünmek ve konuşmak, bizi geleceğin o belirsiz ve muazzam ufkuna hazırlamaya gerçekten yetiyor mu? Yoksa bu kavram, dijital devrimin ilk şafağındaki o naif heyecanla kaleme alınmış, içeriği değerli olsa da artık bağlamı çoktan aşılmış, bu yüzden de “dünün dili” haline gelmiş, tarihsel bir belge niteliğinde mi?