Geçtiğimiz haftalarda Avrupa’nın farklı kentlerinde kurulan traktör barikatları, neoliberal gıda rejiminin artık dikiş tutmayan yanlarını bir kez daha deşifre etti. Yunanistan’da destek ödemelerindeki sorunlar, Fransa’da sığır nodüler dermatitine karşı dayatılan itlaf politikası, Brüksel’de ise AB-Mercosur anlaşmasına karşı düzenlenen blokajlar, farklı başlıklardan beslenen ortak bir sıkışmayı görünür kıldı. Eylemler, ilk bakışta farklı sorunlardan besleniyor gibi görünse de resmin bütününde tek bir gerçeğe işaret ediyor: neoliberal gıda rejimi bir temsiliyet ve yönetim krizi içindedir. Riskin ve maliyetin tamamen üreticinin omuzlarına yıkıldığı bu zamanda çiftçi eylemleri tekil krizleri aşan yapısal bir hesaplaşmaya dönüşüyor. YUNANİSTAN: BU SORUNLARI ÇÖZMELİYİZ, GELECEK YOK Kasım sonundan bu yana Yunanistan’da çiftçiler, tarım desteklerinin gecikmesini protesto ederek özellikle ulaşım ağını hedef alan bir eylem dalgası başlattı. Kıvılcım, AB kaynaklı sübvansiyonların aylarca ödenmemesi ve yaklaşık 600 milyon avroluk açığın oluşmasıydı; hükümet gecikmeyi tarım fonlarındaki yolsuzluk soruşturmasına bağladı. Ancak on binlerce üretici, ekim öncesi tohum, yem ve mazot alamadı. Koyun-keçi çiçeği salgını nedeniyle sürülerin azaltılması, sel felaketlerinin yaralarının hâlâ sarılamaması ve girdi maliyetlerindeki artış bu öfkeyi besledi. Zira geciken her ödeme, köylü için daha fazla borç ve iflas riski demekti. Kısa sürede eylemler birkaç noktadan çıkıp ülke çapında koordineli bir harekete dönüştü. Traktör konvoyları ana otoyolları ve kuzeyde Bulgaristan, Türkiye ve Kuzey Makedonya’ya açılan sınır kapılarını zaman zaman kapattı; TIR’lar kuyruklarda bekledi. Çiftçilerin hedefi doğrudan lojistik merkezlere kaydı. Heraklion’da bir grup eylemci güvenlik hattını aşarak apron kısmına girince uçuşlar geçici olarak durduruldu. Tesalya’daki Volos limanı da aynı dalga içinde traktör ve kamyonlarla bloke edildi; tahıl ve diğer tarım ürünlerinin yüklemesi aksadı. Çiftçilerin temel talepleri, geciken AB ve ulusal desteklerin hızla ödenmesi, soruşturmanın gerçek üreticileri cezalandırmadan yürütülmesi, hayvan hastalıkları ve seller nedeniyle oluşan kayıpların telafi edilmesi ve girdi maliyetlerini aşağı çekecek kalıcı önlemler şeklinde çeşitlendi. Hükümet yıl bitmeden ödemelerin büyük kısmının yapılacağını söylüyor, ancak çiftçiler somut adım görmeden protestoları bırakmama eğiliminde. STRAZBURG’DAN BRÜKSEL’E: MERCOSUR’A HAYIR Kasım sonunda Avrupa Parlamentosu ve Komisyon’da AB-Mercosur serbest ticaret anlaşmasında sona gelinmişken, La Via Campesina Avrupa Koordinasyonu (ECVC) bileşeni çiftçiler önce Strazburg ve Brüksel’de sokağa çıktı. İki kentte eş zamanlı yapılan eylemlerde ortak talep, anlaşmanın tamamen reddedilmesi ve çiftçilerin “toksik serbest ticaret” adına feda edilmemesiydi. Strazburg’da Fransa başta olmak üzere farklı ülkelerden gelen küçük ve orta ölçekli çiftçiler, Avrupa Parlamentosu önünde ve kentin ana arterlerinde bir araya gelerek AB-Mercosur’un durdurulmasını, anlaşmanın Avrupa Adalet Divanı’na götürülmesini ve tarımın şirket çıkarlarına göre değil kamu yararı ve gıda egemenliği ekseninde düzenlenmesini talep ettiler. 17 Aralık’ta bu hat Belçika’daki Liège havaalanına taşındı. Avrupa Süt Kurulu (EMB) ve ECVC’ye bağlı örgütlerin çağrısıyla yaklaşık bin civarında küçük ve orta ölçekli çiftçi, Avrupa’nın önde gelen kargo merkezlerinden birini hedef aldı. Çiftçiler, Güney Amerika’dan gelecek ürünlerin aynı çevresel ve sosyal standartlara tabi olmayacağı, bunun da hem haksız rekabet hem de çiftçi gelirlerinde çöküş anlamına geleceği uyarısını yaptılar. Bu mobilizasyonların en görünür halkası ise 18 Aralık’ta AB liderler zirvesi sırasında Brüksel’de yaşandı. Binlerce çiftçi, Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu çevresindeki yolları tutarak AB-Mercosur anlaşmasına ve aynı anda gündemde olan Ortak Tarım Politikası’na (OTP) karşı çıktılar. EYLEMLERDE OTP NEREDE DURUYORDU? Liège havaalanı çağrısında OTP da tartışmanın merkezindeydi. Mercosur karşıtlığını “güçlü bir OTP” ve kamusal piyasa düzenlemesi talebiyle birbirine bağlınıyordu. ECVC, Komisyon’un son yıllardaki çizgisini “pazar deregülasyon” olarak tanımlıyor ve müdahale alımları, üretim kotaları, kamu stokları ve ithalat kısıtlamaları gibi araçların tasfiye edilmesine, OTP bütçesinin daraltılmasına ve çiftçi gelirini piyasa dalgalanmalarına terk eden modele itiraz ediyor. Bu nedenle Liège eylemi, yalnızca Mercosur’a itiraz değil, aynı zamanda fiyatların garanti altına alındığı, piyasa düzenleme araçlarının geri getirildiği ve güçlü bir OTP talep eden bir baskı hattı olarak kurgulanmıştı. Büyük ölçekli işletmeler ve onların ana örgütleri Copa-Cogeca güçlü OTP talebine ECVC’den farklı bir yerden bakıyor. Onlar için temel mesele, OTP bütçesinin bağımsız ve yüksek kalması, ama bu bütçenin ECVC’nin savunduğu tarzda yeniden dağıtım ve sıkı piyasa düzenlemesiyle bağlanmaması. Komisyon’un önerdiği zorunlu kademeli kesinti (degressivity), ödeme tavanı (capping) ve büyük işletmelerden küçük-orta ölçekli işletmelere doğru kaynak aktarımı, bu çevrelerde ölçek büyütmüş işletmeleri cezalandıran bir hat olarak görülüyor. FRANSA: BİZİ HEPSİNİ KESMEYE ZORLUYORLAR Fransa’da sığır nodüler dermatitinin (lumpy skin disease) görülmesiyle birlikte, hükümet her vakada “tam sürü itlafı” ve çevrede zorunlu aşılama içeren sert bir strateji benimsedi. Bir ahırda tek vaka tespit edilse bile bütün sürünün kesilmesini öngören bu yaklaşım, yaz sonundan itibaren 100’ün üzerinde odakta 3 binden fazla hayvanın öldürülmesine yol açtı. Aralık ortasında bu politikaya karşı blokajlar başladı. Onlarca traktör otoyolu kapattı, bazı kentlerde çiftçiler kamu binalarının önüne gübre ve saman döktü. Protestolar ilerleyen günlerde ülke geneline yayıldı. Çiftçi örgütleri ve özellikle Confédération Paysanne, “tam sürü itlafı”nın durdurulmasını, hastalığın öncelikle yaygın aşılama ve biyogüvenlik önlemleriyle kontrol altına alınmasını, itlaf kararı alınan işletmelerde olgu bazlı değerlendirme talep ettiler. Buna, tam tazminat ve kaybedilen sürülerin yeniden kurulması için uzun vadeli destek talebi eşlik ediyor. Hükümet ise, AB mevzuatını ve Balkan ülkelerinin önceki salgın deneyimini gerekçe göstererek tam itlaf çizgisini savunuyor. Aynı zamanda ordu lojistiğiyle 750 bin ek dozluk aşı kampanyası başlatıldı ve milyonlarca hayvana aşı yapılacağı açıklandı. Bazı çevrelerde, bu politikanın Mercosur anlaşması öncesi Fransız sığır varlığını azaltarak ithalatı artırmanın yolu olduğu iddiası da dolaşıyor ve bu da sahadaki güvensizliği besleyen unsurlardan biri haline gelmiş durumda. EKONOMİK, EKOLOJİK, SİYASAL TIKANMA Yunanistan, Fransa, Brüksel ve Liège hattına birlikte bakınca, karşımıza tek tek memnuniyetsizlikler değil, Avrupa tarım rejiminin neoliberal krizinin tablosu çıkıyor. Bugün yaşanan, bu modelin hem ekonomik hem siyasal hem de ekolojik açıdan tıkanması. Yunanistan’da yolsuzluk soruşturması gerekçesiyle destek ödemelerinin durdurulması, Fransa’da “tam sürü itlafı” kararlarının tereddütsüz uygulanması, Mercosur sürecinde rekabetçilik söylemi aynı çizginin farklı yüzleri. Kriz aynı zamanda içerden, tarımın kendi sınıfsal yapısından büyüyor. Küçük ve orta ölçekli çiftçiler ile tarım emekçileri, adil fiyat, piyasa düzenlemesi, toprağa erişim ekseninde talepler yükseltirken, büyük işletmeler, şirketler ve onların örgütleri rekabet gücünü koruyan esnek bir rejim istiyor. Aynı konvoyda Brüksel’e giden bu iki kesim, aslında tamamen farklı bir tarımsal gelecek tahayyül ediyor. Bu nedenle mevcut OTP tartışması, tarımın kendi içindeki sınıf çatışmasının da zeminine dönüşmüş durumda. Lojistik merkezlerin hedefe oturması, krizin bir başka boyutuna işaret ediyor. Sınır kapıları, limanlar, havaalanları ve Liège’de kargo hub’ı… Tarımdaki artı değerin giderek süpermarket zincirlerinde, gıda tekellerinde ve küresel lojistik şirketlerinde biriktiği bir rejimde, siyasal basınç da tarladan buraya taşınıyor. AB kurumlarının verdiği yanıtlar bu yapısal krizi çözmekten uzak. OTP’de tartışılan düzeltmeler ne fiyat oluşumunu ne de ticaret anlaşmalarının yarattığı baskıyı değiştiriyor. Bu yüzden talepler ve çözümler arasındaki uçurum da büyüyor. Sonuçta Avrupa’da tarımın neoliberal krizi, hem bir temsiliyet hem de bir birikim krizi olarak yaşanıyor. Bugünkü mobilizasyonlar bu krizin ilk büyük dalgası değil. Geçtiğimiz senelerde de sinyallerini almıştık. Talepler karşılanmadığı ve ticaret–OTP ekseni köklü biçimde yeniden düzenlenmediği sürece, traktörlerin yakın tarihte yeniden yollara çıkması kaçınılmaz görünüyor.