Claude Monet, 1872-73, İzlenim: Gün Doğumu İzlenimcilik ya da empresyonizm akımına adını veren resim, Monet’nin “İzlenim: Gün Doğumu” adlı çalışmasıdır. Resim ilk defa bağımsız bir sergide izleyenlerle buluştuğunda ön yargıyla karşılanmış ve hatta alaya alınmıştı. Eleştirmen Louis Leroy, resmi bitmemiş olarak değerlendirmiş ve resmin en fazla bir izlenim olabileceğini söylemişti. Böylece izlenim kelimesi, başta Monet olmak üzere 1874’teki sergiye katılan diğer sanatçılar tarafından da sahiplenilerek bir akımın adına dönüşür. 1874’teki bu önemli sergi, bir ressam grubu tarafından sınırlayıcı Salon sergilerinden ve akademiden bağımsız olarak eserlerini sergilemek üzere açılmıştı. İzlenimciler adından önce kendilerine kısaca Anonim Ressamlar, tam ve uzun haliyle Ressamlar, Heykeltıraşlar ve Gravürcüler Anonim Topluluğu demekteydiler. Bu toplulukta Pissarro’dan Renoir’a, Degas’dan Cézanne’a bir dönemin neredeyse tüm önemli sanatçıları bir aradadır. 1874’te açtıkları ilk sergi itibariyle modern sanata yön vermişler ve art arda 1876’da, 1877’de açtıkları sergilerle giderek eleştirmenlerden daha olumlu yorumlar almaya başlayarak kendilerini kabul ettirmişlerdir. Monet, Renoir, Pissarro, Cezanne, Sisley ve diğerleri, hepsinin de amacı gerçeği betimlemenin yeni yöntemlerini bulmak ve Romantiklerin ya da Realistlerin kullandığı birçok geleneksel kuralı, özellikle ışık gölge kullanımını değiştirerek yeni bir dil oluşturmaktı. İzlenimcilik ile başlayan, giderek kendi üsluplarını oluşturan bu sanatçıların bazıları daha sonra öncüsü oldukları farklı bir akımla anılacaktı. Örneğin Cezanne Kübizme gidecek yolu açacak, Pissarro Puantilizm adını verdiği yeni bir akımın önemli ismi olacaktır. Monet ise izlenimciliğin zorlu yollarında çağdaşları için ilham olan eserler üretmeye devam eder. Monet’nin, Le Havre limanının sisli bir görünümüne yer verdiği “İzlenim: Gündoğumu” resmi ile başlayan serüveni, en çok bilinen resimlerinden “Nilüferler” serisine ve Paris yakınlarındaki Giverny’de kurduğu, yaşamının son dönemini geçirdiği bahçesindeki çalışmalara kadar uzanacaktır. Tüm bunların hemen öncesinde, Monet’nin aklındaki resimde ışık kullanımı tartışmasında önemli bir kırılma noktası olan, Turner’ın resimlerini Londra’da görmesi vardır. Geçen haftalarda yine bu köşede ele aldığımız İngiliz ressam Turner’dan ve özellikle Thames Nehri üzerindeki sisleri betimleyen tablosundaki ışığı kullanma biçiminden çok etkilenir. Turner’in resimlerindeki farklılık, ele aldığı konudan ziyade ışığın ortaya çıkardığı renk paletini kullanma biçimidir. Turner’da gördüğü, kontrast ışık gölge yerine birbirine yakın tonların kullanımının yarattığı geçişkenlik, fırçanın hızlı, dışavurumcu tavrı, resmi daha hareketli ve hatta sanki zamanı yakalamış hissettirmesidir. Böylece Monet, 1870’de patlak veren Fransa-Prusya Savaşında askere alınmamak için gittiği Londra’dan, izlenimciliğin önemli bir unsuru olan ışık kullanımıyla ilgili ceplerini doldurarak ülkesine geri döner. Bu sırada Fransa Prusya’ya yenilir ve III. Napolyon hükümeti düşer. Fransa’da Üçüncü Cumhuriyet, devrimcilerin bir yandan Fransa’yı işgal eden Prusya ordularıyla savaşıp bir yandan da Napolyon hükümetini alaşağı etmesiyle kurulur. Monet Fransa’ya döndüğünde Üçüncü Cumhuriyet’in Anayasası kabul edilmiştir bile. Monet, 1871’de ülkesine döndüğünde, Paris’e yakın bir yerleşim yeri olan Argenteuil’e taşınır. Seine nehrini çeşitli görüş açılarından sayısız kez resmeder, sonunda bir tekne kiralayarak nehrin üzerinde hareket edebildiği bir atölye yaratır. Monet, ışığın nehir üzerindeki değişimlerini, ortaya çıkan renk oyunlarını yakından izleyebildiği yüzen atölyesinde gün boyu çalışır. Monet’nin bu çalışma disiplini çağdaşı ressam Manet’yi oldukça etkiler ve Monet’yi tekne atölyesinde eşiyle birlikte gösteren bir resim yaparak ilginç olan bu çalışma yöntemini belgeler. Edouard Manet, 1874, Monet Tekne Atölyesinde, Neue Pinakothek-Münih Monet’nin ışığı ve zamanı yakalama takıntısını en iyi gösteren çalışmalarından biri de Katedral serisidir: Aşağıda dokuz tanesine yer verdiğimiz bu çalışmalardan toplam otuzdan fazla yapmıştır. Monet bu ve benzeri serilerinde izleyiciye, resme konu ettiği nesneden ziyade, ışığın o nesneyi belirli bir zaman ve mekânda algılayışımızı nasıl etkilediğini gösterir. Doğa asla yerinde durmamakta, zamanla her şey değişmektedir. Monet’nin denediği şey ise bir nevi imkansızı yakalamaktır. Işık sürekli değiştiği için ince ayrıntıları yakalamanın zorluğu onu, hızlı ve kalın boya katmanlarıyla çalışmaya yönlendirir. Ayrıca fırçası da hızlı olmalıdır ki, bu fırça vuruşları da izlenimcilik akımının ayırt edici özelliklerindendir. Monet, her ne kadar resimlerini açık havada bitirmeye çalışsa da bunu gerçekleştiremediği durumlarda zihnine kazıdığı imgelerden yola çıkarak atölyesinde tamamlar. Katedral serisini de 1892-93 yıllarında Normandiya’da Katedral’in karşısında çalışmış, ardından 1894’te atölyesinde yeniden elden geçirmiştir. Monet, 1892-1894, Rouen Katedrali çalışmalarından örnekler İzlenimcilik, doğayı izlemekten, zamanın nesnede yarattığı farklılığı resmetmekten ve ışığın yarattığı algı oyunlarını yakalamaktan ortaya çıktı. Aslında gerçekliğin bir başka yorumuydu. Bu amacın ortaya çıkardığı biçim, yani renkler, fırça hareketleri, ışığın kullanımı başka amaçlar için de yöntem oldu. Örneğin Osmanlı döneminde Paris’e eğitime gönderilen Akademi mezunu genç sanatçıların en fazla etkilendikleri ve kendi sanatlarına mal ettikleri akım İzlenimcilik olmuştu. 1914 Kuşağı olarak adlandırılan bu ressamlar, izlenimciliğin yöntemiyle Anadolu’nun gerçeğinden yola çıkan konuları ele almış, Kurtuluş Savaşı’nda savaşı anlatmış, bir halkın ülkesini kurtarışını ve Cumhuriyet’i kuruşunu resmetmiştir. Zamanın akışını en iyi hissettiğimiz Aralık’ın son günlerinde, yeni yıla girmeden önce geçmişi değerlendirme, geleceğe dair dileklerde bulunma adettendir. Konu itibariyle izlenimcilikten yola çıkarak hızlı akan yaşamlarımızda zamanı daha çok yakalayabildiğimiz, mümkünse yakaladığımız anları bir sanat eserine dönüştürebildiğimiz ve ışığın hepimize yol gösterdiği bir yıl olmasını dilerim.