Medya ve iş dünyasından tanınmış isimlerin karıştığı iddia edilen uyuşturucu ve seks partileri gündeme bomba gibi düştü. İddialar içinde en rahatsız edici olan, kadın spikerlerin taciz edildiği, cinsel birlikteliğe ve söz konusu partilere katılmaya zorlandığı. Farklı ülkelerdeki skandal haberlerine benzer bir olay bu. En yakın örnek Jeffrey Epstein. ABD’li zengin pedofilin kurduğu kadın ticareti düzeninde güç konumundaki adamların isimleri çocuk yaştaki kızlarla cinsel birliktelik iddialarına karıştı. Çeşitli düzeylerde yönetici koltuğuna oturan ve topluma yön vermesi beklenen bu insanlar rol model olmayı bir kenara bırakın toplumsal yozlaşmanın birer simgesi haline geliyorlar. Peki bu nasıl oluyor? ■ Neoliberalizm şeytan üçgeni: Başarı, özgürlük ve mutluluk Son elli yıla damga vuran neoliberalizm; bireysel başarı, sınırsız özgürlük ve kesintisiz haz ideallerini ciğerlerimize soluduğumuz hava gibi içimize işledi. Toplumsal normların ve insani değerlerin aşındığı benmerkezci bir yaşam tarzını giderek benimseyen insan, yeterlilik kavramından yoksun “her şeyin daha fazlası” noktasına varmak için kesintisiz bir çaba içinde. Bu kişisel projede mutluluk uğruna çalışılması ve kazanılması gereken bir “ürün”. Mutluluğun ölçütü iyi hissetmek, göstergesi alınan haz. Bu iklim güç kavramını fazlasıyla yüceltti. Ancak güç ve statü kavramları birbirine girdi. Hizmet, liyakat ve toplumsal katkı üzerinden inşa edilen statü, aidiyet ve sorumluluk duygusunu güçlendirir. Ama neoliberal düzende yetki ve kontrol üzerinden tanımlanan güç, kişide ayrıcalıklı ve dokunulmaz olma algısını besliyor. ■ Güç, insanı değiştirir mi? Bir insan güç elde edince başka bir kişiliğe dönüşmez. Ama güç; insanın bakış açısını, dikkatini ve muhakemesini yeniden biçimlendirir. Araştırmalara göre güç insanlarda olumlu duyguları ve iyimserliği arttırıyor, kendilerini kısıtlamadan, rahatça hareket etmelerine yol açıyor. Yani daha fazla risk alabiliyorlar. Uyuşturucu kullanma, seks partileri verme bu yüzden. Buna karşılık gücü olmayanlar daha çok risklere ve tehditlere odaklanıyor, bu da daha tereddütlü davranmalarına neden oluyor. Güç insanı zehirleyerek doğrudan kötü yapmıyor. Ancak gücü arttıkça kişinin dikkatinin kendine odaklandığını gösteren araştırmalar var. İnsani değerlerin pusula işlevini yitirdiği bir sosyopolitik ortamda bu kendine odaklanma, çıkarlar doğrultusunda davranma eğilimini artıyor. Ahlaki muhakemesi zayıflayan kişi, konumundan aldığı güvenle her şeyi kendine hak görüyor, sınırsız davranabiliyor. Üstelik güç, insanları insan olmaktan çok araç ya da engel olarak görmeyi kolaylaştırdığı, onların duygularına ve deneyimlerine empatiyi de zayıflattığı için her türlü istismar ve tacizin önü açılıyor. Gücüyle tehdit ederek insanları boyunduruk altına almak ve sözünü dinletmek kolaylaşıyor. ■ Gücün dengeye ve denetime ihtiyacı var Gücün kötüye kullanımı meselesini bireylerin ahlaki donanımına indirgemek hem yetersiz hem de yanıltıcı olur. Asıl belirleyici olan, gücün doğurduğu psikolojik değişimin hangi toplumsal ve siyasal koşullar içinde ortaya çıktığı. Şeffaflığın sınırlı, denetim mekanizmalarının zayıf olduğu, hesap sorulabilirliğin kişilere göre değiştiği yapılarda zihinsel kayma hızlanır; sınır ihlalleri istisna olmaktan çıkar, giderek olağanlaşır. Buna karşılık açık kuralların herkes için geçerli olduğu, bağımsız denetimin işlediği ve güçlü bir etik anlayışının canlı tutulduğu yapılarda, bireyin psikolojisi de daha fazla özdenetim ve sorumluluk üretir; “herkes böyle yapıyor” gerekçesi meşruiyet kazanamaz. Bu nedenle çözüm, gücü sınırlandıran, görünür kılan ve psikolojik olarak dengeleyen yapıları bilinçli biçimde kurmaktadır. Gücü kullananı da toplumu da koruyan şey, bireysel erdem çağrıları değil; insan zihninin sınırlarını hesaba katan kamusal düzenlemelerdir.