Yunus Emre Ceren Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi (ÇOMÜ) İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesinden Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hayrettin İhsan Erkoç, Kazakistan’da bugüne kadar üzerine hiçbir çalışmanın yapılmadığı bir yazıtı inceleyerek, Oğuzların İslamiyeti kabul etmeden önce yazılı dil kullandığını ortaya çıkardı. Erkoç ile Oğuzlara dair birçok kabulü geçersiz kılan bu bulgusu ve akademinin durumu üzerine konuştuk. Öncelikle alanla hiç alakası olmayan okurlarımız için bu bulgunuzu açıklar mısınız? Bu buluntunun, günümüzdeki Türkiye Türkleri, Azerbaycan Türkleri ve Türkmenlerin ataları olan Oğuzlara ait bir yazıt olduğunu düşünüyoruz. Sanırım bir kaçak kazıda çıkarılmış ve bir köy okulunda bulunuyormuş. Sizin bu bulguya ulaşım süreciniz nasıl oldu peki? Yazıt, Kazakistan’ın Türkistan şehri yakınlarındaki Orañğay köyünde bulunan tarihî Oğuz yerleşimi Kültöbe’de 1990’lı yıllarda yapılan kaçak bir kazının ardından bölgedeki ortaokul öğrencileri tarafından bulunmuş ve sonrasında bu köyün içindeki Muḫtar Äwesov Ortaokulu’nda bulunan yerel müzeye teslim edilmiş. Kendim 2021 yılında Kronik Kitap’tan çıkan Yenisey’den Seyhun’a Türkler: Kırgızlar, Türgişler, Karluklar ve Oğuzlar başlıklı kitabımı yayımladıktan sonra, kitabımda incelediğim Türk halklarının yaşadıkları bölgeleri gezmeye başladım. Bu yıl Ağustos ayının başlarındaki durağım, Kazakistan’ın güneyi ile batısında bulunan tarihî Oğuz yurdu oldu. Buraya gitmeden önce, Oğuzlara ait yerleşimlerle ilgili mevcut literatürden ve daha önce burada kazılara katılmış olan Dr. Serhan Çınar’dan bilgiler aldım. Kendisinin önerisi üzerine, Türkistan şehrindeki Ahmet Yesevi Üniversitesi Tarih Bölümü’nden Doç. Dr. Bagdaulet Sizdikov’la görüştüm. Bagdaulet Hoca bana Orañğay’daki Kültöbe’ye ve köyün içindeki müzeye gitmemi önerince, rehberim Ahmet Yesevi Üniversitesi Türkoloji Bölümü lisans öğrencisi Alparslan Kavaklı’yla 6 Ağustos 2025 günü söz konusu yerlere gittim. Müzeyi gezerken de tesadüf eseri bu yazıta denk geldik ve yaptığımız araştırmalar sonucunda, eser hakkında hiçbir bilimsel yayının olmadığını görünce hakkında bir makale yazarak varlığını bilim dünyası ile kamuoyuna duyurmaya karar verdik. Sizden önce o bölgede Oğuzca bir yazıta rastlandı mı? Bölgeden başka örnekler beklenebilir mi? Yaptığım literatür taramasında gördüğüm üzere, aslında Sovyet döneminden beri bu bölgede civar yerlerde de başka benzer yazıtlar bulunmuş. Ancak bunların hiçbirisi Oğuzlarla özdeşleştirilmemiş, bazıları için farklı tarihlendirmeler önerilmiş ve farklı halklarla özdeşleştirilmiş veya hiç yorum yapılmadan yayımlanmış. Dolayısıyla Kültöbe Yazıtının ve bölgedeki diğer yazıtların Oğuzlara ait olabileceğini ilk kez biz önermiş olduk. İleride bölgede yapılacak arkeolojik kazılarda başka yazıtların çıkacağını da düşünmekteyiz. OĞUZLAR İSLAM ÖNCESİNDE YAZILI DİLE GEÇMİŞ Bulgunuz daha şimdiden Kültöbe Yazıtı olarak adlandırılıyor. Bu bulgunuz literatürdeki kimi oturmuş fikirlerde değişime yol açar mı? Oğuzların İslam-öncesi kültürleri ile Türk dili tarihi üzerine bugüne kadar yapılan çalışmalarda, Oğuzların erken dönemlerinde yazı kullanmadıkları, Oğuzların konuştukları lehçe olan Oğuzcanın bu dönemde yalnızca sözlü bir dil olduğu ve Oğuzcanın ilk kez 13. yüzyılın ortalarında Anadolu’da Arap yazısının benimsenmesiyle bir yazı dili hâline geldiği kabul edilmekteydi. Bu yeni buluntu ve daha önce bulunan diğer yazıtlarla birlikte ise, İslamlaşmadan önce Oğuzların tıpkı Gök Türkler, Uygurlar, Türgişler ve Kırgızlar gibi Türk Yazısı’nı kullandıkları ve Oğuzcanın bir yazı dili olduğu anlaşılmıştır. Akademide maalesef özellikle tarih bölümlerinde, kesinlikle aralarına girilemeyecek kimi klikler mevcut. Adı konulmamış bir kural gibi adeta. Sizin de buralarla zaman zaman tartışmalarınız oldu, ancak genel olarak akademinin bu bulgunuza tepkisi ne oldu? Dediklerinizde son derece haklısınız. Ne yazık ki bazı meslektaşlarımız akademisyenliğe yakışmayan böyle tavırlar içerisinde bulunabiliyorlar. Makalemiz yayımlandıktan ve basına çıktıktan sonra elbette şimdiye kadar bu tarz kişilerden herhangi bir kutlama veya tepki gelmedi, ancak mesleğini hakkını vererek yapan ciddi meslektaşlarımızdan çok olumlu karşılıklar aldık. Tabii çalışmamız henüz çok yeni yayımlandığından dolayı ileride başka dönüşler de olabilir. Bu da kişisel bir soru olsun. Orta Asya’da saha çalışması yürütmenin zorlukları neler? Bir kere Orta Asya zorlu ve çok geniş bir coğrafyaya sahip. Mesafeler birbirlerinden oldukça uzaklar, şehirlerarası yollar bazen dar veya bozuk olabiliyor, hatta gidilmesi planlanan kimi yerlerde yol bile olmayabiliyor. Genç nesli hariç tutarsak yerli halk pek İngilizce bilmiyor ve sağlam bir iletişim kurmak için mutlaka yerel dillerden birisini veya Rusçayı konuşup anlayabilmek gerekiyor, bir diğer seçenek ise çok sağlıklı olmamakla birlikte çeviri yazılımlarını kullanmak. Orta Asya’da bugün konuşulan Türk dilleri aslında biz Türkiye Türkleri için öğrenmesi zor diller değiller, dolayısıyla kısa bir çalışmayla bu dillere aşinalık kazanılabiliyor. Bazı ülkelerde ise devlet otoriteleri çok rahat çalışma yapılmasına izin vermeyebiliyor, ancak bu durum bölgenin geneli için elbette geçerli değil. Şimdiye kadar saydıklarımız işin zorlukları, ancak kolay tarafları da var diyebiliriz. *** ‘TÜRKOLOJİ ARAŞTIRMALARININ GELECEĞİNDEN UMUTLUYUM’ Son olarak Türkoloji çalışmalarının mevcut durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Yeterli mi sizce? Türkiye’de İslam-öncesi Türk tarihi üzerine yapılan çalışmalar ne yazık ki beklenilen düzeye henüz tam olarak erişebilmiş değil. Özellikle genç meslektaşlarımız veya meslektaş adaylarımız arasında orijinal ve başarılı çalışmalar yapanlar var ve kendilerini takdirle takip ediyoruz. Ancak eski nesil araştırmacıların çoğu ve yeni nesil araştırmacıların bir bölümü, daha önce yapılmış çalışmaları tekrar etmekten başka bir şey yapmıyorlar ve güncel literatürü kesinlikle takip etmiyorlar veya görmezden geliyorlar. Türkoloji alanında benim çalıştığım dönemlerde dilci meslektaşlarımız ise çok daha üretkenler ve çok daha orijinal çalışmalar kaleme alıyorlar, kendilerini takdirle takip ediyorum ve çalışmalarından bolca yararlanıyorum. Yabancı Türkologlar da Eski Türkçe üzerine çok başarılı çalışmalar kaleme almaya devam ediyorlar. Eski Türk tarihi alanı ülkemizde hâlâ yukarıda değindiğim sorunlara sahip olmakla birlikte dünyadaki güncel literatüre bakıldığında ülkemizin bu konuda en üretken ülke olduğunu söyleyebiliriz. Eski Türklük çalışmalarında yurtdışında dil alanı hâlâ çok popülerken bu ilgi artık ne yazık ki tarih alanında eskisine oranla azaldı diyebiliriz. Son olarak değinmek istediğim bir diğer husus ise, İslam-öncesi Türk tarihi alanında ciddi bir tarihî kaynak eksikliği bulunuyor. Dolayısıyla yazılı kaynaklar bu alanda bize yalnızca sınırlı bilgiler sunuyor. Bu bilgiler çok değerli olmakla birlikte, yazılı kaynaklarda olmayan veriler arkeoloji, dilbilimi, antropoloji, arkeogenetik ve klimatoloji gibi farklı alanlardan edinilebiliyor. Saydığım bu alanlardan toplanan veriler de bize yazılı kaynaklardaki eksiklikleri tamamlama fırsatı sunuyor. Ne yazık ki ülkemizde özellikle eski nesil tarihçilerin çoğu bu tarih-dışı verilerden yararlanmıyor, ancak yeni nesilden çeşitli araştırmacılar bu verilerin değerinin farkındalar ve ileride eski Türk tarihi alanında pek çok bilinmeyen hususun aydınlatılacağı konusunda umudum yüksek diyebilirim.