Türkiye’de yasadışı bahis sektörü, uyuşturucu ticareti ve paralelinde gelişen kara para aklama pratikleri, artık adliye haberlerinin konusu sayılan "marjinal suç alanları" olarak görülemeyecek denli büyüdü, derinleşti ve sıradanlaştı. Bugün karşı karşıya olduğumuz tablo sistemin dışında kalan 3-5 çetenin münferit hikâyesi değil; kayıt dışı ekonominin sermaye birikim süreçleriyle etle tırnak gibi kaynaştığı, yasal olanla olmayanın sınırlarının silikleştiği bir sistem sorunununa işaret ediyor. Bu nedenle mesele bir bütün olarak Türkiye kapitalizminin temel dayanaklarını ilgilendiren yapısal bir çürüme olarak okunmalı. Bu yapının en somut ve devasa ayağını oluşturan yasadışı bahis sektörü ulaştığı hacimle kayıt dışı ekonominin motoru haline geldi. MASAK’ın güncel verilerine göre bu sektördeki yıllık işlem hacminin 50 milyar dolar seviyesini aştığı ve sadece 2023 yılında en az 280 bin banka hesabının bu trafiğe aracılık ettiği görülüyor. Kripto varlıklar ve kiralık hesaplar üzerinden dolaşıma sokulan bu devasa paralar çoğunlukla inşaat, turizm ve hizmet sektörlerinde "aklanarak" “yasal” ekonominin ihtiyaç duyduğu sıcak paraya dönüştürülüyor. Dolayısıyla işsizlik ve borç batağındaki yüz binlerce insanı hedef alan yasa dışı bahis, kayıt dışı sermaye birikimini finanse eden dev bir istihdam alanı olarak sürekli teşvik edilmeye ve büyümeye devam ediyor. Son yıllarda benzer bir genişleme Türkiye’nin jeopolitik konumu itibariyle merkezinde durduğu uyuşturucu piyasasında da rahatlıkla gözlemlenebilir. Türkiye uzun süredir eroin rotası üzerindeyken, son yıllarda kokain ve sentetik uyuşturucu ticaretinde de küresel bir merkeze dönüştü. Örneğin Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi raporları Türkiye'de yakalanan kokain miktarının son yedi yılda yedi kat artış gösterdiğini ve Emniyet’in verileri metamfetamin yakalamalarındaki artışın yüzde 100'leri aştığını açıkça gözler önüne seriyor. Bu piyasa için yakalanan miktarın her zaman asıl trafiğin çok küçük bir kısmını oluşturduğu genel kabulünü gözden kaçırmayalım. Bu durumda milyarlarca dolarlık uyuşturucu parasının da bahis gelirleriyle benzer kanallardan sisteme girip “temizlendiği” gerçeği bir kez daha suratımıza çarpıyor. Peki nedir o kanallar? Türkiye nasıl devasa bir çamaşır makinesine dönüşüverdi? Tüm bu yasadışı faaliyetleri birbirine ve Türkiye kapitalizminin merkezine taşıyan ana damarı yani kara para aklama mekanizmalarını konuşmamak olmaz. Türkiye’nin kronikleşen döviz ihtiyacı ve sıcak para bağımlılığı daima kaynağı belirsiz paraların ülkeye girişini teşvik eden bir zemin yaratageldi. Son 15 yılda ondan fazla kez çıkarılan "Varlık Barışı" yasaları, yurt dışından getirilen paranın kaynağının sorulmayacağının taahhüt edilmesi, Türkiye’nin uluslararası finansal izleme raporlarında şu meşhur “gri liste”ye alınmasının temel nedenlerinden biri oldu. Gayrimenkul alımları, aniden büyüyen paravan şirketler ve lüks tüketimdeki patlama ise bu kirli paranın aklanma sürecinin vitrinini oluşturuyor. Devlet bu zamana kadar burnunun dibinde dönen bu devasa çarkı görmemişti de şimdi görür görmez temizlemeye mi koyuldu yoksa bu bataklığın bir iç hesaplaşmasını ve ince ayarını mı izliyoruz? Gelinen aşamada siyasetin ve devlet bürokrasisinin ülkedeki kirli para trafiğinden bağımsız olduğunu iddia etmek herhalde saflıktan öte, gerçeği bilinçli bir şekilde karartmak anlamına gelecektir. Siyasetin finansmanından, siyasetçilerin açıklanamayacak servetlerine, yerel yönetimlerin ihale paylaşımlarına varıncaya kadar her başlıkta kamu gücü, suç ekonomisini tasfiye etmek için değil, bu ekonominin sürdürülebilirliğini sağlamak ve ondan pay almak için seferber ediliyor. Suç ekonomisi derken, tekrar altını çizeyim, sermaye düzeninin bütününü kast ediyorum. Tepeden tırnağa herkesin bal tutup parmak yalama peşinde olduğu, ucuz yoldan köşe dönmenin, vurgun yapmanın, hırsızlık ve namussuzluğun normalleştiği iğrenç bir düzenin tepesindekilerden söz ediyoruz. Operasyonel başarı olarak sunulan her baskın, aslında sistemin merkezindeki devasa uru gizleyen kozmetik müdahalelerden ibaret. Devletin bizzat kendi koyduğu yasalarla “kirli” paranın önünü açmış olması, siyasi iradenin suçun ortağı haline geldiğini açıkça tescil etmiyor mu? Bu tablonun toplum üzerindeki maliyeti ise her zaman söylediğimiz gibi paha biçilemez düzeyde. Vurgun düzeni palazlandıkça alın teriyle geçinmeye çalışan emekçi iyice gözden düşüyor. Kamusal hizmetler şirket kârlarına kurban ediliyor. Toplumsal doku "kısa yoldan zenginleşme" illüzyonuyla çürümeye terk ediliyor. Milyonlarca yoksul umudu bahis sitelerinde, geleceği sentetik uyuşturucu tezgahlarında arayadursun. Şatafatlı yaşantıları, “prezantabl” görünümleriyle asıl suç baronları sistemin "saygın" paydaşları olmaya devam ediyor. Toplumun yalnızca cebinden çaldığı parayı değil, adalete olan inancını ve bir arada yaşama iradesini de yok etmeye kalkan bir düzenle karşı karşıyayız. Nihayetinde Türkiye sadece bir ekonomik krizin değil, bütünüyle bir sistem çöküşünün eşiğinde. Kapitalizmin içine düştüğü bu lağım çukurundan çıkışı mevcut aktörlerin ve mekanizmaların ıslah edilmesiyle mümkün olabilir mi göreceğiz? Göreceğiz ama izlemeyeceğiz… Ya bu kirli düzen toplumu tamamen yutacak ya da toplum bu düzeni yıkacak, kendi küllerinden temiz bir geleceği, bir emekçi cumhuriyetini inşa edecek. Bunun için mücadele ediyoruz.