İlişkilerde sevgi, çoğu zaman geniş bir alan açar, eksikleri tolere eder, hataları yumuşatır, taraflara zaman kazandırır. Sevgi çok cömerttir; beklemeyi, anlamayı ve zaman zaman alan tanımayı mümkün kılar. Bu sayede birçok ilişki, ilk bakışta zorlayıcı görünen pek çok duruma rağmen varlığını sürdürebilir. Ancak her şeyde olduğu gibi sevginin de bir ölçüsü vardır. Sevgi, kapsayıcı ve besleyici bir yapı olsa da, her koşulda aynı biçimde taşınamayabilir. Özellikle saygının zedelendiği, ilişkinin kendi iç sınırlarının ihlal edildiği durumlarda, sevginin taşıyıcı gücü tek başına yeterli olmayabilir. İlişkilerde alınan kararlar, her zaman uzun soluklu tereddütlerin ardından gelmez. Kimi zaman kişi, sınırlarını, hassasiyetlerini ve hangi noktada devam edemeyeceğini çok daha önceden bilir. Bu sınırlar gözetilmediğinde yapılan bazı seçimler, dışarıdan ani gibi görünseler de çoğu zaman kişinin seçimini kendinden yana kullandığı bir duruşun doğal sonucudur. Kişisel gelişim perspektifinden bakıldığında, insanlar zamanla kendi yaşam alanlarını daha net tanımlar. Hangi davranışların kabul edilebilir olduğunu, hangi tutumların ilişkiyi taşıyamayacağını fark ederler. Bu fark ediş, ilişkide nasıl ilerleneceğine dair içsel bir berraklık oluşturur. Bu noktada alınan kararlar da, bir anda oluşmuş bir refleksle ortaya çıkmadığı gibi, daha önce tanımlanmış bir hududun aşılmasına verilen doğal birer karşılıktır. Kişi neyi sürdürebileceğini bildiği kadar, neyi sürdüremeyeceğini de bilir. Dışarıdan hızlı görünen adım, içeride çoktan netleşmiş bir seçimin sonucudur. Enerji açısından bakıldığında bu tür tercihler, bir kopuştan çok bir hizalanmadır. Kişi, kendisiyle kurduğu ilişkiyi merkeze alır ve bu merkezi zedeleyen dinamik her neyse onu sürdürmemeyi seçer. Bu seçim, duyguların yok sayılması anlamına da gelmez, tam aksine, duygularla daha dürüst bir temasın başladığını gösterir. Sevgi, bu süreçte hâlâ var olabilir. İlişkiler sevgiyle başlayabilir ancak sevgi sürerken bile kişi, kendine olan saygısını korumak ve kendini tercih etmek zorunda kalabilir. Bu bir kayıp değil, ilişkinin içinde durulabilecek en sahici noktayı fark etmektir. Tam da bu sebeple, bir yılı geride bırakırken bazı sorular daha belirgin hale gelir. Geçmişe bakarken, yaşadıklarımızı bir tür sevgi arşivinden geçirir gibi düşünürüz. Neyi affettik? Neyi taşıdık? Neyin artık bizimle gelmemesi gerektiğini fark ettik? Ve işte bu noktada, ilişkilerde en sık karşılaşılan sorulardan biri kendiliğinden gündeme gelir: Sevgi her zaman affeder mi? Eğitmen kimliğimle, bütün bunlara ek olarak ben şunu diliyorum: Bu yıl, sevildiğimiz kadar anlaşıldığımız, sevgi dilimizin karşılık bulduğu, hassasiyetlerimizin gözetildiği ilişkilerle ilerleyebildiğimiz bir yıl olsun. Sevgi varken sınırların aşılmadığı, sabrın zorlanmadığı, kişinin kendini defalarca anlatmak zorunda kalmadığı bir alan mümkün olsun. Sevdiklerimizle sınanmak zorunda kalmadığımız, sevgiyi açıklamak ya da savunmak durumunda olmadığımız ilişkiler çoğalsın. Ve elbette, sevgi affedebilir. Sevgi gerçekten çok şey yapabilir. Ancak her affediş, bir ilişkinin aynı şekilde devam etmesi gerektiği anlamını taşımaz. Bazen en mucize seçim, hayatımızın şimdisi dediğimiz yerde, hiçbir çıkar hesabı olmadan, yalnızca içsel uyum esas alınarak yapılır. Ve bu da ilişkilerde olgunluğun en sade halidir.