“Demokratik İslam ise, Medine Vesikası’nın ruhuna dönmektir. O sözleşme farklı inançların, halkların ve kültürlerin öz iradesiyle, baskısız bir arada yaşama sözleşmesidir. Bilinmelidir ki gerçek cihad, nefsimize ve zulme karşı sürekli özeleştiriyle sürdürülen mücadeledir.” “Demokratik İslam çizgisinin inşasını, güçlenmesini ve toplumda zuhur etmesini sağlamak çok kıymetli ve değerli. Bunun bütün kapılarını ardına kadar açmak hepimizin görevi ve sorumluluğudur.” “Ümmet bilinci ile hareket eden Kürtler, Türklerle İslam kardeşliği ortak paydasında buluşarak Malazgirt Zaferi’nden günümüze kadar tarih ve kader birlikteliği yapmıştır.” “Malazgirt, Türk-Kürt-Arap'ın ortak zaferidir. Çaldıran, Türk-Kürt-Arap'ın ortak zaferidir. Ridaniye, Kudüs'ün fethi, İstanbul'un fethi ortak zaferimizdir.” Bu sözlerin ilki Öcalan ’a, ikincisi DEM lideri Tülay Hatimoğlulları’ na, üçüncüsü HÜDA PAR’ a ve sonuncusu Erdoğan ’a ait. Bu dört aktör de yürütülen çözüm sürecinin merkezine farklı tonlarda da olsa aynı doğrultuyu koymuş durumda. Sermaye sınıfının ihtiyaçlarına göre biçimlenen, Cumhuriyet karşıtı ve Yeni Osmanlıcı bir zeminde ilerleyen, dinci gericiliği merkezine alan bu süreçte en açık sözlü aktör, yayımladığı “çözüm süreci” raporuyla HÜDA PAR oldu. Gelin raporun ayrıntılarına yakından bakalım… Dışarda tehlike var, içerde gericileşelim Çözüm sürecinin başlangıç tarihi ile Suriye’de Esad iktidarının devrilmesi hemen hemen aynı tarihe denk geliyor. Ortada bir tesadüf yok. Türkiye sermaye sınıfı ve onun siyasi temsilcisi tarafından yürütülen planlı bir süreç var. HÜDA PAR’ın raporu bu açık ilişkiyi teyit ederek başlıyor: “Siyonist tehlikeye karşı “Türk-Kürt-Arap İttifakı” olarak özetlenebilecek “terörsüz bölge” söylemi; Kürt, Arap, Alevi ve Sünni fark etmeksizin bir bütün olarak Suriye’nin de Esad sonrası adil, huzurlu ve güven veren bir devlet düzenine kavuşması hedefiyle de örtüşmektedir. Ancak öncelikli hedef, Türkiye içinde silahların devre dışı kalması ile sorunlarımızı, çözüm için elverişli olan sivil siyaset zeminine taşıyıp sakince tartışmak olmalıdır.” Bunu söyleyen tek aktör HÜDA PAR değil. Çözüm sürecinin başından bu yana İmralı ve PKK çizgisi, hatta DEM sürekli olarak “İsrail sopası” göstererek açılıma işaret ediyor. Sorunun kaynağı Tanzimat, İttifak Terakki ve Cumhuriyet HÜDA PAR bu topraklardaki ilerici tüm hamlelere karşı açık bir pozisyon alıyor. Sırasıyla Tanzimat, İttihat ve Terakki, Cumhuriyet ve sol hedef alınırken, Kürtlerin yaşadığı sorunların kaynağı olarak bu başlıklar/aktörler öne çıkarılıyor. Raporda "ümmet" ve "islam çizgisi" Kürtler için en iyi “çözüm” olarak sunuluyor, şu ifadelere yer veriliyor: Nüfusunun oldukça büyük bir bölümü Osmanlı coğrafyasında yaşayan Kürtlerin; Tanzimat ve Islahat fermanlarıyla başlayan, İttihat ve Terakki’nin iktidara gelişiyle devam eden ve Cumhuriyet’in kurulmasıyla doruğa ulaşan Batılılaşma/Batıcılaşma serüveninin “kaybedeni” olduğu açıktır. Bu bağlamda, tarihsel süreç içerisinde bütün kazanımlarını “İslami ümmet anlayışı” içerisinde elde eden Kürtler, Batı’nın ulus-devletler üzerinden ümmeti bölme projelerine siyasi, askeri ve sosyal açılardan büyük bir direnç göstermiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan kısa bir müddet sonra devlet, toplumun inancına savaş açmış, hayat tarzını dönüştürmeyi hedefleyen köklü bir sekülerleşme projesini hayata geçirmiştir. Bu proje, herhangi bir toplumsal kesimle sınırlı olmadan ülke insanının tamamını kapsayan bir zihniyet dönüşümünü amaçlamış; dinin kamusal hayattan tasfiyesi, inancın toplumsal belirleyiciliğinin zayıflatılması ve yeni bir “makbul vatandaş” tipinin inşası hedeflenmiştir. Bu süreçten en fazla etkilenen toplumsal kesimlerden biri, tarihsel olarak kimliğini, aidiyetini ve siyasal varlığını büyük ölçüde İslam ümmeti içinde tanımlayan Kürtler olmuştur. TİP, Yalçın Küçük ve sekülerleşme hedefte Raporun dikkat çeken kısımlarından birisi Kürtler için önemli darbelerden birinin sekülerleşme olarak tarif edilmesi. Bu anlamda TİP’in doğu mitingleri ve Yalçın Küçük hedef haline gelirken, “ Kürtleri laik bir toplum haline getirmeye yönelik çabalara önemli katkı sağlayan isimlerden biri de Yalçın Küçük’tür. Yalçın Küçük, 1960 darbesinden sonra teşekkül eden Devlet Planlama Teşkilatı (DPT)’nda çalıştı ve “Uzun Vadeli Planlar Şubesi Müdürlüğü” yaptı. DPT, devlet için fikir ve proje üreten dönemin en önemli “sosyal mühendislik” merkeziydi. Küçük de DPT’de Kürtlerin 27 Mayısçı kadroların ideolojik kimlikleri doğrultusunda şekillendirilmesi için “uzun vadeli planlar” geliştirdi. Tasarladığı planları, önce TİP aracılığıyla, daha sonra ise Abdullah Öcalan ve örgütü üzerinden yürürlüğe koydu ” deniliyor. “ Tarihsel süreç irdelendiğinde toplumumuzun ve özellikle Kürtlerin sosyal bir mühendislikle inancından uzaklaştırılmaya, sistematik bir şekilde sekülerleştirilmeye çalışıldığını ve bu çabaların bugün de devam ettiğini göstermektedir ” denilen raporda, “ Hatırdan çıkarılmaması gereken husus şudur ki; Kürt toplumunu ve genel olarak bu coğrafyayı bir arada tutan asli zemin; İslam ortak paydasıdır. Seküler ideolojiler, yapay kimlik inşaları veya dış kaynaklı projeler bu halkı ayrıştıracak ve mevcut sorunların daha da büyümesine kaynaklık teşkil edecektir ” ifadesine yer veriliyor. Malazgirt öyküsü bitmek bilmiyor Raporda “ Malazgirt’ten Osmanlı’ya Kardeşlik ve Ortak Mücadele ” çağrısı yer alırken, asıl zemine geri dönüldüğü ifade ediliyor. Asıl zeminden kasıt ümmetçilik olurken, kurtulunduğu belirtilen şey ise ilerici değerler, laiklik ve cumhuriyet oluyor. HÜDA PAR sözünü açık açık dile getiriyor: Ümmet bilinci ile hareket eden Kürtler, Türklerle İslam kardeşliği ortak paydasında buluşarak Malazgirt Zaferi’nden günümüze kadar tarih ve kader birlikteliği yapmıştır. Malazgirt savaşında sayılarının 10 bin ila 15 bin arasında olduğu rivayet edilen Peçenekler ve Uzlar gibi boylara mensup Müslüman olmayan Türklerin, Bizans’ın saflarında yer almasına karşın Müslüman Kürtler ile Müslüman Türklerin İslam sancağı altında omuz omuza vererek Bizans’a karşı savaşması, ortak paydanın İslam olduğunun göstergesidir. Malazgirt Zaferi’yle birlikte Anadolu’nun 4 asır önce başlamış olan İslamlaşma süreci hız kazanmıştır. Kürtlerin Sultan Alparslan’a verdikleri destekle Malazgirt meydanında kurulan Türk-Kürt ittifakı, Osmanlı döneminde kurumsallaşmıştır. Kürt beyleri, dış dayatmalarla değil, kendi rızalarıyla İslam kardeşliği ve şeriat/hak/hukuk temelinde Osmanlı ile ittifak yapmıştır. Bu ittifak sayesinde kazanılan Çaldıran Savaşı’ndan kısa bir süre sonra Osmanlı, hilafeti devralmış ve Türk-Kürt birlikteliği de hilafet sancağı altında asırlar boyunca devam etmiştir. İslami/ümmetçi bilincin hâkim olduğu bu dönemde Kürt kimliğinin varlığına da Kürt diline ve kültürüne de herhangi tahammülsüzlük söz konusu olmamıştır. Dahası idari bir birim adı olarak "Kürdistan" isminin kullanılmasında da bir beis görülmemiştir. Halkın gerçeklere ulaşması için soL'un sesine güç verin. soL'a güç vermek için siz de abone olun, dayanışmayı büyütün. ABONE OL Yakalanan ortak zemin: Öcalan, DEM ve AKP HÜDA PAR’ın özet olarak merkezine burada aktardığımız maddeleri koyduğu çözüm raporu yer yer DEM çizgisini hedef alsa da aslında bu raporun işaret ettiği hatla, DEM’in ve Öcalan’ın son dönemde yaptığı açıklamalar ortak bir doğrultuyu gösteriyor. İmralı ve PKK merkezli şekilde sosyalizme ve marksizme açılan savaş, marksizme yönelik tahrifat, Sovyetler Birliği’ni hedef alan çıkışlar, "ümmet kardeşliği", "islam kardeşliği", “Eşme ruhu”, “Malazgirt” ve “Çaldıran” vurgularıyla sürüyor. 2019’a dönelim. Öcalan yerel seçimler öncesinde HDP’ye tarafsız kalın çağrısında bulunuyor ve avukatlar aracılığıyla bir de mektup iletiyordu. O mektubu aktaran avukatlar, Öcalan’ın değerlendirmelerini şu şekilde paylaşıyordu: “Türk-Kürt ilişkileri konusunda da son görüşmelerde olduğu gibi değerlendirmelerine devam etmiştir. Daha önce çokça ifade ettiği üzere Kürt-Türk ilişkilerinin karşılıklı olduğunu, Kürtler olmasaydı Türklerin olamayacağını, Türklere Anadolu’nun kapılarını Malazgirt’te Kürtlerin açtığını, devamında Çaldıran ve Mercidabık’ta Osmanlı’nın Kürtlerle uzlaşarak yol alabildiğini ifade etmiştir. Aynı durumun tek taraflı olmayıp Kürtler açısından da geçerli olduğunu söylemiştir. Sayın Öcalan’a göre Türkler ve Kürtler arasında bu birlikteliğin kim tarafından, nasıl ve ne zaman bitirildiğinin, buna sebep olan güçlerin sorgulanması ve ortaya konulması gerekmektedir.” Evet, iş dönüp dolaşıyor, Malazgirt ve İslam kardeşliğine, oradan Çaldıran’a uzanıyor. CHP-DEM ittifakıyla Esenyurt Belediye Başkanı seçilen Ahmet Özer de çözüm süreci ve Bahçeli’nin açıklamalarıyla cezaevinden çıkıp özgürlüğüne kavuştuktan kısa süre sonra “ 1071 yılında Malazgirt’te birlikte savaşmışız Bizans’a karşı, 1514 yılında Çaldıran’da birlikte mücadele etmişiz ” diyordu. Tartışma konusu olan bu sözler, görüldüğü üzere yeni değil, sadece HÜDA PAR'a da ait değil. Başlarken aktarmıştık, “ Malazgirt, Türk-Kürt-Arap'ın ortak zaferidir. Çaldıran, Türk-Kürt-Arap'ın ortak zaferidir. Ridaniye, Kudüs'ün fethi, İstanbul'un fethi ortak zaferimizdir ” diyenleden biri de Erdoğan. Adı geçen aktörlerin tamamı bu açıdan cumhuriyete karşı Yeni-Osmanlı, laikliğe karşı da gericilik ve “islam kardeşliği” iddiasıyla yan yana geliyor. Bu konuda şimdiye kadar daha kısık sesli konuşan DEM, belki de HÜDA PAR'ın bu “cesur” raporundan esinlenerek Mezopotamya İslami Araştırmalar Federasyonu kongresinde çok daha açık konuştu. Önce Öcalan’ın “ İslam, özünde özgürlüğün, adaletin ve eşitliğin dinidir. Kapitalist modernitenin iktidar ve talan aracı haline getirdiği resmi devlet İslam’ı ya da cemaatçi yapılar, bu özü yitirmiştir. Demokratik İslam ise, Medine Vesikası’nın ruhuna dönmektir. O sözleşme farklı inançların, halkların ve kültürlerin öz iradesiyle, baskısız bir arada yaşama sözleşmesidir. Bilinmelidir ki gerçek cihad, nefsimize ve zulme karşı sürekli özeleştiriyle sürdürülen mücadeledir. İslamdaki şûra anlayışı ise kolektif akıl ve demokratik karar alma anlamına gelmektedir ” değerlendirilmesinin paylaşıldığı kongrede daha sonra da DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları son noktayı koydu. Öcalan’dan aldığı güçle konuşan Hatimoğulları, “Sayın Öcalan'ın çağrısından da anlaşılacağı gibi, bizlerin demokratik bir toplumu her alanda inşa etme gibi bir görev ve sorumluluğumuz var. Demokratik İslam çizgisinin inşasını, güçlenmesini ve toplumda zuhur etmesini sağlamak çok kıymetli ve değerli. Bunun bütün kapılarını ardına kadar açmak hepimizin görevi ve sorumluluğudur” diyordu. İşte AKP, DEM, İmralı ve HÜDA PAR'ın ortaklaştığı çizgi tam da bu.