Giriş Batı dünyasında “hilafet” kavramı, çoğu zaman kamuoyuna teolojik bir nostalji, radikal bir ütopya ya da marjinal bir aşırılık olarak sunulmaktadır. Medya ve popüler güvenlik söylemleri, hilafeti çoğunlukla şiddet ve terörle özdeşleştiren bir çerçeve üretmiştir. Ancak Batı stratejik belgeleri ve siyaset teorisi arka planı dikkatle incelendiğinde, bu algının yüzeysel olduğu görülür. Batı için hilafet meselesi esasen dinî bir tartışma değil, egemenlik, meşruiyet ve küresel düzen meselesidir. Bu makalenin temel iddiası şudur: Batı’nın hilafete yönelik mesafeli ve çoğu zaman düşmanca tutumu, teolojik bir anlaşmazlıktan değil; hilafetin modern ulus-devlet egemenliğine rakip olabilecek bir normatif ve siyasal ontoloji taşımasından kaynaklanmaktadır. I. Hilafetin Batı Düşüncesindeki Tarihsel Konumu 1. Ortaçağ Hafızası ve “Öteki” Deneyimi Batı’nın hilafet algısı, modern dönemde ortaya çıkmış değildir. Haçlı Seferleri’nden itibaren İslam dünyası, Batı düşüncesinde yalnızca bir dinî rakip değil, alternatif bir siyasal ve hukuki düzen olarak algılanmıştır. Hilafet, bu düzenin sembolik merkezidir. Ortaçağ Avrupası’nda papalık–krallık çatışmaları yaşanırken, hilafet modelinin hem dinî hem de dünyevî alanı kapsayan yapısı Batı için anlaşılması güç ve tehditkâr bir bütünlük arz etmiştir. Bu tarihsel hafıza, modern dönemde sekülerleşmiş olsa da bütünüyle silinmemiştir. 2. Modernleşme ve Hilafetin “Tarihe Gömülmesi” • yüzyıl Batı düşüncesinde hilafet, modernleşme teorilerinin etkisiyle “tarihin geride bıraktığı” bir kurum olarak değerlendirilmiştir. Oryantalist literatürde hilafet: • rasyonel devlet anlayışına uymayan, • modern hukuka dirençli, • kişisel sadakatlere dayalı bir yapı olarak betimlenmiştir. Saltanat uygulamaları bunu yer yer doğrulasa da mesele kök değerler açısından hiç de öyle değildir. Kaldı ki Sultan halifeler döneminde Batı sayılan bu değerleri tamamen hak eden bir konumdadır. Ancak bu betimleme, hilafetin ontolojik iddiasını değil, yalnızca kurumsal tarihini esas almıştır. Batı, hilafetin kurum olarak zayıflayabileceğini kabul etmiş; fakat onun temsil ettiği egemenlik anlayışının tamamen ortadan kalkmadığını göz ardı etmiştir. Kök değerlerden kastımız da budur. II. Teolojik Değil Ontolojik Bir Sorun 1. Batı Neden Teolojiyle İlgilenmez? Batı siyasal aklı için dinî tartışmalar, doğrudan bir tehdit oluşturmaz. Hristiyanlık içi mezhep tartışmaları, Yahudi teolojisi veya Budist öğretiler Batı için bir güvenlik meselesi değildir. Dolayısıyla Batı’nın hilafetle ilgili kaygılarını dinî içerik üzerinden açıklamak yetersizdir. İşin doğrusu Mekkeli müşriklerin Hz Muhammede yönelik şiddetli itirezları da bu minvaldedir. Batı açısından sorun şudur: Hilafet, siyasal meşruiyetin kaynağını devletin içinden değil, aşkın bir normatif alandan türetir. Bu, modern devletin kurucu varsayımıyla çelişir. Bu yaklaşım yine Batı içinden geliştirilen doğal hukuk teorilerini göz ardı eder. 2. Modern Egemenlik Ontolojisi ile Çatışma Modern Batı siyasal düşüncesinde egemenlik: • sınırlı bir coğrafyada, • belirli bir halk adına, • içkin (seküler) bir iradeden doğar. Hilafet fikrinde ise egemenlik: • sınır-aşan, • ümmet temelli, • ahlaki ve aşkın bir meşruiyetle kayıtlıdır. Bu iki yaklaşım arasındaki fark, uzlaşmaz bir ontolojik gerilim üretir (Hallaq, 2019). Oysa Batı bunların hepsini ölçüsüz bir şekilde tersinden üretmiştir. Batı, bu gerilimi teolojik değil, siyasal tehdit olarak okur ve bu doğrudur. III. Batı Belgelerinde Hilafet: Güvenlik Dilinin İnşası 1. “Yeni Hilafet” Senaryoları ABD Ulusal İstihbarat Konseyi’nin Global Trends raporlarında hilafet, çoğu zaman “olasılık senaryosu” olarak geçer. Bu senaryolarda hilafet: • sınır-aşan radikal ağlarla, • zayıf devletlerin çöküşüyle, • küresel terörle aynı bağlamda ele alınır. Oysa her gücün en iyi kontrolü kendi içindendir ve kontrolsüz şiddetin nedeni de bunun olmamasıdır. Ebu Basir ve arkadaşlarını Mekkelilerin kervanlarını vurmaya başlamasıyla Mekkeli Mürikler bunu anlamışlar ve Hudeybiye’de dayattıkları bazı maddelerden vazgeçerek, Hz Muhammed’den onları kontrol etmesini rica etmek zorunda kalmışlardır… Bu yaklaşımları, hilafeti kurumsal bir ihtimalden ziyade, küresel düzeni bozabilecek bir normatif merkez olarak kodlamalarına neden olmaktadır. 2. Güvenlik Dilinin Sınırları Hilafetin güvenlik diline tercüme edilmesi, kavramsal bir indirgemedir. Bu indirgeme: • hilafetin hak, müsavaat, adalet, meşruiyet, rıza ve iktidar sınırı iddialarını görünmez kılar, • onu yalnızca şiddet üretme potansiyeline indirger. Bu durum, Batı’nın hilafet tartışmasını akademik düzeyde bile sağlıklı biçimde yapamamasına yol açmaktadır. Bizim laikçi ezberde bunları terennüm etmekten başka bir şey yapmaz. IV. Ulus-Devletin Kırılganlığı ve Hilafet Korkusu 1. Ulus-Devlet Evrensel mi? Batı siyasal düzeni, ulus-devleti evrensel ve nihai form olarak sunma eğilimindedir. Oysa küreselleşme, göç ve çok-kimlikli toplumlar, bu formu giderek zorlamaktadır. Hilafet fikri, ulus-devletin evrenselliğini doğrudan reddetmese de, onu tarihsel ve sınırlı bir form olarak görür. Bu bakış, Batı için rahatsız edicidir; çünkü ulus-devletin alternatifsizliği iddiasını zedelemektedir. 2. Meşruiyetin Aşkın Kaynağı Sorunu Batı siyasal düşüncesinde meşruiyet, çoğunlukla: • seçim, • anayasa, • hukuk prosedürü ile sağlanır. Hilafet ise meşruiyeti, bu araçların ötesinde hak, müsavaat, adalet ve rıza ölçütüne bağlar. Adaletsiz bir düzen, usulen doğru olsa bile meşru kabul edilmez. Bu iddia, Batı’nın prosedür merkezli meşruiyet anlayışını temelden sarsar. V. Değerlendirme: Batı’nın Yanılgısı Batı’nın temel yanılgısı, hilafeti ya tarihe gömülmüş bir kurum ya da radikal bir proje olarak görmesidir. Oysa hilafet, bugün esas olarak: • kopyala yapıştır bir kurum talebi değil, • açık üzerinde ittifak edilmiş bir siyasal program değil, • bir teolojik zorunluluk da değildir. Hilafet, modern dünyada ontolojik bir eleştiri olarak varlığını sürdürmekle birlikte monist modernizme ayna tutan tek bütüncül paradigma olarak dünyada dolaşıp beden arayan bir ruhtur. Batı bu eleştiriyi bastırmaya çalıştıkça, hilafet fikri daha güçlü sembolik anlamlar yüklenerek geri dönmektedir. Bu İnsanlık için olması gereken yerine sorunları derinleştirecek bir forma doğru yol almaktadır. Sonuç Bu makale göstermiştir ki Batı’nın hilafete bakışı teolojik değil, ontolojiktir. Hilafet, Batı için bir “din meselesi” değil; modern ulus-devlet egemenliğine ve prosedür merkezli meşruiyet anlayışına yönelmiş bir meydan okumadır. Bu meydan okuma doğru anlaşılmadıkça, hilafet tartışması güvenlik–radikalizm sarmalından kurtulamayacaktır. Bir sonraki makalede, bu kez İslam dünyasının hilafete nasıl baktığı, içsel algılar, beklentiler ve çelişkiler üzerinden ele alınacaktır. *Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. Batı’nın hilafet algısı Teolojik egemenlik Hasan Köse, Independent Türkçe için yazdı Hasan Köse Çarşamba, Aralık 24, 2025 - 17:00 Main image:
Fotoğraf: AA
TÜRKİYE'DEN SESLER Type: news SEO Title: Batı’nın hilafet algısı: Teolojik bir sorun mu, egemenlik ve meşruiyet tehdidi mi? copyright Independentturkish: