Jeopolitik bir değerlendirme yapacağız ve varmak istediğim nokta ise açık: Yeni egemenlik ve güç tarifi! Eğer bir ileriki adımda nerelere varılacağını hesaplayamazsak, bugünün tartışmalarını da iyi anlayamayız diye düşünüyorum. Bugün dünyada neyin paylaşımını yapıyoruz veya yapamıyoruz, yarış ne üzerine oluyor? Örneğin teknolojideki ilerlemede yeni enerji kaynakları, nadir toprak elementleri, gelişmiş yapay zekâ (AI) ve kuantum bilgisayarlar neden önemli? Ama bütün bunlar benim “gerçek devrim” olarak işaret ettiğim sanayi devrimleriyle ilgili bir konu. Bugünkü zamanda Dördüncü Sanayi Devrimi’ni jeopolitiğin merkezine koymaktayım. Önce uzayla ilgili tezlerimi yazacağım, sonra sırasıyla, uzay sistemlerine, dış uzay anlaşmalarına, konuya örnek olması açısından, Ay maden anlaşması ve Ay madenciliği ile Helyum-3 madenciliğine dair mevcut bilgileri paylaşacağım. Bunlar bizi sonuçta belli bir takvime çıkarıyor ve düşünmek için zaman çok da uzak değil, bunu göreceksiniz. Dördüncü Sanayi Devrimi En başa bunu yazacağım! Konuşmalarımı dinleyenler, kitap ve makalelerimi okuyanlar hatırlayacaklardır: Dördüncü Sanayi Devrimi her şeyi değiştiriyor! Yeni enerji kaynaklarına, nadir toprak elementlerine, AI’ya, kuantum konusuna vb. ayrı ayrı değil, bir bütün olarak bakıyorum. Bütün bunlar kimlerin çabası içinde ve nasıl gelişiyor? Asıl güç mücadelesi bu çerçevede gerçekleşiyor. Başka birçok meseleyi de görmezden gelmeden, ama aslen; ABD-Çin rekabetine, Tayvan Boğazı tartışmasına, Japonya, Rusya, Avustralya, Kuzey Kore, Çin ve ABD savaş gemilerinin roketlerinin, nükleer silahlanmalarının, küresel ticareti etkileyecek konulardaki mücadelelerinin merkezine Sanayi Devrimi’ni koyuyorum; hatta Kuzey Buz Denizi’nin eriyor olmasına başka şekillerde bakanlar olabilir, ben bunları da diğeriyle birleştirerek bakıyorum. Burana bakılırsa uzaya kadar çıkarız! Ama neden uzay? İnsanlık için orada ne var? Karanlık mı, aydınlık mı? Yeni zenginlik ve yeni ekonomik motivasyon mu? Bütçelerden ayrılan paylar, özel şirketlerin hisse senetlerine yapılan yatırımlar, niye? “Savaş ekonomisi” diye bir tabir vardır; bilinir. Savaşları açıklayanlar bunun üzerinde durmadan ilerleyemezler. Ben de bu konuda bir makale yazdım. Şimdi diyorum ki; “uzay ekonomisi” konusunu ne denli biliyoruz? Eğer ekonomik büyüme noktasında bir tıkanıklık varsa, işte; savaşlar var, silahlanmalar arttı bile, ya teknoloji ve uzay savaşı? Ne kadar konuşuyoruz dersiniz? Jeopolitikçiler ve stratejistler uyuyorlar mı? Demek ki uyumayanlar var! Uzayı zapt eden dünyayı da zapt eder! Dördüncü Sanayi Devrimi her şeyi değiştiriyor, sosyal yapılardan tutunuz ekonomiye dek! Uzayla İlgili Tezlerim Kitaplarımda uzay, ağırlıklı olarak jeopolitik, askeri strateji, küresel güç rekabeti ve realizm odaklıdır. Uzay, bilimsel/fiziksel bir olgu olarak değil, jeostratejik ve askeri bir domain olarak ele alınmaktadır. Bu nedenle sizlere öncelikle tezlerimden bahsetmek gereği duydum. “Uzaya jeopolitik açıdan bakmak” bile çok önemlidir diye düşünmekteyim. Kaldı ki ben bu konuyu çok öncesinde yazmaya başladım. Uzayla ilgili ifadeleri, askeri ve stratejik bağlamda uzay alanı (space domain) olarak açıklamaktayım: • Uzay, yeni savaş ve hakimiyet alanıdır: Gelecekteki güç mücadelesinde uzay kapasitelerinin (uydular, şebekeler, uzay tabanlı sistemler) belirleyici olacağını savundum. “Uzaya şebekeler kurulmakta” ve “kapasite yönetimi uzayda olacak” benzeri ifadelerimle, uzayın siber ve askeri hakimiyet için kritik olduğunu vurguladım. 2020’de uzayın askeri bir mücadele alanı haline geldiğini belirttim. ABD Uzay Komutanlığı’nın kuruluşunu örnek vererek, ABD, Rusya ve Çin’in uzay savaşı programlarına dahil olduğunu, uydu sistemlerini koruma ve karşı taarruz yeteneklerini geliştirdiğini yazdım. Önümüzdeki yıllarda bu alanda ileri adımların atılacağını öngördüm ve uzayın bireyler ile kurumlar üzerindeki kontrol etkisini felsefi bir tartışma konusu olarak açıkladım. • Altı alanlı savaş doktrini: Klasik kara-deniz-hava alanlarına ek olarak, uzay, siber uzay ve bilişsel/AI alanlarını eklemekteyim; bu, geleneksel jeopolitik tezleri (Mackinder’ın Heartland gibi) güncelleyerek, uzayı yeni mücadele alanı olarak konumlandırmamla alakalıdır. 2025’te, uzay ve siber-uzayı, jeopolitik gücün yeni hakimiyet alanları olarak tanımladım. Altı alanlı savaş konseptinde (kara, deniz, hava, uzay, siber, bilişsel/AI) uzayın klasik kara-deniz ikilemini ortadan kaldırdığını belirttim. • Uzay tabanlı teknolojilerin stratejik önemi: Uydu sistemleri (örneğin Starlink, Çin’in Guowang projesi), uzay silahları, lazer sistemleri ve uzay lojistiğinin küresel rekabette (ABD-Çin) rolü hakkında önemli konuları tartıştım. 2025’te, günümüz çatışmalarında (Rusya-Ukrayna Savaşı, İran-İsrail gerilimleri) uzay tabanlı komuta-kontrol sistemleri, dronlar ve yönlendirilmiş enerji silahlarının savaş doğasını dönüştürdüğünü vurguladım. Türkiye açısından Fergani Uzay’ın yörünge transfer aracı gibi gelişmeleri ve Çelik Kubbe projesinin uzay istihbaratı entegrasyonunu değerlendirdim; Türkiye’yi uzay çalışmaları ve lojistiğinde bağımsız aktör adayı olarak gördüm. • Diğer Bağlamlar: Uzayın savunması (uydu desteği), akıllı güç stratejileri (uzay şebekeleri kurulması) ve küresel vizyon (Mars kolonileri, yeniden kullanılabilir roketler) gibi konulara değindim; genel olarak realist bakışla büyük güçlerin (ABD-Çin) uzaydaki dominasyon çabalarını ele aldım. Uzay Sistemleri Uzay sistemlerinde, özellikle uzay silahları veya uzay tabanlı savunma sistemlerinde, bir standart nesil sınıflandırması yoktur. Bu alan hala olgunlaşmamış ve büyük ölçüde Soğuk Savaş dönemi kavramlarıyla sınırlı kalmıştır. Bunun nedenleri: • Uzay silahları (anti-uydu/ASAT, uzay tabanlı lazerler, kinetik bombardıman sistemleri) uluslararası anlaşmalarla (Dış Uzay Anlaşması 1967) kısıtlanmış ve büyük oranda test aşamasında kalmıştır. • Gelişim, teknolojik sıçramalara değil, tehditlere (balistik füzeler, uydular) göre şekillenmiştir. • Sınıflandırma genellikle şu şekilde yapılır: • Yer tabanlı (earth-to-space): En yaygın, kinetik (füze) veya kinetik olmayan (lazer/jamming). • Uzay tabanlı (space-to-space veya space-to-earth): Daha az gelişmiş, uzay çöpü (debris) sorunu nedeniyle sınırlı. • Kinetik ve kinetik olmayana yönlendirilmiş enerji: lazer, mikrodalga. Tarihsel gelişime bakarsak: • Soğuk Savaş dönemi (1960-1980’ler): İlk ASAT sistemleri (Sovyet co-orbital, ABD ASM-135 hava tabanlı). Bunlar “ilk nesil” kinetik vuruşlu sistemler olarak görülebilir. SDI (“Yıldız Savaşları”) projesinde uzay tabanlı lazerler ve “küçük kinetik önleyiciler” (Brilliant Pebbles) kavramları ortaya çıktı, ama geliştirilmedi. • 1990-2000’ler: Testler sınırlı kaldı, uzay çöpü korkusuyla. • Günümüz (2010’lardan bugüne): Çin (2007 ASAT testi), Rusya, ABD ve Hindistan kinetik ASAT testleri yaptı. Yönlendirilmiş enerji (lazer) sistemleri yer tabanlı olarak gelişiyor (örneğin sensör körleme). Uzay tabanlı sistemler hala konsept aşamasında (örneğin Rusya’nın nükleer ASAT iddiaları, ABD’nin hipersonik savunma için uzay sensörleri). Bazı eski Sovyet belgelerinde, lazer ve particle beam silahları içeren üçüncü nesil uzay sistemlerinden bahsediliyor, ama bu resmi bir küresel sınıflandırma değil. Dış Uzay Anlaşması Dış Uzay Anlaşması (resmi adıyla “Ay ve Diğer Gök Cisimleri Dâhil Uzayın Keşfi ve Kullanılmasında Devletlerin Faaliyetlerini Düzenleyen İlkeler Antlaşması”), 1967’de imzalanmış ve yürürlüğe girmiş bir uluslararası anlaşmadır. Soğuk Savaş döneminde ABD, SSCB ve Birleşik Krallık öncülüğünde hazırlanmış olup, şu ana kadar 110’dan fazla ülke tarafından onaylanmıştır (Türkiye de 1967’de imzalamış ve 1968’de onaylamıştır). Ana Etkileri ve Kısıtlamaları: • Kitle imha silahlarının yasaklanması: Anlaşmanın en önemli maddesi (Madde IV), nükleer silahlar veya diğer kitle imha silahlarının (KİS) Dünya yörüngesine yerleştirilmesini, gök cisimlerine (Ay dahil) kurulmasını veya uzayda herhangi bir şekilde konuşlandırılmasını yasaklar. Bu, uzayın nükleer silahlarla silahlandırılmasını büyük ölçüde önlemiştir ve bugüne kadar bilinen bir ihlal yaşanmamıştır. • Gök cisimlerinin barışçıl kullanımı: Ay ve diğer gök cisimleri yalnızca barışçıl amaçlarla kullanılabilir. Askeri üs kurulması, silah testi yapılması, askeri manevralar veya tahkimat yasaktır. Bu, Soğuk Savaş’ta potansiyel “Ay üssü” senaryolarını engellemiştir. • Uzayın genel askerileştirilmesi: Anlaşma, uzayın “tüm insanlığın ortak malı” olduğunu vurgular ve barışçıl kullanımını teşvik eder. Ancak konvansiyonel silahları (lazer, kinetik silahlar vb.) uzay yörüngesine yerleştirmeyi açıkça yasaklamaz. Bu boşluk, uzayın kısmi askerileşmesine (veya daha geniş manada militarizasyonuna) izin vermiştir: • Askeri uydular (istihbarat, iletişim, navigasyon) yaygınlaşmıştır. • Yer tabanlı anti-uydu (ASAT) silahları geliştirilmiş ve test edilmiştir (ABD, Rusya, Çin, Hindistan tarafından). Uzay Silahları Gelişimine Etkisi: • Olumlu yönler: Anlaşma, uzayın tam silahlanmasını (özellikle nükleer) önleyerek bir uzay silahlanma yarışının en yıkıcı senaryolarını engellemiştir. Reagan’ın “Yıldız Savaşları” (SDI) projesi gibi uzay tabanlı lazer/füze savunma kavramları, kısmen bu kısıtlamalar nedeniyle tam konuşlandırılamamıştır. • Sınırlamalar ve boşluklar: • Konvansiyonel uzay silahları (örneğin yönlendirilmiş enerji silahları, kinetik bombardıman) yasaklanmamıştır. • ASAT testleri (Çin 2007, Rusya çeşitli, ABD 2008) uzay çöpü yaratmış olsa da anlaşmaya doğrudan aykırı değildir, çünkü yer tabanlıdır. • Güncel gelişmeler: 2024-2025’te ABD, Rusya’nın nükleer tabanlı ASAT silahı geliştirdiğini iddia etmiş (Rusya reddetmiştir); eğer konuşlandırılırsa bu açık ihlal olurdu. Bu tür iddialar, anlaşmanın yaşlanan yapısını ve yeni teknolojilere (hipersonik, lazer) uyum sağlamadığını gösteriyor. Dış Uzay Anlaşması, uzayı büyük ölçüde barışçıl tutmuş ve nükleer silahlanmayı önlemiş olsa da, modern tehditler (ASAT silahları, çift kullanımlı teknolojiler, özel sektörün rolü) karşısında yetersiz kalmaktadır. Birçok ülke (özellikle Rusya ve Çin) yeni bir bağlayıcı anlaşma (PAROS: Prevention of an Arms Race in Outer Space) çağrısı yaparken, ABD gönüllü normlara (sorumlu davranışlar) odaklanmaktadır. Son yıllarda (2025 itibarıyla) yeni katılımlar (örneğin Letonya) devam etmekte, ancak silahlanma endişeleri artmaktadır. Uzay tabanlı silah sistemleri hala konsept aşamasındadır. Ay Maden Anlaşması ve Ay Madenciliği “Ay Maden Anlaşması” ifadesi, genellikle Artemis Anlaşmaları (Artemis Accords) olarak bilinen uluslararası çerçeveyi kasteder. Bu, Ay’da (ve diğer gök cisimlerinde) madencilik faaliyetlerini düzenleyen bir dizi ilke ve anlaşmadır. Artemis Anlaşması Nedir? • 2020’de ABD öncülüğünde (NASA ve Dışişleri Bakanlığı) başlatılan, bağlayıcı olmayan bir uluslararası anlaşma setidir. • Temeli, 1967 Dış Uzay Anlaşması’na dayanır ve Ay, Mars, kuyruklu yıldızlar ile asteroitlerin barışçıl keşfi ve kullanımı için ortak ilkeler belirler. • Özellikle Ay madenciliği açısından önemlidir: Çıkarılan kaynakların (su, helyum-3, nadir metaller vb.) sahiplenilmesine izin verir, ancak gök cisimlerinin kendisi üzerinde ulusal egemenlik iddia edilmesini yasaklar. “Güvenlik bölgeleri” kavramı ile operasyonların birbirine zarar vermesini önler. Amaçları ve Önemi: • Ay’daki kaynakların sürdürülebilir ve şeffaf şekilde çıkarılmasını teşvik eder. • Özel şirketlerin (örneğin SpaceX, Blue Origin) madencilik yapmasına yasal zemin sağlar. • Dış Uzay Anlaşması’ndaki boşlukları doldurur: 1979 Ay Anlaşması (Moon Agreement) madenciliği daha kısıtlı tutar ve büyük uzay güçleri (ABD, Rusya, Çin) tarafından onaylanmamıştır. • Artemis Programı kapsamında (ABD’nin Ay’a insan gönderme planı) işbirliğini artırır. Güncel Durum (Aralık 2025 itibarıyla): • 60 ülke imzalamıştır (son olarak Letonya Kasım 2025’te katıldı). • İmzalayan ülkeler arasında: ABD, Japonya, İngiltere, Kanada, Avustralya, Hindistan, Brezilya, Güney Kore, Suudi Arabistan, BAE vb. yer alır. • Türkiye henüz imzalamamıştır. • Çin ve Rusya imzalamamış; onlar ayrı bir uluslararası ay istasyonu (ILRS) projesi yürütüyor ve Artemis’i “ABD merkezli” diye eleştiriyor. Bu anlaşma, uzay madenciliğinin geleceğini şekillendiriyor ve Ay kaynaklarının (özellikle su buzundan roket yakıtı üretimi) ekonomik değerini artırıyor. Ay madenciliği (lunar mining), In-Situ Resource Utilization (ISRU) yani “yerinde kaynak kullanımı” kavramı altında geliştiriliyor. Bu, Ay’daki doğal kaynakları (regolith/toprak, su buzu, helyum-3, metaller) çıkarıp oksijen, yakıt, inşaat malzemesi veya enerji üretmek için kullanmayı amaçlıyor. Amaç, Dünya’dan malzeme taşımayı azaltarak uzun süreli Ay üslerini sürdürülebilir kılmak. 2025 itibarıyla teknolojiler hala deneysel aşamada, ancak hızlı ilerleme var (NASA’nın Artemis, Çin’in Chang’e programı ve özel şirketler). Ana Hedef Kaynaklar: • Su buzu: Güney kutbunda gölgeli kraterlerde bol. Su içme, oksijen ve hidrojen yakıtı (roket propelantı) için ayrıştırılıyor. • Helyum-3 (He-3): Güneş rüzgarlarından birikmiş, nükleer füzyon için potansiyel temiz enerji kaynağı (Dünya’da nadir). • Regolith (Ay toprağı): Oksijen (%40-45), demir, alüminyum, titanyum, nadir toprak elementleri içeriyor. İnşaat (3D baskı habitatlar) için kullanılabiliyor. • Diğer: Volatiller (uçucu maddeler), silikon (güneş panelleri için). Ana Teknolojiler: 1. Kazı ve Toplama: • Rover’lar ve robotik kazıcılar regolith’i topluyor. Düşük yerçekimi ve toz sorunu nedeniyle özel tasarımlar gerekiyor. • Örnek: NASA’nın RASSOR (Regolith Advanced Surface Systems Operations Robot) veya Honeybee Robotics’in TRIDENT sondajı (2025’te PRIME-1 misyonunda test edildi, regolith delip örnek aldı). 2. Oksijen Çıkarma: • Regolith’ten oksijen üretimi: Hidrojen indirgeme, karbotermi veya elektroliz yöntemleri. • MOXIE benzeri (Mars’ta test edildi) teknolojiler Ay için uyarlanıyor. 2025’te laboratuvar ve yer testleri başarılı. 3. Helyum-3 Madenciliği: • Özel şirketler (Interlune) odaklanıyor. 2025’te prototip kazıcı geliştirildi, 2029’a pilot tesis planı var. Regolith ısıtılıp gaz çıkarılıyor. 4. İnşaat ve Üretim: • Regolith’ten 3D baskı ile habitat, yol, iniş pisti yapımı (NASA ICON projesi). Güncel Gelişmeler (2025): • NASA, Artemis Programı: • PRIME-1 (2025’te Intuitive Machines IM-2 ile Ay’a indi): TRIDENT regolith sondajı yapıldı, su/volatil arama yaptı. • CLPS (Commercial Lunar Payload Services): Özel şirketlerle testler (örneğin Astrobotic, Intuitive Machines). • Hedef: 2030’lara sürdürülebilir madencilik. • Çin, Chang’e Programı: • Chang’e-7 (2026): Güney kutbu kaynak arama. • Chang’e-8 (2028): ISRU teknolojileri test (inşaat, kaynak kullanımı). • Uzun vadeli: 2030’lara üs, He-3 ve su madenciliği. • Özel Sektör: • Interlune: He-3 için elektrikli kazıcı prototipi (saatte 100 ton regolith işliyor). • Lunar Outpost, Colorado School of Mines: Otonom kazı araçları. Zorluklar: • Toz aşınması, düşük yerçekimi, aşırı sıcak/soğuk, enerji ihtiyacı (güneş veya nükleer). • Yasal: Artemis Anlaşması madenciliğe izin veriyor ama uluslararası kurallar yetersiz. • Ekonomik: Henüz karlı değil, ama yakıt üretimiyle derin uzay misyonlarını ucuzlatacak. Ay madenciliği 2030’larda operasyonel hale gelebilir, başta su/oksijen için. Bu teknolojiler Mars ve ötesi için temel oluşturuyor. Helyum-3 (He-3) Madenciliği Helyum-3, Dünya’da çok nadir bulunan bir izotop olup, Ay regolith’inde (Ay toprağında) güneş rüzgarları sayesinde birikmiştir. Konsantrasyonu düşük (genellikle 1-50 ppb, yani milyar başına parça) olsa da, potansiyel olarak temiz nükleer füzyon yakıtı (nötronsuz, radyasyonsuz enerji) ve kuantum bilgisayarlar için kriyojenik soğutma (dilüsyon buzdolapları) olarak büyük değer taşır. Tahmini olarak 1 kg He-3’ün değeri 20 milyon USD civarındadır. Neden Ay’da Bol? • Dünya’nın manyetik alanı güneş rüzgarlarını engellerken, Ay’ın yüzeyi milyarlarca yıldır He-3 biriktirmiştir. • Toplam tahmini rezerv: 1 milyon ton civarı (Apollo örneklerine göre). Çıkarma Yöntemleri: He-3, regolith’e gömülü gaz olarak bulunur. Ana süreçler: • Kazı: Regolith üst katmanları (3 metre derinliğe kadar) toplanır. • Isıtma: Regolith 700-800°C’ye ısıtılarak gazlar salınır (klasik yöntem). • Karıştırma: Mekanik titreşimle ısıtmaya gerek kalmadan gaz çıkarma (daha enerji verimli, yeni araştırmalar). • Ayırma: Salınan gazlar kriyojenik distilasyon veya kimyasal süreçlerle He-3 izole edilir. • Atık Yönetimi: İşlenmiş regolith geri bırakılır. Zorluklar: Düşük konsantrasyon nedeniyle milyonlarca ton regolith işlemek gerekir (1 kg He-3 için 100.000-1 milyon ton). Toz aşınması, enerji ihtiyacı (güneş panelleri) ve düşük yerçekimi büyük engeller. Güncel Gelişmeler (2025 Sonu İtibarıyla): En aktif oyuncu Interlune (Seattle merkezli startup, eski Blue Origin yöneticileri tarafından kuruldu): • Vermeer ile ortak geliştirilen tam ölçekli prototip kazıcı: Saatte 100 ton regolith işliyor, 3 metre derinlik. • 4 aşamalı sistem: Kazı, Ayıklama, Gaz çıkarma, Kriyojenik ayırma. • Planlar: 2025 sonu hyperspectral kamera misyonu, 2027 kaynak doğrulama, 2029 pilot tesis (Ay’da ilk operasyonel maden). • Sözleşmeler: Bluefors ile 300 milyon USD’lik anlaşma (2028-2037 arası yıllık binlerce litre), DOE ile 3 litre alım (tarihi ilk hükümet satın alması). Diğer oyuncular: • Çin: Chang’e programı ile He-3 haritalama yapıyor (Chang’e-5’te He-3 içeren kristal bulundu). 2030 insanlı iniş, 2035 ILRS üssü (Rusya ile ortak), uzun vadede madencilik hedefi. • Diğer: Lunar Helium-3 Mining (LH3M) patentler aldı, ESA ve Hindistan ilgi gösteriyor. Ekonomik gerçek: Kısa vadede kuantum bilgisayarlar için (litre başına talep), uzun vadede füzyon için. Henüz kazançlı değil ama 2030’larda ilk operasyonlar bekleniyor. Jeopolitik yarış (ABD-Çin) Artemis Accords vs. ILRS ile şekilleniyor. Sonuç Uzay bir jeopolik konudur. Bu gözle bakan ülkelerden en başta ABD ve Çin, diğer yandan ABD’deki SpaceX ve Blue Origin gibi özel şirketler konuyu en ileri noktalara taşıdılar. Roketler, robotlar, araçlar, enerji depoları vs. büyük ölçüde hazır. Geçenlerde SpaceX’in CEO’su Elon Musk’ın, “2 yılda” Ay’da bir üs kurabilecek seviyeye geleceklerini söylemesi tesadüf değildir. Beklenen ne, diye akla bir soru gelebilir. Kuantum bilgisayar teknolojisi! Bunun en iyi şartlarda yakın vadede piyasa şartlarına göre çıkabileceği hesaplanıyor. Her ne kadar mevcut sistemler yetse de tam sağlıklı çalışmalar için tesadüflere bırakılmaması gereken bir teknolojik ilerleme gerekli. Kuantum bilgisayar hesaplamalarını ve bununla gelişen AGI (Yapay Genel Zekâ) istiyorlar. Neden? Riskler çok büyük ve mevcut veya olası bilinmezliklerin çözümü şart! Bir diğer önemli konu da nadir toprak elementleri ve enerji konuları. Takvimi ifade ettim! Hesaplar 2030 olarak yapılıyor. 2026’ya girdiğimiz bu aşamada, 2029 ve 2030’da nelerle meşgul olacağımızı düşünün! Bakın, Ay’daki mevcut kapasite bile dünyada birçok konuda egemenlik bahsinde ilerlemeyi işaret ediyor. Dahası ne? Mars mı? Henüz Mars veya Asteroid’leri bir ileri hedef görseler de bugünden Ay onlar için diğerlerine ulaşmanın bir basamağı olacak, bu şimdiden kesin gibi. Öyleyse, “uzayı ele geçiren dünyayı da yönetebilecek” sınıra geldik. *Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. Uzay jeopolitik Gürsel Tokmakoğlu, Independent Türkçe için yazdı Gürsel Tokmakoğlu Pazartesi, Aralık 29, 2025 - 16:30 Main image:
Fotoğraf: Reuters
TÜRKİYE'DEN SESLER Type: news SEO Title: Uzay jeopolitiği copyright Independentturkish: