Akbelen bugün bir kez daha zeytinliklerinin hedef alındığı bir sabaha uyandı. Günlerdir süren kesim ve söküm işlemleri, devam eden yargı süreçlerine, açık yasal hükümlere ve köylülerin tüm itirazlarına rağmen sürdürülmektedir. Yaşananlar yalnızca bir çevre tahribatı değil; hukukun askıya alındığı, kamusal yetkilerin sermaye lehine seferber edildiği açık bir mülksüzleştirme sürecidir. Türkiye’de enerji politikaları uzun süredir toplumun ortak yararını değil, büyük sermaye gruplarının yatırım ve kâr ihtiyaçlarını önceleyen bir çizgide şekillenmektedir. Enerji başlığı altında sağlanan teşvikler, muafiyetler ve istisnai yasal düzenlemeler; kırsal bölgelerde yaşayan yurttaşların tarım alanlarını, zeytinliklerini ve yaşam çevrelerini doğrudan tehdit etmektedir. Zeytinliklerin madencilik faaliyetlerine açılmasını mümkün kılan düzenlemeler, bu sermaye yanlısı dönüşümün en çarpıcı ve en tartışmalı örneklerinden biridir. Bu tablo bugün Muğla Milas’a bağlı İkizköy ve Akbelen’de somut biçimde yaşanmaktadır. Devletin sağladığı ayrıcalıklar ve hukuki istisnalarla büyüyen Limak ve İçtaş Holding, Yeniköy–Kemerköy Termik Santrali ve bağlantılı kömür madeni sahalarıyla bölgede faaliyetlerini sürdürürken, köylüler yüzlerce yıllık zeytin ağaçlarını, tarım arazilerini ve köylerini kaybetme riskiyle karşı karşıya bırakılmaktadır. Burada “kamu yararı” adı altında korunan şey, toplumun ortak geleceği değil, birkaç şirketin kâr sürekliliğidir. Köylülerden mahkemeye açık çağrı: Karar geciktikçe zeytinler yok ediliyor Bugün Akbelen köylüleri, devam eden kesim ve söküm işlemlerine karşı bir kez daha yargı yoluna başvurarak mahkemeye yeni bir dilekçe sundu. Köylüler dilekçelerinde, davaların açılmasından bu yana geçen sürelerin tamamının zeytin ağaçlarının aleyhine işlediğini, yargı kararlarındaki gecikmenin ise sahada telafisi imkânsız tahribatlara yol açtığını vurguladı. Açılan ilk davanın reddi kararının aylar sonra verilmesi, bu kararın tebliğinin haftalar sürmesi ve yeniden açılan davalar hakkında bugüne kadar herhangi bir yürütmenin durdurulması kararı verilmemesi, Akbelen’de maden faaliyetlerinin fiilen başlamasının önünü açtı. Henüz izinlere ilişkin davalar sonuçlanmamışken maden ocağı işletmesine geçilmesi, genişlemeye engel olan zeytinliklerin sökülmesiyle birlikte Akbelen Ormanı’nın bütünlüğünü geri dönülmez biçimde tehdit eder hale geldi. Köylüler, dilekçelerinde maden sahasının genişletilmesi sürecinin zeytinlikler üzerinden ilerlediğini, bölgenin adım adım bir “cehennem çukuruna” dönüştürülmeye çalışıldığını belirterek, bu sürecin durdurulmasının yalnızca mahkemenin vereceği yürütmenin durdurulması kararıyla mümkün olduğunu ifade etti. Kararın daha fazla gecikmesi halinde, maden sahası sınırındaki zeytinliklerin acele kamulaştırma yoluyla sökümünün yaygınlaştırılacağı uyarısında bulunuldu. Dilekçede, söz konusu zeytinliklerin yalnızca ekonomik bir değer değil; köylülerin yaşam alanı, geçim kaynağı ve kültürel hafızası olduğu özellikle vurgulandı. Köylüler, yargıdan bekledikleri kararın yalnızca bir idari işlemi durdurmakla sınırlı olmadığını, aynı zamanda hukuk devletine olan inancın yeniden tesis edilmesi açısından da belirleyici olduğunu ifade etti. Mahkemeye yapılan başvuruda, hukuka aykırılığın derinleşmesinin ve yeni oldu-bittilerin önüne geçilmesi, geri dönüşü olmayan çevresel ve toplumsal zararların durdurulması ve kamu düzeninin daha fazla bozulmasının engellenmesi için yürütmenin durdurulması hakkında ivedilikle karar verilmesi talep edildi. İstisna hukuku ile mülksüzleştirme: Zeytinliklerde yeni rejim 2019 yılından beri mücadelesi devam eden Akbelen Ormanları çevresinde yüzlerce ağacın kesilmesinin ardından, 2024 yılı içinde Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü tarafından toplam yaklaşık 2.000 dönümü aşan, 190 parseli kapsayan alan için acele kamulaştırma kararları alınmıştı. Bu alanların önemli bir bölümü zeytinlik ve tarım arazilerinden oluşmakta. Hukuki süreçler devam ederken alınan bu kararlar, kamuoyunda haklı olarak “oldubitti” ve “hukuksuzluk” tartışmalarını beraberinde getirdi. Oysa yürürlükteki mevzuat son derece açıktı. 3573 sayılı Zeytinciliğin Islahı ve Yabanilerinin Aşılattırılması Hakkında Kanun , zeytinlikleri özel ve sıkı bir koruma rejimine tabi tutmaktadır. Kanunun 20. maddesi uyarınca: Zeytinlik sahaları daraltılamaz. Bu sahalarda bulunan zeytin ağaçlarının sökülmesi ve kesilmesi, Tarım Bakanlığı’nın fenni gerekçeye dayalı iznine tabidir. Kesin bir zaruret bulunmadıkça zeytin ağaçları kesilemez veya sökülemez. Bu koruma, zeytinlik arazisinin devlet ya da şahıs mülkiyetinde olması ayrımı gözetilmeksizin geçerlidir. Ayrıca aynı kanun kapsamında, zeytinliklerin üç kilometre çevresinde , zeytin ağaçlarının vejetatif ve generatif gelişimini olumsuz etkileyecek nitelikte toz, duman, gaz ve kimyasal atık yayan sanayi ve madencilik tesislerinin kurulması yasaklanmıştır . Danıştay içtihatları da bu düzenlemeyi zeytinlikler lehine yorumlamış, zeytinliklerin mutlak korunması gerektiğini vurgulamıştır. Buna karşın, 24 Tem 2025 tarihinde onanan 7554 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile 3213 sayılı Maden Kanunu’na eklenen Geçici Madde 45 , zeytinlik alanlarda madencilik faaliyetlerine yürütme organının takdiriyle istisna tanımıştır. Bu düzenleme, 3573 sayılı Kanun’u açıkça yürürlükten kaldırmamış, ancak zeytinliklerde madenciliği mümkün kılan özel bir izin mekanizması yaratarak, zeytinlikleri koruyan hükümlerin fiilen etkisizleştirilmesine yol açmıştır. Söz konusu düzenleme, madencilik faaliyetinin başka bir yerde yürütülmesinin “mümkün olmadığı” iddiasını esas alarak, gerçekte sermayenin ihtiyaçlarını “kamu yararı” kisvesi altında meşrulaştırmaktadır. Bu gerekçeyle zeytinlik alanlar madencilik faaliyetlerine açılmakta, bin yıllık üretim kültürünün, köylünün geçim kaynağının ve ortak doğa varlıklarının yok edilmesi ya da sözde “taşınması” hukuken mümkün hale getirilmektedir. Daha önce Danıştay kararlarıyla durdurulan bu yağma girişimleri, şimdi yargı denetimini bertaraf edecek biçimde doğrudan yasa metnine yerleştirilmekte, böylece hukuk, emeği ve doğayı koruyan bir araç olmaktan çıkarılıp sermaye birikiminin hizmetine sokulmaktadır. Enerji değil yıkım: Akbelen’de kamu yararı kimin için? Akbelen’de yaşananlar bu istisna rejiminin somut sonucudur. Zeytin ağaçlarının söküm ve kesim işlemleri, 7554 sayılı Kanun’un Anayasa’ya aykırılığı gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nde açılan davalar ve Danıştay’da devam eden yürütmenin durdurulması taleplerine rağmen sürdürülmektedir. Yargı süreçleri tamamlanmadan yapılan her müdahale, telafisi imkânsız zararlar doğurmakta; hukuk devleti ilkesini fiilen ortadan kaldırmaktadır Dava dilekçesinde açıkça ifade edildiği üzere, henüz izinlere ilişkin davalar sonuçlanmamışken Akbelen Ormanı’nda maden işletmesine başlanmış , genişlemeye engel olan zeytinlikler sökülerek bölge madencilik kaynaklı ekosistem çöküşü riskiyle dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Köylüler, bu sürecin durdurulmasının ancak mahkemenin vereceği yürütmenin durdurulması kararıyla mümkün olduğunu belirtmektedir. Dilekçede mahkemeye şu çağrı yapılmaktadır: “ Görüldüğü gibi davaların açılmasından bu yana geçen süreler hep zeytin ağaçlarının aleyhine işlemektedir. Henüz izinlere ilişkin davalar sonuçlanmamışken maden ocağı işletmesi başlamış, zeytinler sökülmeye başlanmıştır. Karar daha fazla gecikirse, acele kamulaştırma yoluyla söküm yaygınlaştırılacaktır. O zeytinler davacıların yalnızca geçim kaynakları değil, yaşam alanlarıdır. ” Köylüler, dilekçelerinde yalnızca zeytinliklerini değil, hukuk devletine olan inançlarını da savunduklarını açıkça ifade etmektedir. Mahkemeden talep edilen, yeni oldu-bittilerin önüne geçilmesi, geri dönüşü mümkün olmayan zararların durdurulması ve toplumda derinleşen hukuk güvensizliğinin daha fazla büyümemesidir. “ Hukuka aykırılığın derinleşmesinin önlenmesi, kamu düzeninin bozulması tehlikesinin engellenmesi ve yöre halkında oluşan hukuk devletine güvensizlik duygusunun onarılması için dava konusu işlemin yürütülmesinin durdurulması hakkında acilen karar verilmesini talep ediyoruz. ” talebiyle sesler bir kez daha yükseltildi. Akbelen: Bugün zeytinlikler, yarın herkesin yaşam alanı Bilimsel çalışmalar, genişletilmesi planlanan maden sahasının yalnızca zeytinliklere değil, Çamköy Suçıktı kaynağına ve Bodrum’un içme suyu havzalarını besleyen ekosistemlere ciddi zararlar vereceğini ortaya koymaktadır. Buna rağmen zeytinliklerin ve tarım alanlarının yok edilmesi, enerji üretimi adı altında meşrulaştırılmaktadır. Oysa kömür madeni genişlemesiyle elde edilecek geçici enerji üretiminin, zeytinliklerin sağladığı tarımsal üretim, ekolojik denge, karbon yutak kapasitesi ve kültürel miras karşısında kalıcı bir kamusal fayda sunduğu söylenemez. Tam da bu noktada şu sorular yanıt beklemektedir: Hukuki süreçler sonuçlanmadan sürdürülen kesim ve söküm işlemlerinde nasıl bir kamu yararı bulunmaktadır? Zeytinliklerin yok edilmesiyle kaybedilen üretim, ekolojik ve kültürel değerler için herhangi bir kamu zararı hesabı yapılmış mıdır? Zeytin ağaçlarının taşındığı iddia edilen alanlar nerelerdir, bu alanların mülkiyeti kime aittir ve kaç ağacın taşınması fiilen mümkün olmuştur? Akbelen’de yaşananlar, yalnızca bir köyün ya da birkaç zeytin ağacının meselesi değildir. Bu süreç, enerji politikaları üzerinden yürütülen bir sermaye birikim rejiminin , kırsal toplulukları nasıl zorla mülksüzleştirdiğinin açık bir göstergesidir. Devletin kamusal yetkileri, toplumun ortak geleceğini korumak için değil; şirket kârlarını güvence altına almak için kullanılmaktadır. Enerji politikaları, birkaç holdingin çıkarı doğrultusunda değil; toplumun sağlığı, doğası, emeği ve geleceği gözetilerek şekillendirilmelidir. Akbelen’de savunulan yalnızca zeytin ağaçları değil, hukuk devleti, kamusal yarar ve doğayla uyumlu yaşam hakkıdır. Akbelen’de yaşananlar, yalnızca bir çevre mücadelesi ya da yerel bir hukuk ihtilafı değildir. Bu süreç, enerji politikaları üzerinden kurulan sermaye birikim rejiminin, kırsal toplulukları, üretim alanlarını ve yaşam biçimlerini nasıl sistematik biçimde tasfiye ettiğinin açık bir göstergesidir. Zeytinliklerin korunması yönündeki açık yasal hükümlerin, bilimsel uyarıların ve süren yargı süreçlerinin yok sayılması, devletin kamusal yetkilerinin toplum yararına değil, şirketlerin kâr sürekliliğini güvence altına almak için seferber edildiğini ortaya koymaktadır. Akbelen’de savunulan yalnızca zeytin ağaçları değil, hukukun üstünlüğü, emeğe dayalı üretim, kamusal yarar ve doğayla uyumlu bir yaşam hakkıdır. Bu haklar, mahkeme kararları geciktirilerek, acele kamulaştırmalarla ve fiili müdahalelerle ortadan kaldırılamaz. Akbelen, bugün sermaye lehine askıya alınan hukukun, yarın toplumun tamamı için nasıl bir güvencesizliğe dönüşeceğinin somut uyarısıdır.