Erdoğan’ın “dostları” Erdoğan’a güvenmiyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan, son yıllarda Suudi Arabistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkilerin hiç olmadığı kadar iyi olduğunu söylüyor. Yoğun diplomatik trafiğe, samimi görüntülü fotoğraflara ve ziyaretlerin sıklığına bakınca Erdoğan’ın haklı olduğunu düşünmek mümkün. Ancak Erdoğan’ın ekonomi cephesinde rahatsız edici bir gerçek var: Eğer bu ilişkiler gerçekten iyi ve iddia edildiği gibi “stratejik” ise, dünyanın neredeyse hemen her yerine uzanan Körfez varlık fonu sermayesi neden Türkiye’ye gelmiyor? Bugün sözünü ettiğimiz para sıradan bir sermaye değil. Suudi Arabistan’ın PIF’i, Katar’ın QIA’sı, Abu Dabi’nin ADQ ve Mubadala’sı… Her biri yüzlerce milyar doları yöneten, toplamda trilyon dolarlık devlet fonları. Dünya fosil yakıttan uzaklaşırken bu ülkeler de petrol gelirine olan bağımlılıklarını düşürmek peşindeler. Körfez varlık fonu sermayesi çok güçlü, uzun vadeli bakışla doğrudan yatırım iştahları yüksek. Ama Erdoğan’ın “zengin dostları” için adres Türkiye olmuyor. Bugün Körfez varlık fonlarının öncelik verdiği alanlarda ortak bir çerçeve var. Yapay zekâ ve veri merkezleri ilk sırada. Katar ve Abu Dabi fonları, küresel ölçekte milyarlarca dolarlık kaynakla veri merkezlerini besleyecek enerji altyapılarına, yüksek kapasiteli elektrik üretimine ve dijital altyapıya giriyor. Bu yatırımlar yalnızca bugünün değil, önümüzdeki 20–30 yılın teknolojik omurgasını oluşturuyor. Aynı fonlar, ABD ve Avrupa’da yapay zekâ ekosisteminin kalbine yerleşiyor. ABD, İngiltere, İtalya, Çin ve Latin Amerika Körfez varlık fonu sermayesiyle teknoloji, altyapı ve üretim kapasitesi inşa ederken çarpıcı bir şekilde Türkiye bu tablonun dışında. Petrol dışı enerji ikinci büyük başlık. Doğalgazdan yenilenebilir enerjiye, hidrojen projelerinden enerji depolamaya kadar uzanan geniş bir yelpaze var. Körfez fonları, enerji arz güvenliği ile teknoloji yatırımlarını birlikte ele alıyor. Veri merkezi yatırımı yapıyorsanız, yanında enerji altyapısını da satın alıyorsunuz. Türkiye bu denklemde yine yok. Ulaştırma ve altyapı üçüncü alan. Havalimanları, limanlar, lojistik merkezleri… Suudi Arabistan’ın İngiltere’de Heathrow Havalimanı’na ortak olması, Abu Dabi fonlarının Avrupa’da havaalanı ve liman işletmelerine ilgi göstermesi tesadüf değil. Küresel ticaretin düğüm noktaları satın alınıyor. Bu yatırımlar, yıllık yüz milyonlarca dolar nakit akışı yaratan, uzun vadeli ve düşük riskli varlıklar. Türkiye coğrafi olarak tam bu iş için biçilmiş kaftan; ama yatırımcı gözünde siyasi ve hukuki riskler bu avantajı boşa çıkarıyor. Finans ve varlık yönetimi bir diğer kritik sektör. Katar fonu Çin’de büyük bir varlık yönetim şirketine giriyor, Suudi fonu ABD’de dev fonlarla milyarlarca dolarlık anlaşmalar yapıyor. Amaç sadece getiri değil; küresel finans mimarisinin içinde kalıcı yer edinmek. Türkiye ise Erdoğan’la çeyrek yüzyıla yakın dönemin sonunda hâlâ yüksek enflasyon, sık değişen regülasyonlar ve zayıf kurumsal çerçeve nedeniyle bu oyunun dışında tutuluyor. Eğitim ve insan sermayesi yatırımları da dikkat çekici. Körfez fonları İngiltere’de özel okul zincirlerine, üniversite bağlantılı eğitim platformlarına yatırım yapıyor. Bizde “liyakati” Türkiye dışına gözünü kırpmadan yollayan yöneticilerimizin aksine Körfez ülkeleri teknoloji yatırımının nitelikli insan olmadan çalışmadığını çok iyi biliyor. Erdoğan Türkiye’sindeyse eğitim sistemi sık sık ideolojik ve idari müdahalelerle sarsılıyor, içeriği boşaltılıyor; uzun vadeli bir insan sermayesi stratejisi yok. Oysa beklenti büyüktü. 2023 seçimlerinin hemen ardından, “rasyonel politikalara dönüş” söylemiyle Hazine ve Maliye Bakanı Şimşek ve dönemin Merkez Bankası Başkanı Gaye Erkan ilk yurt dışı ziyaretlerini Katar’a yapmıştı. 50 milyar dolara kadar doğrudan yatırım ve finansman beklentisi kamuoyuna yansıtılmış ve bu rakam Türkiye ekonomisi için bir güven oyu olarak sunulmuştu. Bugün takvimler 2026’da, ne 50 milyar dolar geldi, ne de Körfez varlık fonu sermayesinden Türkiye’ye anlamlı bir doğrudan yatırım dalgası başladı. Gelen sadece kısa vadeli portföy girişleri oldu. Faiz yüksekken girip, risk arttığında çıkan sıcak para oldu. Oysa Körfez varlık fonu sermayesi swap yapmaz; veri merkezi kurar. Tahvil alıp çıkmaz; enerji santrali yapar. Kısa vadeli faiz hesabı yapmaz; 20–30 yıllık nakit akışı hesaplar. Türkiye bu yatırım ligine bir türlü giremedi. Sebep dış politika değil, diplomasinin yetersizliği hiç değil. Sebep Erdoğan rejiminin başarısız ekonomi yönetimi. 2018’deki başkanlık sistemine geçişten bu yana ekonomi kurala göre değil, talimata göre yönetiliyor. Toplumsal fayda ve adil bölüşüm peşinde Türkiye ekonomisinin yapısını yenileme hedefi yerine, bir tek Erdoğan’ın iktidarını kollayan bir ekonomik düzen oluşturuldu. Bu yüzden Erdoğan’la fotoğraf vermekten kaçınmayan Körfez varlık fonu sermayesi Erdoğan’ın yönettiği ekonomiye milyar dolar bağlamıyor. Çünkü bu rejimde kurallar kalıcı değil, kurumlar güçlü değil, kararlar öngörülebilir değil. Bugün “rasyonel politikalara dönüldü” deniyor, yarın bir gece yarısı kararnamesiyle bütün çerçeve değişebiliyor. Adını koyalım: Bu bir finansman sorunu değil. Erdoğan rejiminin kara düzenini yaratan yönetim sorununun sadece bir başka boyutu.