2025’ten 2026’ya devreden sorular

2025’in sonuna geldik. Bu yıl, yanıtlanması kolay olmayan pek çok soruyu gelecek yıla devretti. 2026’nın yönünü de büyük ölçüde, 2025’ten miras kalan bu sorular belirleyecek. Bu yazıda klasik bir yıl sonu bilançosu çıkarmaktan ziyade, “soru üzerinden analiz” yapmak istedim. 2025’i kapatırken kesin hükümler vermek yerine, 2026’ya devreden belirsizlikleri ve kırılganlıkları öne çıkarmayı hedefledim. “Bu yıl, bir önceki yıla göre çok daha iyi geçti; dolayısıyla başarılı bir yıl oldu” deniliyor. Peki, enflasyon hala bu kadar yüksekken “başarı” tanımı gerçekten doğru mu? Enflasyonda bir gerileme var; ancak bu seviye hala toplumun geniş kesimlerinin alım gücünü aşındırmaya devam ediyor. Ekonomi her şeye rağmen büyüdü; ancak büyüme oranı potansiyel büyümenin altında kaldı. Potansiyel büyümenin altında kalmak neden önemli? Çünkü bu durum, ekonominin kapasitesini tam kullanamadığını ve orta–uzun vadede refah artışının sınırlı kalabileceğini gösteriyor. TCMB rezervleri geçen yıla göre güçlendi. Ancak uzun vadeli doğrudan yabancı sermaye girişlerinin yok denecek kadar az olduğu, buna karşılık kısa vadeli sermayenin ağırlık kazandığı bir ortamda bu iyileşme ne kadar kalıcı? Rezervlerdeki artış, yapısal mı yoksa konjonktürel mi? Bütçe açığı önceki yıla kıyasla daraldı; fakat açığın gayrisafi yurt içi hasılaya oranı hala yüzde 3,5 dolayında. Rezervlerde olduğu gibi, bütçedeki bu iyileşme sürdürülebilir mi? Kalıcı olabilmesi için hangi adımlar atılıyor, hangi adımlar henüz atılmadı? Ekonomide bir rasyonele dönüşten söz ediliyor. Peki, bu sürecin bedelini kim ödedi? Asgari ücretliler ve emekliler bu dönüşümün kaybedeni mi oldu? Büyüme, bu kesimlerin hayatında hissedilebilir bir iyileşme yarattı mı? Kur cephesine bakış Tarım sektörü neden bu kadar sert bir darbe aldı? Sel, don ve kuraklık gibi iklim kaynaklı sorunların ötesinde yapısal nedenler var mı? Tarım politikaları bu riskleri azaltacak bir çerçeve sunuyor mu? Sanayi ve özellikle tekstil sektöründe yaşanan sorunlar geçici mi, yoksa yapısal mı? Rekabet gücündeki zayıflama konjonktürel koşullarla mı açıklanmalı, yoksa daha derin bir dönüşüm ihtiyacına mı işaret ediyor? Kur cephesinde ihracatçıyı zorlayan “yüksek faiz–güçlü TL” dengesi ne kadar sürdürülebilir? Türkiye, ihracatta rekabeti döviz kuru üzerinden mi, yoksa verimlilik ve teknoloji artışıyla mı sağlamayı hedefliyor? Makroekonomik göstergelerde nispi bir iyileşme var; ancak sosyal göstergeler ne durumda? Gelir dağılımı, yoksulluk ve toplumsal refah göstergeleri yatırımcı açısından ne kadar belirleyici hale geldi? Kendi iç risklerimizin ötesinde, Türkiye ekonomisi dış kaynaklı bir şoka karşı ne kadar hazırlıklı? Örneğin Japonya kaynaklı olası bir finansal şok nedeniyle sıcak para girişlerinin kesilmesi ve mevcut sermayenin çıkışı, ekonomiyi nasıl etkiler? Ve tüm bu başlıkların ışığında son soru: 2026 için en büyük risk hangisi? Görünen o ki; 2026’ya rengini bu soruların yanıtları verecek. Çok büyük ihtimalle 2026 tek bir yıl gibi olmayacak, daha ziyade parçalı birkaç yıl gibi olacak. Yani yılın ilk aylarındaki mod, son aylarındaki moddan oldukça farklı olabilir. Para ve maliye politikalarındaki sıkılık son aylarda yerini daha gevşek bir görünüme bırakabilir. Burada ana belirleyici ise normalde 2028 mayıs ayında yapılması gereken genel seçimlerin ne zaman yapılacağı olacaktır.