Türkiye’nin başına ne geldi?

Geride bıraktığımız yılın sadece son birkaç ayına bakalım yeter. Futbolda bahis operasyonu dediler, sonra herkesin işin içinde olduğu ortaya çıktı. Kulüp başkanı, federasyonu, alt liginden üst ligine, şampiyonundan küme düşenine kadar futbol topunu hileli zara çevirmeyenin kalmadığı anlaşıldı. Uyuşturucu operasyonu bir magazine dönüştü. Şimdi saç teli testinde kokain çıkan Kulüp Başkanı Saran kahraman, kulübü yönetmeye heveslenen Bilal ele yüze bulaşmış operasyondan şaşkın, yargı paketiyle cezaevlerinden salınan torbacılar keyifli. Yaptığı haber için Barış’ı aldılar. Başka bir şey yapamadıkları, bahis organizatörlerine, uyuşturucu kartellerine değil gazetecilere, Enver’e, Barış’a, Merdan’a güçleri yettiği için durup durup onları alıyorlar. Bir de başka bir tuhaflık da eşlik etti almaya bu kez, köy olmayan Bakırköy’de İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı operasyonları polisle değil jandarmayla yürüttü. Çünkü Türkiye’nin en sansasyonel soruşturmalarını yürüten savcı ile içişleri bakanı arasında bir savaş sürüyor. 19 Mart’ta cumhurbaşkanının en güçlü rakibini, İstanbul belediye başkanını da almışlardı, onu tutukladılar. Sonra o gün bugündür tutuklamalar da suçlamalar da sıradanlaştı. Adalet önce sulandı, sonra buharlaştı. Yolsuzlukla, yoksullukla ve adaletsizlikle mücadele AKP’yi iktidara taşıyan sloganlardı. Yirmi üç yıldan geriye yolsuz, yoksul, adaletsiz bir ülke, çürümüş bir iktidar kaldı. Türkiye’nin başına gelenlerin kısa özetidir. İktidar içindeki boğazlaşma dizi film izlenir gibi kamuoyu önünde. Pay edemedikleri zenginlik o kadar büyük ki kavga da o ölçüde şiddetli ve aleni. Hesap kaçmış, kılıçlar çekilmiş. Ortada farklı ideolojik ağırlıklara sahip aktörler de yok artık. ABD ile yakınlaşmanın ayarlı olmasına çalışanı, pazarlıkçısı, yerlisi ya da millisi kalmadı. Tamamı Trump’ın hizasına dizildi, tam boy NATO’cu ve Amerikancılıkta ortaklaştı. Aynı gemiye bindiler ama aralarındaki kavga ortadan kalkmadığı gibi daha da şiddetlendi. Hiçbir ilkeye sahip olmadıkları için kavganın konusu bir şirket gibi belledikleri ülkenin pastasından kimin daha büyük payı alacağı. Şimdi bu itiş kakışın içinde Kürt sorunu çözülecek, barış iklimi sağlanacak, kimisi demokratik cumhuriyete kimisi güçlü Türkiye’ye kavuşacak öyle mi? Önce Öcalan’ın ardından DEM eş başkanının çözüm zemini olarak tanımladığı demokratik İslam mı özgürleştirecek Kürt yurttaşları? Önüne arkasına ‘demokrasi’ eklendiğinde İslam, siyasal İslam olmaktan çıkıyor mu? Siyasal İslamcıların, mukaddesatçı milliyetçilerin ve Kürt milliyetçilerinin kol kola girdiği Kürt-Türk-Arap ittifakıyla Yeni Osmanlıcılık kapısından Mezopotamya’ya barış ve kardeşlik taşınacağı mı sanılıyor? Üstelik Ortadoğu ABD emperyalizminin gözetiminde, İsrail sopasıyla ve cihatçılar eliyle parça parça edilirken. Yönetemiyorlar ve çözüm süreci tıkanıyor. Çünkü laiklik, cumhuriyetçilik ve ulus devlet ayağına dolanıyor bu İslam kardeşliğinin. Yeni Osmanlıcı, demokratik İslamcı zeminin milliyetçiliğe yeni anlam katma çabası dönüp dolaşıp Atatürkçülüğe tosluyor. Mesele sadece Anayasa’dan iki kelimeyi çıkarmak değil ki, bu ülkenin ne olacağı. 1923 referanslarından kurtulmak istiyorlar artık, tümden. Oysa tarihte sabit, hiçbir karşı devrimden özgürlük çıkmıyor. Barış ve kardeşlik değerli kavramlar. Türkiye’nin egemen sınıfının bu kavramlarla uzaktan yakından bağlantısı yok. Türkiye bu sınıfın hedefleri doğrultusunda emperyalistleşme sancısı çeken bir ülkedir artık. Ekonomi politiği 24 Ocak kararlarında, siyasası 12 Eylül darbesindedir. Demirel, Özal, sonra tekrar Demirel ve Erdoğan. Erdoğan’la başlamadı, hedefi koyan sermaye sınıfından kurtulmadıkça onun gidişiyle de sonlanmayacak. 45 yıllık bir süreklilikten bahsediyoruz. Bu süreklilik sömürünün sürekliliğidir, istikrarın değil. İstikrarı bir türlü yakalayamayan Türkiye kapitalizmi, şimdi girdiği uğursuz emperyalistleşme macerasını yeni bir aşamaya taşımaya çalışıyor. Üstelik yönetme becerisi aşınmış bir iktidar eşliğinde. Türkiye sermaye sınıfı Türkiye’nin bir bölge gücü olmasını istiyor. Bölge gücü olmak, başka ülkelerin iç işlerine müdahale etme becerisi kazanmadır. Türkiye uzundur bu yeteneğe sahip. Fakat bu yetenek emperyalist dünyanın acımasız rekabetinde kendi içine müdahale edilme riskini de arttırıyor. Tepende başka ülkelerin SİHA’ları uçmaya, konuk ettiğin ülke yetkililerini taşıyan uçaklar başkentte düşmeye, güç olmaya çalışırken kullandığın cihatçı teröristler silahı sana doğrulmaya başlıyor. Türkiye bulunduğu bölgede bir güç haline gelirken daha fazla kırılganlaşıyor. Türkiye’nin başına gelen iş değil, girilen yol yol değil. Türkiye Cumhuriyeti’nin güvenliği bölgede genişleyerek sağlanamaz. Kürtler herhangi bir İslamcı projenin parçası olarak özgürleşemez. Türk, Kürt ya da Arap, kimlikler üzerine kurulu hiçbir projeden birlik çıkmaz. Birlikte yeni bir ülke kuracaksak, konumuz artık Kürtlerle Türklerin arasında barışın nasıl olacağı değil, yeni bir birlikte kuruluşun nasıl sağlanacağıdır. Üniter yapıyı hedefleyen, güçlü bir sınıfsal birliğe ihtiyacı var hem Kürtlerin hem Türklerin. Bunun birleştirici tek zemini ise sosyalizmdir. Yeni yılın ilk gününde 2026 için dileğimiz bu zeminin güçlenmesi olsun. Çabamız dileğimizin ötesine geçsin. Yeni yılınız kutlu olsun.