“Bilinçleninceye kadar asla isyan etmeyecekler ama isyan etmedikçe de bilinçlenemeyecekler.” -George Orwell (“1984” romanından) 1848 yılı tarihte devrimler yılı olarak bilinir. Avrupa’nın dört bir köşesinde halk ayaklanmaları meydana gelmiştir. 1815’teki Viyana Kongresi’nde monarşiler korunmuş, Fransız Devrimi’nin ateşi biraz olsun zayıflatılmıştır. Ne var ki cumhuriyet fikri bir kez zihinlere girdiğinde onu tamamen söndürmek imkansızdır. Romantize edilmiş bir milliyetçilik ve liberalizm, işçi, köylü, hatta orta sınıf ve burjuvayı büyüsü altına almıştır. İtalya’da alevlenen isyanlar kısa zamanda tüm Avrupa’yı sarmış, Fransa’da ikinci cumhuriyetin ilanına sebep olmuştur. İtalya, Almanya, Avusturya, Danimarka, İsveç, Romanya, İrlanda ve İngiltere’nin geleceğini şekillendiren eylemler Avrupa’nın çehresini değiştirmiştir. Artık dünya 19. Yüzyıla göre çok daha “küçük”. Halk hareketleri tek bir bölgede sınırlı kalmıyor, tüm yerküreye alevler sıçrıyor. 2025’te şu ana kadar pek çok ülkede protestolar görüldü: Slovakya, Sırbistan, Romanya, Gürcistan, Endonezya, Bangladeş hatta ABD’de hükümeti protesto eylemleri yaşanmışken en son Nepal’de devrim dalgası tsunamiye dönüştü. Z kuşağının ilk gerçek devrimi diye adlandırılan olaylarda hükümet düştü. Son verilere göre ölü sayısı 51, 1300’den fazla yaralı var. Ülkeden gelen görüntüler gerçekten dehşet verici, parlamento binasının cayır cayır yanarken ki hali gözümün önünden gitmiyor. İktidar destekçileri, bakanlar, eski başbakan saldırılara maruz kaldılar, evleri yakıldı. Diğer halk hareketlerinden farklı olarak Nepal gençliğinde büyük bir öfke patlaması görülüyor. Eylemlerin başlangıç noktası sosyal medyanın yasaklanması olarak gösteriliyor ancak aslında gençler baskılardan, sosyal ve ekonomik adaletsizlikten artık bunalmış durumdalar. Tencerenin kapağı büyük bir sesle patlamış anlaşılan. Nepal’in geçmişi kaotik Aslında bu Nepal için bir ilk değildir zira son yüz yıllık geçmişine baktığımızda ülkede pek çok kez rejim değişikliğine rastlıyoruz. Çin ile Hindistan’ın arasında kalan, Himalayalar’ın eteğindeki bu kartpostallık ülke 1951’e kadar Rana hanedanı tarafından krallık olarak yönetilmiş. Meşrutiyet geldikten sonra ise Panchayat sistemi denilen partisiz otokrasi rejimine geçilmiş. 1990’dan itibaren çok partili demokrasiye geçilmeye çalışılsa da Maocular ile krallık arasında yıllar süren çatışmalar yaşanmış. 2008’de federal bir demokratik cumhuriyet rejimine geçiş yapan Nepal anca 2015’te çağdaş, bireysel hakların korunduğu bir anayasaya kavuşmuş. Son 10 yıl içinde de siyasal belirsizlikler, anayasal krizler, iktidar içi çatışmalar derken halk yoksulluğa ve umutsuzluğa terkedilmiş. İktidar sahiplerinin ultra lüks yaşam sürmeleri ve özellikle “nepo baby” olarak adlandırılan çocuklarının yaşamlarını sosyal medyadan halkın gözünün içine sokmaları ülkede infial yaratmış. Sonuç olarak Nepal’de kökleşmiş bir devlet geleneği olmadığı için iki gün gibi kısa bir sürede ülkede nizam yerle bir oldu. Şiddetin dozu korkutucu Nepal’deki olaylar aslında ideolojik bir devrimden çok doğaçlama bir ayaklanma olarak karşımıza çıkmaktadır. Vandalizmin bu denli fazla olması, insanların şahsi konutlarının bile yakılması, spontane bir öfke patlamasının belirtileridir. Öyle görülüyor ki lidersiz ama örgütlü bir topluluk mevcuttur. Buna bir Z kuşağı devrimi demek bence biraz Z kuşağına haksızlık olur. Şiddete başvurmadan çok zekice eylemler gerçekleştirebiliyorlar çünkü bunu en yakından gördük. Son bir yıl içinde dünyanın farklı yerlerinde patlak veren gösterilerin bize gösterdiği önemli başka bir nokta ise yasaklarla, baskıyla bir yere varılamayacağıdır. Nihayetinde 1848’de ne sosyal medya vardı ne de cep telefonu. Z ve arkasından gelen Alfa kuşağı bir yolunu bulup yine haberleşiyor, sosyal medya ve internet kısıtlamaları vız gelip tırıs gidiyor. Ancak içlerindeki bu gençlik ateşinin şiddeti körüklememesi gerekir. Yakıp yıkan bir gençlik kendi geleceğini baltalamış olur. Tarihte barışçıl protestolar başarılı olmuşlardır (Martin Luther King, Gandhi vb.). Gençlerin küresel çapta ortak istekleri var: yolsuzluklarla savaşılması, gelir dağılımında adalet, özgürlük ve en önemlisi geleceğe dair umut. Gençler artık şöyle diyor: yaşanacaksa yaşanacak ayrılıklar mutsuzluklar, bütün acılar bir yere kadar.