Turgut Cansever Müslümanın Varlık telakkisini içselleştirmiş ve doğal bir akış içerisinde mimari eserlerine yansıtabilmiş, yazdıklarıyla ve eserleri üzerindeki tartışmalarla bu yansıma üzerine önemli bir yazın ve birikim oluşturabilmiş nadir mimarlarımızdan biriydi. Aslında mimar tanımlaması yetersiz kalır Cansever için. Turgut Cansever bir aydın ve filozoftu. Akif Emre, Aliya İzzetbegoviç için devlet adamlığından önce düşünce adamlığını öne çıkartır ve devlet adamlığı ile tarih sahnesine çıkmasaydı da bir düşünce adamı olarak önemli katkılarıyla yine tarih sahnesinde olacağına özellikle vurguda bulunurdu. Aynı şey Cansever için de geçerlidir. Mimari te’lifleri olmasaydı da bir Müslüman hassasiyeti ile röportajlarında, yazdıklarında, sohbetlerinde şehre, insana ve yapılara dair bakışının derinliği ve bu bakışı hayatın tamamını kuşatacak şekilde yorumlayabilmesi onu yine ülkemizin düşünce tarihinde öne çıkartacak ve önemli bir yer verecekti. Turgut Cansever’in tek başına yaptıklarını çok daha değerli kılan onun attığı tohumların yeşermesi, karşılık bulması ve bir ekosisteme yol açabilecek şekilde yoluna devam ederek ölçeği ne olursa olsun bir akışkanlığa yol açmasıdır. İşte Mi’mar Mimarlık Ofisi bu mirası tevarüs eden, aynı Varlık telakkisi hassasiyetinin mimarlığa yansımasını dert edinen geleneğin günümüzdeki en önemli temsilcisi. Ofisin 20 yıllık inşa serüvenini içeren ‘Bir Mimarlık Ofisinin İnşası’ kitabı Klasik yayınları tarafından yayımlandı. Kitap, Yusuf Civelek’in ‘Mi’mari Var Mimarlık İçre: Bir “Üslup” Sahibi Olmanın Manası’ başlıklı kapsamlı bir yazı ile başlıyor. Yazıda Turgut Cansever’in düşünceleri ve Mi’mar Mimarlık ofisinin eserlerinin bu bağlamda ayrıntılı bir değerlendirmesi yapılıyor. Bu yazı, kitabın sonunda Ahmet Yılmaz ve İbrahim Hakkı Yiğit’le yapılan uzun söyleşi okunduktan sonra daha anlaşılır hale geliyor. Örneğin, Turgut Cansever ile ilişkileri önce yazıları ve eserleri üzerinden gerçekleşiyor. İbrahim Hakkı Yiğit tıpta okurken Dergâh dergisinde Turgut Cansever’in bir söyleşini okuması sonrasında tıp eğitimini bırakıp mimarlık eğitimine başlaması, sonrasında Ahmet Yılmaz ile aynı bölümde yollarının kesişmesi ve okuma ve üretme serüvenlerinin birlikte bu minvalde devam etmesine yol açıyor. Dolayısıyla, Ahmet Yılmaz’ın ifade ettiği gibi Turgut Cansever’e çırak olma, onun tasarım ve inşa sürecine bir şahitlik söz konusu değil: ‘…Sonuç olarak ofisi kurana kadar ortak okuma ve tartışma platformlarında Turgut Bey’i okuyor ve tartışıyorduk; bize yakın geliyordu. Neticede İslam’dan, İslam şehrinden ve Tevhid’den bahsediyor; yani inancımızla bağ kuruyor. Aslında düşünceleri ve yapıları arasındaki bağı doğrudan kuracak derinliğe sahip olmadığımız gibi, pratik olarak da icrasına şahit olamadık. Yani düşüncelerinin tasarıma nasıl yansıdığını görme şansımız olmadı. Sadece bize yakın geliyor, ilham kaynağına ait sezgilerimiz var ama doğrudan ilişki kuramıyoruz.’ Aslında bu durumun kitaptaki yazılar ve eserler incelendiğinde bir avantaja dönüştüğü de görülüyor. Bu süreçte Turgut Cansever Varlık tasavvuru ve mimarlık arasındaki ilişki düzleminde yazılarıyla, eserleriyle rehberlik ederken bu tasavvuru yeni te’liflerle ilişkilendirmek ve geliştirmek Yılmaz ve Yiğit’e düşüyor. Bu uzun soluklu çabalar ve hassasiyetler nihayetinde bir üslubun şekillenmesine yol açıyor. Aslında, Turgut Cansever ile ofis arasındaki bağ da bu üslup üzerinden sağlanmış oluyor. Civelek’in giriş yazısının başlarında vurguladığı da bu dolaylı bağ: ‘…Ancak ilginç olan İbrahim Hakkı Yiğit ve Ahmet Yılmaz’ın Cansever’in yıllar içinde –Fuzuli’nin tabiriyle “şiir elmasıyla bir inci delmiş” gibi büyük bir çaba harcayarak- temellendirdiği fikirlerden damıttığı mekânsal ve biçimsel formülasyonları dolaylı olarak benimsemiş olmaları…’ Civelek ofisin de te’liflerinde önemli bir yer tutan üniversite yerleşkelerinde iki önemli özelliğe dikkat çekiyor: avlular ve yapıların birbirlerine göre konumlandırılma biçimi. Osmanlı kamu yapılarında önemli bir yer tutan avlular ofisin üniversite yerleşke tasarımlarında tekrar vücud bulurken yapılar bir bütünlüğü teşkil etmesine rağmen bütünün içerisinde her bir yapının ferdiyeti de korunuyor: ‘…Yani Cansever’in kendiliğinden gerçekleşen bir düzensizliği (mahalle) mimar eliyle gerçekleşen bilinçli bir dağınıklıkla (külliye) ilişkilendirerek bunu medeniyete has varlık felsefesi olarak kuramsallaştırması söz konusudur. Mi’mar Mimarlık’ın bu kavramsallaştırmayı benimsediği açıktır. Eski medrese, kervansaray, imaret ve evlerin yerini alan okul binaları, öğrenci merkezleri, toplantı salonları, kütüphaneler ve yurtların oluşturduğu bilinçli karmaşıklık anlamını buradan alır. Bu yeni tür külliyelerde mekân birbirlerine yaklaşıp uzaklaşan duvarların arasında sürekli yön değiştirerek akarken, hâkim olan “düzensizlik”in aslında kendi başlarına epey düzenli kütlelerin içindeki avlularda karşıtını bulması, her şeyin zıddıyla kaim olduğunu vurgulayan bir metafiziğin mecazen mekâna yansıması olarak değerlendirilebilir.’ Ülkemizde uzun dönem Batı medeniyetinin varlık tasavvuruna göre kültürel formların üretildiği hepimizin malumudur. Bu meydan okumaya her alanda kendi Varlık tasavvurumuza göre içerik üreterek yaşamın her alanını kapsayan yeni bir dil inşasını göze almak ve bu niyetle yolda olmaktan başka bir çaremiz yok. Turgut Cansever de tıpkı Kemal Tahir’in romanlarıyla yapmaya çalıştığı gibi mimari alanda bu yeni üslubun arayışında hep yolda oldu. Bu arayış içerisinde yolda olanların üç alanda çaba içerisinde olduklarına şahit oluyoruz. Birincisi Varlık tasavvurunun anlaşılması, ikincisi tarihi tecrübenin bu tasavvur ışığında pratik bir alan olarak detaylı incelenmesi ve karakteristiklerinin yeni üretimler yapacak netlikte anlaşılması ve nihayetinde günümüze gelerek hayatın akışında bir karşılığı olacak şekilde yeni bir formun üretilmesi. Bu nedenle Halil İbrahim Düzenli Cansever’de bu üç arayışa işaret etmektedir: ‘Cansever’in düşünce dünyası ya da kavramsal çerçevesi varlık alanındaki sorgulama ile başlamakta, tarihi tecrübenin anlaşılması ile devam etmekte ve coğrafyaya özel çözüm arayışlarıyla bugüne ait kılınmaktadır.’ (Turgut Cansever (1920-2009), İslam Araştırmalar Dergisi, 2009, 22, sh.165). Mi’mar Mimarlık Ofisini değerli kılan da ülke olarak bu arayışımızın mimarlık alanındaki emektarları olmaları. 20 yıllık serüvenlerinde ortaya koydukları ve kitapta ayrıntılı olarak yer alan eserler bu emeğe şahitlik ediyor. Ofisi değerli kılan önemli bir özelliği de bu üslup arayışında bir okul olmaları. Ofisten belirli dönemlerde çalışarak geçen yüzlerce genç mimar bu arayışın gittikleri yerlerde temsilcileri olarak çalışmaya devam ediyor. Bu bağlamda ofisin kurucuları Cansever’in çırakları olamadan bu üslubu oluşturmak için çoğu zaman deneme yanılma ile inşanın zorluğuna sabır gösterirken bu ofiste yetişmiş genç mimarlar bu üslup arayışına bizzat dâhil olmaktalar. Zaten Civelek te giriş yazısının sonunda bu emeğin hakkını verirken bu genç mimarlara umut olarak ayrıca vurguda bulunuyor: ‘…Nitekim başa Sedad Hakkı Eldem’I, sona da Mi’mar Mimarlık’ta yetişerek kendi kanatlarıyla uçmaya başlayan genç mimarları koyarsak, artık neredeyse beş nesle yayılmış olan bir üslup arayışı, özellikle Cansever’den beri çeşitli varlık katmanlarına yayılmış manaları taayyün ettirecek ilişkileri kuran bir söylemle yoluna devam ediyor…’. Sınırlı sayıda bastırılan bu özel kitabın 200.sü adıma imzalanmış. Bu nezaketlerinden ve 20 yıllık emek ve sabırlarından dolayı Ahmet Yılmaz ve İbrahim Hakkı Yiğit’e teşekkür ediyorum.