Gonca Kocabaş / Milliyet.com.tr - Hollanda’da doğan Burcu Alkurt , iki abisi, kardeşi ve ebeveynleriyle geniş bir ailede büyüdü. Çocukluğu her hafta sonu, kuzenleri ve akrabalarıyla geçti. " Annem -dünyanın en iyi yemek yapanı- neredeyse her hafta misafir ağırlardı" diyen Burcu, “Yorulmuyor musun? derdim ama annemin, aslında sevgisini paylaşmak için yaptığını bilmiyordum. O zamanlar bunun güzelliğini göremiyordum, tıpkı babamın sabah akşam fırında çalışmasını, bazen eve bile gelememesini anlamadığım gibi. Şimdi anlıyorum ki başkalarını mutlu etmek ve sevgisini paylaşmak onların hayat biçimiydi” dedi. Eğitimi moda ve stilistlik üzerineydi, uzun yıllar görsel düzenleme alanında çalıştı. 25 yaşında hayat arkadaşı Aziz’le evlendi ve birlikte Oslo’ya taşındılar. Norveç’te 7 yıl yaşadılar. O yıllarda profesyonel olarak görsellik ve estetik üzerine çalışmaya devam etse de içinde hep daha paylaşımcı, insanlara dokunan bir şey yapma isteği vardı. Moda sektöründe yaptığı işin bir amacı olmadığını, ortamın aslında hiç de düşündüğü kadar iyi olmadığını özellikle Kovid-19 süreci başladığında fark etti. 2018’de ilk kez yaptıkları Japonya seyahati Aziz'in çocukluk hayali, Burcu içinse bilinmez bir dünyaydı. Seyahat bitip Oslo’ya geri döndükten sonra pandemi başlamıştı. Zor geçen iki yılın ardınan seyahat ettikleri Tayland’da geçirdikleri güzel vakitler, Oslo’daki uzun karantina günlerinden sonra hayallerinin peşinden gitmek için onlara büyük cesaret verdi. ‘ÇOCUKLUĞUMUN YAZLARI TRABZON, İSTANBUL VE ORDU ARASINDA GEÇTİ’ "Tayland dönüşü bir ay Hollanda’da kaldık ama eşimin işi nedeniyle tekrar Norveç’e dönmemiz gerekti" diyen Burcu Alkurt, “Evimiz olmadığı için 3 ay otelde yaşadık. O dönemde sürekli ekmek aldığımız bir fırına başvurdum, stajyer olarak kabul edildim. Her şey öyle gelişti ki, Japonya açıldığında üç ay Tokyo’da kaldık. Bir günlüğüne Kamakura’ya geldik, o gün taşınmaya karar verdik. Ve hayatımızın yeni sayfası böyle başladı. Aslında köklerim Karadeniz’e dayanıyor. Babam Trabzonlu, annem Ordulu, ailemizin çoğu üyesi de İstanbul’da. Çocukluğum yazları hep bu üç şehir arasında bölünürdü. Babam göçmen olarak Hollanda’ya yerleştiğinde gündüzleri fabrikada çalışır, geceleri fırınlardan marketlere ekmek dağıtırdı. Daha sonra kendi fırınını açtı. Eve pide getirdiği akşamlar bizim için küçük bir bayram gibiydi. Çünkü o pide sadece bir ekmek değil, emeğin ve sevginin sembolüydü” diyerek şu şekilde konuştu: Alıntı Metni ‘BEĞENMEZLER DİYE KORKTUĞUM İÇİN CESARET EDEMİYORDUM’ "Fırın açma fikri aslında hiç yoktu. Böyle bir hayalim olmamıştı çünkü hiç kendime bu kadar bir güvenim yoktu" diyen Burcu, “Ancak bir fırında çalışmak, ekmek pişirmenin bir parçası olmak hayali Norveç’te filizlendi. Çünkü Oslo’da ekşi maya çok yaygındı. Tayland dönüşünde Japonya sınırları kapanınca uzun süre Oslo’da bir otel odasında yaşadık. O dönemde işsiz kalınca, daha önce çalıştığım işin aslında ne kadar toksik olduğunu ve beni mutlu etmediğini fark ettim. Kendime 'Gerçekten beni mutlu eden şey ne?' diye sormaya başladım. Aklıma hep arkadaşlarıma yaptığım yemekler, sofrada oturduğumuz anlar geldi. O şaşkınlıkla parlayan gözler, bir arkadaşımın pizza yerken yüzündeki mutluluk bana 'Ben bu işi yapmak istiyorum' dedirtti. Ardından Oslo’nun en bilinen ekşi maya fırınlarından birinde olan staj yapma fırsatım oldu. Bu deneyim, ekşi mayayı derinlemesine öğrenmemi sağladı ve bana fırıncılığın aslında benim yolum olabileceğini gösterdi” ifadelerine yer verdi. Japonya kapılarını açtığında Kamakura’ya taşındılar. Evde ekşi maya denemelerine başladığını söyleyen Burcu Alkurt, “Ancak ortaya çıkan ekmek sayısı çok fazlaydı; iki kişiyle tüketmemiz mümkün değildi. Cesaretimi toplayıp fazla ekmekleri komşularla paylaştım. Bir komşum, Chie, bana çok destek oldu. Kendi organik tarlası vardı ve birkaç farklı yerde pazar kuruyordu. Beni hep ekmek getirmem için çağırıyordu. Ben dil engeli ve utangaçlığımdan dolayı, beğenmezler diye korktuğum için birkaç kez 'Hayır' dedim. Ama o ısrar ettikçe kaçamadım ve iyi ki de yapmışım. İnsanların yüzlerindeki şaşkınlık ve mutluluk bana bu yolda devam etmem gerektiğini hissettirdi. Bu komşum sayesinde diyebilirim ki hikâyem başladı; bana verdiği motivasyon ve özgüven çok değerliydi ” diye konuştu. "O sırada evimizin yakınında, sık sık önünden geçtiğimiz eski bir polis karakolu vardı" diyen Burcu, "Aziz’le yürürken ' Burası bizim olsa belki bir kafe yaparız, sen kahve yaparsın, ben küçük atıştırmalıklar yaparım' ya da ' Belki bir seramik stüdyosu, belki de bir vintage dükkânı olur' diye hayaller kurardık. Fakat hiçbir zaman 'Burada kendi fırınımı açarım' diye düşünmedim, böyle bir özgüvenim yoktu. Bir gün bu binanın fotoğrafını arkadaş grubumuza gönderdim. Japon arkadaşım binanın üzerinde yazan telefon numarasını fark edip aradı ve oranın kiralık olduğunu öğrendi. Böylece hiç planımız yokken, bu şansı kaçırmak istemeyip kiraladık. Bu dönemde de benim ekmek siparişleri artmaya başlamıştı. Farkına varmadan aslında 'Pide' doğmuş oldu. Ekşi maya denemelerinden komşularla paylaşımlara, sonra da bu küçük mekânın bir tesadüf eseri karşımıza çıkmasına kadar” diyerek fırın açma serüvenlerini anlattı. ‘BABAANNEMİN HAMSİKÖY’DEN TOPLADIĞI RİZE ÇAYINI DA SATIYORUZ’ "Japonya’da yabancı biri olarak kuralları bilmeden işe başlamak kolay değildi" diyen Burcu Alkurt, “Hatta neredeyse vazgeçmek üzere olduğumuz anlar oldu. Ancak bu sürecin içinde bizi ayakta tutan şey etrafımızdaki insanların desteği oldu. Mesela beni en çok cesaretlendiren komşum Chie’nin eşi inşaatçıydı ve ekibiyle birlikte dükkânımızı baştan sona yeniledi. Japonca öğretmenimiz sağlık ruhsatı için bizimle beşten fazla kez belediyeye geldi, onay almamız için uğraştı. Aziz’in arkadaşının kardeşi ve ortağı mimardı, dükkânın tüm planını onlar hazırladı. Japonya’daki fırıncılarla sürekli mesajlaştım, malzemeleri nereden bulabileceğimi sordum ve onlar da her zaman yanıtladı. Sanki kader bizi doğru insanlarla buluşturdu. Bizim inancımız, çabamız vardı ama onların yardımı olmasaydı bugün burada olamazdık. Onlar sayesinde hem işimizi kurabildik hem de kendimizi gerçekten buraya ait hissettik” diyerek şunları söyledi: Alıntı Metni 'KÜÇÜK AMA ANLAMLI ANLAR NEDEN BU İŞİ YAPTIĞIMI HATIRLATIYOR' Burcu Alkurt, en büyük motivasyonunun çevresindeki insanların desteği olduğunu söylüyor. Tek başına bir şeyler başarmanın zor olduğunu ancak dayanışmayla her şeyin anlam kazandığını belirten Alkurt, “Japonya’da tanıdığımız komşular, arkadaşlar ve hatta hiç tanımadığımız insanlar öyle anlarda yardım etti ki, bunun başka bir yerde mümkün olmayacağını düşündüm” diyor. Hazırladığı ekmekler için 2-3 saatlik yolculuk yapan müşteriler olduğunu ifade eden Burcu Alkurt, ekmeğin bir kültür köprüsüne dönüştüğünü vurguluyor. Sıcak yaz günlerinde dahi sırada bekleyen müdavimlerinin ilgisiyle yorgunluğunu unuttuğunu dile getiren Alkurt, zamanla müşterileriyle adeta bir aile olduklarını söylüyor. Tatilden dönerken küçük hediyeler getirenler, fırın üç hafta kapalıyken önceden ekmek alıp donduranlar, yemek yemeye vakit bulamadıkları için evlerinden yemek getiren komşular sayesinde yalnızca bir fırın değil, güçlü bir topluluk oluştuğuna dikkat çeken Alkurt, “Babamın ekmekle kurduğu bağ hâlâ en büyük ilhamım. Kamakura’da hissettiğim bu bağlılık, bu küçük ama anlamlı anlar bana neden bu işi yaptığımı her gün hatırlatıyor” sözleriyle duygularını ifade etti. Alıntı Metni 'EKMEK YAPMAK DA BİR OYUN GİBİ GÖRÜLMELİ' Evde denemeler yaparak, hatalarla öğrenerek bu noktaya geldiğini dile getiren Burcu Alkurt, “Hatalar en büyük öğretmen. Hiçbir şey başta mükemmel olmaz. Bazen kendime çok kızdım, 'Neden yapamıyorum?' dedim. Oysa ekmek yapmak da bir oyun gibi görülmeli. Olmazsa tekrar dene, nerede hata yaptığını bul, bir sonrakinde farklı yap. Ayrıca sabırlı olun. Japonya bürokratik açıdan zor olabilir ama toplulukla bağ kurduğunuzda her şey kolaylaşıyor. Dil öğrenmeye yatırım yapın çünkü iletişim güven yaratıyor. Ve en önemlisi, kendi kültürünüzden utanmadan, gururla bir şeyler paylaşın” önerileriyle birlikte sözlerini şöyle noktaladı: Alıntı Metni