Öğrenciler sadece anne babalarının değil ülkemizin de en değerli varlıklarıdır. Onlar ne kadar mutlu, güçlü ve donanımlı olursa geleceğimiz o denli görkemli olacaktır… Eğitim elbette devletin asli görevi ve hiçbir ayrım gözetmeksizin herkese en iyi eğitimi vermesi ve her birini ilgi, yetenek ve hayalleri doğrultusunda geleceğe en iyi şekilde hazırlaması anayasal bir zorunluluktur. Peki bunu, bugüne kadar başarabildik mi? Başaran ülkeler var mı? Bu mümkün mü?.. Elbette mümkün, başaran ülkeler de var ve bizim de başarılı olduğumuz dönemler olmadı değil… “Eğitim reformu ufak ülkeler için sorun değil ama büyük ülkeler için çok zor” yönünde bir algı söz konusu. Kısmen doğru ama Japonya ve Çin örneklerini gördükten sonra “zor ama imkânsız değil” demek mümkün!.. Ülke olarak devletiyle milletiyle eğitimi baş tacı eden bir ülkeyiz. Hem devlet bütçesinden hem de aile bütçesinden en büyük payın eğitime ayrılması bunun önemli bir göstergesi. Peki bu kadarı yeter mi, yetiyor mu, yetmeli mi? Elbette yetmiyor durum ortada ama çok daha önemlisi ayrılan kaynakların ne kadarının doğru kullanılıyor ve ne kadarının daha iyi eğitim için harcanıyor olması? Günlerdir zorunlu bağış var mı yok mu tartışması yaşanıyor. Bakanlık yok diyor, veliler tam tersini iddia ediyor. Milli Eğitim bütçesinin dörtte üçü maaşlara gittiği için okullara gönderilen kaynaklar kısıtlı. Zorunlu bağış konusu bu yüzden sadece bugünün değil en az yarım asırlık bir sorun. “Ya bağış yaparsınız ya da çocuklarınız yazın sıcaktan, kışın soğuktan mustarip olur, hijyen koşullar sağlanamaz, yemek verilemez, her türlü imkânları kısıtlı hale gelir” denildiğinde akan sular duruyordu. Parası olmayandan zorla istenmez, parası olan gücü yettiği kadarını verirdi. Sonraları toplanan bağışların farklı amaçlar için harcandığı tartışmaları yaşanınca önce bağışlar durdu, sonra da zorunlu hale geldi. Çünkü başka çare de yoktu. Ankara “Bağış yok, gönderdiğimiz para da bu kadar başınızın çaresine” bakın diyor, iki arada bir derede kalan okul müdürleri de çareyi zorunlu bağışta buluyor. Bu dün de böyleydi, bugün de aynen devam ediyor… Çok uzun yıllardır “Mademki ille de gerekli, mademki zorla alınıyor o zaman bunun adı konulsun, yasal düzenlemeler yapılsın ve bu tartışmalar yaşanmasın” deniliyor ama buna da oy kaybettirir gerekçesiyle bugüne kadar hiçbir iktidar sıcak bakmadı. Yemek, yurt, kitap, burs, kıyafet, spor, sanat ve diğer etkinliklere yönelik tartışmaların merkezinde de hep kaynak yetersizliği ve kaynak israfı var! Altyapı sorunlarını sürdürülebilir bir şekilde çözemediğimiz için de bu konuları konuşmanın ötesine geçip eğitimin içeriğine, dünyadaki gelişmelere, öğrencilerin mutluluğuna bir türlü odaklanamıyoruz. İşte bu yüzden ivedilikle iki konuda karar almak zorundayız. Bunlardan ilki kaynak ve hizmet yelpazesini genişletmek, ikincisi ise bu kaynakların ve sağlanacak hizmetlerin en doğru şekilde kullanılması! Eğitim mademki memleket meselesi, mademki bir beka sorunu haline geldi ve mademki çocuklarımız hem eğitimden hem de eğitim sonrasından fazlasıyla mutsuz, o zaman üzümün çöpü, armudun sapıyla uğraşmayı bir kenara bırakıp herkesin taşın altına elini koymasını sağlamalıyız. Gelişmiş ülkelerin pek çoğunda mesleki eğitimin finansmanını ilgili sektörler sağlıyor, yine pek çok ülkede okulların cari giderlerine yerel yönetimler destek oluyor. ABD benzeri ülkelerde ise mezunların bağışları en önemli gelir kaynaklarından birisi… Dünyadaki modeller yakından izlenmeli ve bize özgü yeni bir model inşa edilmelidir. Kalkınmış ülkelerde okul bütçelerinin, özellikle de yükseköğretimde, üçte birini devlet ya da vakıf; üçte birini bağışlar, yerel yönetimler ve öğrenciler; üçte birini de üniversiteler ürettikleri bilim ya da farklı danışmanlık hizmetleri ile kendileri sağlıyor. Bizdeki okullar ya da üniversiteler genelde hep tek ayak üzerinde duruyor. Finansmanı ya devlet sağlıyor ya da öğrenciler yani veliler. Hele bir de bu kısıtlı kaynaklar çarçur edilince ekonomik sıkıntı içinden çıkılamaz bir hal alıyor. Sonuçta da hak ettiği eğitimi alamayan öğrenciler, hak ettiği refaha ulaşamayan halkımız ve hak ettiği güce erişemeyen ülkemiz mağdur oluyor. Bu kısır döngüyü kırmanın zamanı hâlâ gelmedi mi? Hani söz konusu eğitim ise gerisi teferruattı?.. Özetin özeti: Eğer bu, şu, o değil de “BİZ” olmak istiyorsak bunun yolu eğitim gibi eğitimden geçiyor. “Milli” olması da bu yüzdendir!..