Susturulamayan sesler, susturulmaya çalışılan toplum

Müziğin sadece bir sanat değil, aynı zamanda bir hafıza aracı, bir kimlik ve bir direniş biçimi olduğunun en güçlü örneklerinden biridir Ruhi Su. Bu yıl, onun müzik yolculuğunun en önemli duraklarından Ruhi Su Dostlar Korosu’nun 50. yılında; onun güçlü sesinin yanında devrimci kimliğiyle ve ozan duruşuyla sadece türküleri değil, bir halkın vicdanını ve umudunu dile getirdiğini bir kez daha hatırlıyoruz. Ruhi Su, halk türkülerinin “sıradan” ya da “köylü işi” olarak aşağılandığı bir dönemde, bu melodileri hem opera terbiyesiyle işleyerek hem barındırdığı birleştirici ruhu ve isyanı açığa çıkararak, halkla aydınlar arasında eşsiz bir köprü kurdu. Aydınlanmanın, gösterilmeye çalışıldığı gibi elitist değil toplumcu bir hareket olduğunu herkese müziğiyle anlattı. Onun sesi yalnızca notaları değil, Anadolu’nun acısını, umudunu ve direncini de taşıdı. Türküleriyle halkın suskun kalmış hafızasını canlandırırken, Türkiye’de sol hafızanın da taşlarını döşedi. Bugün dillerden düşmeyen pek çok devrimci marşın ve türkünün devamlılığı, kapsayıcılığı, ilhamı, varlığı Ruhi Su’nun seslenişidir. Ruhi Su’nun hayatı sadece müzikle değil, baskılarla da örülmüştü. 12 Mart darbesi sonrası tutuklandı, uzun süre cezaevinde kaldı, pasaport verilmediği için yurt dışında tedavi görme hakkı elinden alındı. Bu engellemeler, sadece bir sanatçının değil, halkın sesi olan bir insanın susturulma çabasıydı. Ve belki de onu bu ülkede öldüren şey, hastalığı değil, devletin koyduğu sınırdı. Ne yazık ki aydınlanmanın en güçlü taşıyıcılarından sanat, her zaman sağın hedefinde sansür ve yasaklarla sınandı. Ödün vermeyen sanatçılar da öyle. Önceki akşam İzmir’de Halkların Korosu ’nun düzenlediği anma gecesinde Ruhi Su’nun ezgileriyle buluştuk. Gurup Geniş Merdiven ve Halkların Korosu ’ndan dinlediğimiz türküler arasında Barış Yıldırım ve Murat Mengirkaon, Ruhi Su ’nun yaşamından, kimliğinden kesitleri, şiirler ve edebiyat alıntılarının eşlik ettiği özenle hazırlanmış sohbetleriyle aktardılar. Özcan Şenver , Ruhi Su ’nun yalnızca ötelenen, küçümsenen türküleri geniş kesimlere sevdirmekle kalmayıp esasında halkın siyasi bilincine, eşitlik ve hak farkındalığına önemli bir koridor açtığına değindi. Bir süredir benim de üzerinde düşündüğüm bu vurgu bence çok önemli. Alevi deyişlerini, halk ozanlarını kayıt altına alarak geniş kitlelere tanıştırması, yaygınlaştırması halk müziğinin de gelişiminde önemli bir köşebent olmuştur elbet. Ancak onun besteleriyle müziğin birleştirici, kapsayıcı gücü siyasal bir bilinçlenmeyi de yüklenmiştir. Solun sesini gürleştirmiştir. Zülfü Livaneli ’den Ahmet Kaya ’ya uzanan geniş ve çeşitliliği kuvvetli bir hattır bu. Bu denli etkili ve ruha değen değerli çalışmalarının, o dönem komünizm propagandası olarak yaftalanması da bu nedenle şaşırtıcı değil. Sansaryan Han’da işkenceler, mahpushanede bestelediği Mahsus Mahal gibi nice eşsiz bestesine maya olur Ruhi Su’nun. Bağlamasına tutsaklığının 2. Yılında kavuşabilir ancak. Hapishane’de bir koro kurar. Bestelediği türkülerden seslenir; “Bu Nasıl İstanbul Zindan İçinde” der, “Almanya’da Çöpçülerimiz” der, “Sabahın Sahibi var ” der. Karacaoğlan’dan, Dadaloğlu’ndan, Köroğlu’ndan, Yunus Emre’den, Pir Sultan’dan dizeler, deyişler besteler. “ Onbeşlere Ağıt” yakar. Bu ülke, halkın sesi olan nice aydına ağır bedeller ödetmiştir. İktidarlar öncekinin açtığı yolda dayanışmayı, beraberliği, direniş hakkını düşman görür ve düşmanlaştırır. Ruhi Su bu diyardan 1985 yılında göçtü ama türküleri ve duruşuyla devri daim olmaya devam ediyor. Dünün Kanlı Pazar ’ı bugünün 10 Ekim Barış Katliamı ’nın sesi, soluğu oluyor. Bugünlerde gündemde aynı yıl kurulan Grup Yorum üyelerinin siyasi görüşleri, savundukları ve söyledikleri yüzünden baskılar, yasaklamalar, hapisler, tutuklamalar var. 30 yıldır müzik dünyasının belki en sistematik baskı gören sayısız müzisyen ve sanatçıya yönelik baskılar artıyor. Her dönemin zulmü kendi terminolojisiyle derinleşiyor. Sanatçılar “tabutluk”tan “kuyu tipi” hücrelere hep ve hâlâ tutsak. Grup Yorum, Ruhi Su’nun izinde yetişen toplumcu, siyasi, mücadeleyi yol edinmiş geleneğin bir ucundaysa diğer ucunda vicdanlı genç kuşak müzisyenlere uzanan geniş ve direngen bir hat var. Türkiye’de sanat, düşünce hatta hafıza sürekli olarak tehdit altında. Sansür ve yasaklar yalnızca bireysel özgürlüklere değil, toplumun, çağın gelişimine kültürel kimliğin eşlik ettiği yeni olanaklarla zenginleştirerek değişme kapasitesine, yaratıcılığına ket vuruyor. Örnek mi? “Esaretten Cesarete” Kısa Film Festivali’nde “Kurtlar” adlı kısa filmiyle En İyi Kurmaca Film Ödülü alan sanatçı Ece Begüm Bayrak ’ın sözü; tutuklu öğrenciler, Grup Yorum ’un şarkılarına erişim engeli getirilmesi ve sanata yönelik sansürden bahsettiği konuşması sırasında, TRT’nin memuru bir sunucu tarafından kesildi. Genç sanatçı hedef gösterildi, tehdit, kuşatma ve saldırıya maruz kaldı. Antakya depreminin ardından halkın sesini duyurmak üzere Halil Yakut ’un yönetmenliğini yaptığı “Beton Sizin Vatan Bizim” filminin fragmanlarına engelleme getirildi. Filminde depremzedelerin deneyimlerini, sorunlarını, devlet müdahalesinin eksikliklerini ve insanların yaşadığı mağduriyetleri aktaran yönetmen gözaltına alındı. Karikatürler yasaklandı. Yönetmenler, gazeteciler, oyuncular sürgünde. Leman dergisi bir Orta Çağ saldırısına uğradı. Mizah değil insanlık ve vicdani mesaj içeren bilinç, susmama sorumluluğu tutuklandı. Festivaller, konserler yasaklanıyor. Toplumun gelenekten sanata kültürel birikimini destekleyen, tarihin, bilginin, belleğin mekânları da saldırıdan nasibini alıyor. Müzeler kapatılıyor, kültürel miras, bellek binalar yıkılıyor. Antalya Arkeoloji Müzesi , sadece binlerce yıllık arkeolojik eserlerin sergilendiği bir bina değil mimari kimliğiyle başlı başına bir miras. Ama deprem dayanıklılığı gerekçe gösterilerek kapatılıyor. Tekil bir örnek değil bu. Benzer gerekçelerle 35 müze kapatıldı. Bunların kimileri 13-15 yıldır kapalı. 1960’lardan bu yana aktif, İşçi Filmleri festivali, Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali, İnsan Hakları Sinema Günleri’ne ve nicelerine ev sahipliği yapan Kızılırmak Sineması yıkıldı. Kültürü, belleği ve muhalefeti aynı anda susturmaya çalışıyorlar. Bu bir tesadüf değil; planlı bir yok etme projesi. Sendikalar hedef alınarak dayanışma kültürü yok edilmeye çalışılıyor. Düşünce ve ifade özgürlüğü, bugün yalnızca muhalif sanatçılar için değil, tüm yaratıcı alanlar için tehdit altında. Aynı zamanda Oyuncular Sendikası yöneticisi olan oyuncu Cem Yiğit Üzümoğlu , anayasal haklar çerçevesinde fikrini açıklama özgürlüğü ve protesto hakkını kullanarak ‘boykot’ ile ilgili görüşlerini açıkladığı için gözaltına alındı, hakkında yurt dışı çıkış yasağı getirildi. Bu yasak, onun sanatını yapma, sahneye çıkma özgürlüğünü kısıtlayan haksızca ama bilinçli bir tercihin ürünü. Bu tür uygulamalar yalnızca sanatçı ya da bireyleri değil, tüm sanat camiasını dolayısıyla halkı sindirmeyi amaçlıyor. Bugün aydınlar üzerindeki bu kuşatma ve baskı artık siyasi ya da toplumsal duruşu olsun olmasın çok daha geniş bir susturma politikasıyla genişliyor. Sansür, popüler kültürün kapısını çalıyor. Artık yalnızca devrimci sanatçılar, kitaplar, şarkılar, marşlar ya da politik tiyatrolar, “müstehcen” (!) oyunlar değil; kitlelere ulaşan popüler kültür ürünleri de hedefte. Geniş izleyici kitlesine ulaşan Kızılcık Şerbeti dizisinin senaryosu, karakterleri yayına ilk girişinden bu yana kim bilir kaçıncı kez RTÜK’ün hedefinde. Sadece iktidarın terbiye organları, siyasetçileri değil sosyal medyanın ahlak bekçileri ve bu sistemli toplumsal geri dönüşüm mühendisliğinin, nefret söyleminin etkisiyle uyuşturduğu, -belki farkında bile olmadan- dayatılan toplumsal normların esiri olmuş piyadelerin elinde herkes dakikalar içinde yerden yere vurularak hedef gösterilebiliyor. Dizinin senaryosunun saçmalığından, iyiliği ya da kötülüğünden bağımsız olarak ifade özgürlüğünün sansürlenişi alan tanımaz boyuta ulaştı. Son olarak dizinin senaristi Merve Göntem böyle bir dalganın sonucu olarak yıllar önce verdiği bir röportajda kurduğu cümleler gerekçe gösterilerek gözaltına alındı. Yakın zamanda Manifest adlı müzik grubunun sahnedeki performansı nedeniyle soruşturmaya uğraması, ardından turnelerinin iptal edilmesi bunun çarpıcı bir örneği. Grup üyeleri, bir sahne gösterisi üzerinden “hayasızca hareketler” gibi muğlak suçlamalarla gözaltına alındı. Sanatın özgürlük alanı yerini, “ahlak nöbetçiliği”ne terk etti. Sarinvomit rock grubu üyesi 5 kişi, şarkı sözleri ve sosyal medya paylaşımlarında "dini değerlere hakaret" ettikleri iddiasıyla "halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama" gerekçesiyle tutuklandı. Eleştirel düşünceye ve yaratıcı üretime yönelik sistematik saldırılar; sadece bireyleri değil, toplumu bir bütün olarak sessizliğe mahkûm etme amacı taşıyor . Türkiye’de fikir üretmek, sahneye çıkmak, eleştirmek -kısaca yaşamak- kolayca bir suç deliline dönüştürülebiliyor. Siyasi tutum alan sanatçıdan apolitik menejere, iktidarın sevgili enstrümanı popülizmin kendisine kadar. Bugün yaşadığımız bu toplumsal yozlaşma ve kültürel yıkım, sadece siyasi iklimin değil; aydınlardan, sanatçılardan, yurttaşlardan yükselen seslerin bastırılmasından kaynaklanıyor. Oysa bu sesler, toplumun vicdanıdır. Onları susturmak; gelişimi, değişimi, umudu ve en nihayetinde insanlığı susturmaktır. Bu boyutta bir baskı yalnızca savaş dönemlerinde ya da faşist yönetimlerde görülmüştür. Örneğin1930’lar Almanyası’nda, sürgün edilen Bertolt Brecht. Şili’de sanatçılara işkence uygulayan Pinochet rejimi. İran’da Mahsa Amini sürecinden sonra İran sinemasına yönelik artan baskılar, tutuklanan müzisyenler. Türkiye’nin bugünkü hali, hem kapsam hem süreklilik açısından bu örneklerle bile tarihsel kıyasın sınırlarını zorluyor. İfade özgürlüğü yalnızca gazeteciler, sanatçılar ya da karikatüristler için değil, toplumun tümü için bir ölçüdür. Otoriterleşme, önce kelimeleri, notaları, karikatürleri, resimleri, heykelleri vurur. Sonra da kelimesiz kalan toplumları. Bugün Türkiye’de yaşananlar, yalnızca bir politik hesaplaşmanın değil, yaratıcı düşüncenin topluca yargılanmasının öyküsüdür. Ve bu öykü, sadece bugünün değil, geleceğin de belleğine kazınacak bir baskı kaydıdır . Bugün Türkiye, yalnızca muhalefeti değil, muhalif olan her şeyi bastıran bir yapıyla karşı karşıya. Bu süreç artık bireysel değil; politik bir mimariye dönüşmüş durumda. Seçme ve seçilme hakkının askıya alınması; ifade özgürlüğünün suç haline getirilmesi; sanatın, mizahın, haberin, çizginin yargılanması... Ancak tarih bize şunu da öğretti. Yasaklar haklı ve gür çıkan sesi susturamıyor. Ruhi Su’yu yitirişimizin üzerinden 40 koca yıl geçti. 19-22 Eylül tarihleri arasında İstanbul’da bir dizi etkinlikle ustayı anacağız. “Su’yun İzinde Yarım Asır” geçiren Ruhi Su Dostlar Korosu’nun 50. Yılını kutlayacağız. Bedel ödemek pahasına konuşan, yazan, sahneye çıkan, beste yapan yeni nesil hâlâ onun mirasını taşıyor.