Kolektif alanda yüksek frekanslı kalmanın incelikleri

Modern yaşam, hepimizi görünmez bir akışın içine taşıyor. Herkes kendi hayatını yaşarken aynı zamanda ortak bir duygusal havuza temas ediyor. Bazen sabah hiçbir şey yokken içimizin sıkılması, kalabalıktan çıktığımızda sebepsiz bir yorgunluk hissetmemiz ya da bir anda içimize çöken ağırlık, çoğu zaman doğrudan kendimizle ilgili değildir. Kolektif alanın duygusu, hızla üzerimize siner. Bu nedenle yüksek frekansta kalmak, sadece kişisel bir çaba değil, insanın kalabalıklar içinde kendi sesini kaybetmeden yürüyebilmesi için gereken ince bir ustalıktır. Kolektif alan, birbirine değen düşünceler, kaygılar, özlemler, heyecanlar ve beklentilerden oluşan geniş bir titreşim düzlemidir. Bireyin zihni kolektif alanı sanıldığından daha hızlı algılar. Bir mekâna girip “Buranın havası ağır” dememiz, bazen tek bir konuşmayı dinledikten sonra içimizin sıkılması ya da çok mutlu bir ortamda istemeden neşelenmemiz bu durumun en basit örnekleridir. Kişi, farkında olmadan kolektif titreşimle eşleşir. İşte yüksek frekans dediğimiz şey, bu eşleşmenin kontrolünü ele alabilme halidir. Yani dışarıdaki dalgayı tanıyarak kendi iç ritmini bozmadan durabilmeyi başarmaktır. Bu başarılı duruşun ilk adımı, kişinin kendi ritmini tanımasıdır. Ne zaman toparlandığını, ne zaman dağıldığını, hangi saatlerde açık olduğunu, hangi ortamlarda hızla etkilendiğini bilmek adeta içsel bir pusula gibidir. Kendi pusulasını bilmeyen kişi, her dış etkiyi kendi duygusu sanabilir. Oysa ritmini bilen biri “Bu bana ait değil” diyerek kolektif dalganın etkisini hemen ayırt eder. Bu fark, tam anlamıyla koruyucu bir kalkan gibidir. Yüksek frekansta kalmanın ikinci inceliği, dikkatin nereye aktığını fark edebilmektir. Çünkü zihin neyi izliyorsa, iç alan o yöne akar. Sürekli şikâyet dolu içerikler tüketen, yorucu hikâyeler dinleyen ya da kendini kıyaslama döngüsünün içinde bulan biri, farkında olmadan kolektif ağırlığı üzerine çeker. Oysa seçici odak, duygusal sınırlarımızın en önemli parçasıdır. Ne izlediğimiz, kimi dinlediğimiz, hangi konuşmaları içimize aldığımız frekansımızı belirleyen en somut etkenlerdir. Yüksek frekansın en görünmez ama en güçlü tarafı ise duyguları düzenleyebilmesidir. Kolektif stres, bireysel stresi tetiklerken kolektif umut ise bireysel motivasyonu yükseltir. Bu yüzden kişi kendi duygularının kaptanı olduğunda dış dünyanın iniş çıkışlarından etkilenmez, dalgayı izler ama içinde kaybolmaz. Duygusal düzen, dünyayı yönetmekten çok, kendine eşlik etmeyi bilmektir. Bütün bu sürecin özünde tek bir olgu vardır: Kendi merkezini koruyabilmek. Kişi merkezine dönebildiğinde, kolektif alan ne kadar kalabalık, hızlı ya da karmaşık olursa olsun kendi iç ritmine sadık kalır. Yüksek frekans, uzaklaşmak ya da soyutlanmak anlamına gelmediği gibi dünyanın ortasında dururken kendi sesini kaybetmemeyi sağlar. Kolektif alan zaman zaman dalgalansa da kendi merkezinden kopmayan biri o dalgaların üzerinde durmayı öğrenir. Böyle olduğunda dış etkiler bizi yönlendiremez, sadece etrafımızdan akıp gider.