Toprak IŞIK Yemeksever: Mutfaktaki Hayatım, Lucy Knisley tarafından yazılıp resimlenmiş ve ABD’de yayımlanmış, otobiyografik bir çizgi-roman… Tudem Yayın Grubu bünyesindeki Desen markasıyla ülkemiz okuruna ulaştırılan eseri Tijen İnaltong Türkçeleştirmiş. Knisley, çocukluğundan başlayıp yetişkinliğine kadar yemek kültürüyle daima iç içe olan hayatını anlatırken, her bölümün sonunda yer alan küçük tariflerle eserinin mutfak meraklıları için pratik bir işlev kazanmasını da sağlamış. Yemeksever, mutfaktaki emeği, duyguyu ve bilgiyi paylaşıyor okuruyla. Mutfağın kişisel hafızadaki yerini, aile bağları üzerindeki etkisini ve kültürel kimliğin şekillendirilmesindeki rolünü gösteriyor. Serüven, çocukluğun özgür damak tadından, yetişkinliğin olgunlaşmış ve derinlik kazanmış beğenisine uzanırken, okur önemli bir gerçeğin farkına varıyor: Mutfak, yalnızca karın doyurulan bir yer değildir; duygu eğitiminin, estetik algının ve toplumsal aidiyetin kurulduğu bir kültür mekânıdır. Knisley, hikâyesini anlatmak için annesinin profesyonel bir mutfak emekçisi olarak kazandığı becerilerinin ve babasının gurmeliğe varan yemek merakının günlük hayata yansımalarını kullanıyor. Reçel kaynatmaktan, peynir seçimine, hamuru yoğurmaktan turşu kurmaya kadar geniş bir yelpazede inceliyor mutfak faaliyetlerini. Bilgi, sabır, incelik ve merakın seçkin bir mutfağın efendileri olduğunu gösteriyor. Malzemeyi toplamak, hazırlamak, ürünü ortaya çıkarmak ve paylaşmak… Birlikte hazırlanan yemekler, hep beraber kurulan sofralar, paylaşılan tarifler ve mutfağa dair her şey, kişisel hikâyelerin birbirlerine bağlanmasına aracılık ediyor. Söz konusu bağlar bizi mutfak kültürünün toplumsal boyutuna götürüyor. Yemek yemek, hayatın ritminde çok önemli paya sahip bir faaliyet… Ekip biçmekten alışverişe, mevsimlerin takibinden mesai düzenine kadar yaşamın her alanına nüfuz ediyor ve izini bırakıyor. Sahip olduğu bu güç, ona belli kurallar dâhilinde yaklaşılmasını da kaçınılmaz kılıyor. Üstelik bir de yemeklerin insan bedeni üzerindeki etkisi var. Bu gerçek, sağlıklı ve sağlıksız gıdalar sınıflandırmasını çağdaş yaşamın gündemine taşıyor. Yazar, bu konularda katı bir disiplin yerine, aşırıya kaçmamak koşulu ile esnek bir tavır benimsediğini belirtiyor; çok eleştirilen bir hazır yemek restoran zincirinin arkasında durmaktan çekinmiyor. Hiç de sağlıklı olmayan ziyafet anılarını açık yüreklilikle paylaşıyor. Öznel tavrını okurdan saklamayan Knisley, kitabını sadece kendi ülkesinin mutfağı ile sınırlamıyor. Yemek kültürünün evrenselliğini, yolculuk anıları, pazar yerlerinin zengin ürünleri ve farklı dillerin baharatlarıyla renklendirdiği sahneler aracılığıyla gösteriyor. Bu kapsayıcılık kitapta yer alan tariflerde de kendini belli ediyor. Yemeklerin coğrafyalar arasında göç ederken nasıl ad ve biçim değiştirdiğini, malzemelerin iklime, mevsime ve erişilebilirliğe göre yeniden seçildiğini anlatıyor. Böylece Yemeksever, damak tadının dolaşımını, tekniklerin elden ele aktarımını ve ortak sofraların çoğul sesini öne çıkaran bir kültür atlasına dönüşüyor. Elbette bu durum okuru kendi mutfağını düşünmeye de teşvik ediyor. Ülkemiz okuru bu teşviğin peşinden gittiğinde muazzam bir zenginlik içinde yaşadığını görmekte kuşkusuz zorlanmayacaktır. Birbirine eklemlenen Anadolu, Balkan, Kafkas, Orta Doğu ve Akdeniz etkilerini, tahıldan bakliyata, sütten fermente ürünlere, sebzelerden baharata uzanan geniş malzeme evrenini, yavaş pişirme, dinlendirme, şerbetleme, kurutma, közleme gibi incelikli teknikleri hatırlayacaktır. Kitabın temposunda, belki de çizgi ve metnin aynı kalemden çıkmış olması sayesinde denge hep korunuyor. Sahneler, mutfak eylemlerinin ritmine uyumlu akıyor; bilgi yoğun sayfalardaki kompozisyon ve tasarım okuyucuyu yormuyor. Bölüm sonlarındaki tarifler, ayrıntılı ama göz korkutmayan bir çizgi düzeniyle aktarılıyor: Malzeme listeleri görsel işaretlerle, uygulama adımları küçük şemalarla destekleniyor. Eserin biçemi de övgüyü hak ediyor. Knisley, çok dozunda bir mizah kullanıyor, hiç didaktizme kaçmıyor, geçmişin tatlarını hoş nostaljik esintiler ile hatırlatıyor. Böylece kitap, hafıza anlatısı ile mutfağın teknik bilgisini aynı potada eritip hem okunur hem uygulanır bir bütünlüğe kavuşuyor. Yemeksever, mutfağı bir zevk alanı olmanın yanında, araştırma, öğrenme ve bireyler arasında bağ kurma mekânı olarak konumlandırıyor; okuru, sofra üzerine düşünmeye, yemek kültürünün hayatındaki etkilerini değerlendirmeye davet ediyor. Bu davetin kabulü, yerelden evrensele uzanan ortak mutfak dilinin fark edilmesini sağlayacaktır. Kitap bittiğinde, mutfağın kapısı açılır ve okur, zihnindekileri pratiğe taşımak üzere ocağın başına geçerse bu dil daha da güçlenip zenginleşecektir.