Punk fanzinleri, hazma uğramamış kültürel parçaları içerir, tatlarını yumuşatmak bir yana, keskinlikleriyle var olurlar. Onlar, sistemin filtrelerinden geçmeyi reddeder, sindirilmeye karşı gösterilen estetik ve ideolojik bir inatla kendi varlık koşullarını yaratır. Bir kopi luwak 1 gibi ideolojik dolaşıma yeniden sokulmak yerine, o dolaşımın dışında kalmayı göze alırlar. 2 Makaslar, yapıştırıcılar, kağıtlar, fotokopi makineleri ve bolca aykırı ses... En kaba haliyle kesilerek, yapıştırılarak ve çoğaltılarak dolaşıma sokulan fanzinler, yaratıcısının veya yaratıcılarının sesi oldu. Görünmeyenlerin kendilerini görünür kılma aracı olan bu "dergiler"; bazen bir bardan, bazen bir tanıdığın çantasından, bazen de bir sahafın kitap yığınları arasından çıkarak okuyucularıyla buluştu. Çünkü fanzinler büyük kitapçıların raflarında veya mahallenizdeki marketin kasaya yakın stantlarında satılmıyordu. Fanzinler bu zamana kadar birçok amaçla ve birçok temayla çıktı ama asıl biçimlenişini punkla kazandı... 'Kaybolma riski yüksek bir kültürel hafızayı görünür kılma arzusu' Araştırmacı Hüseyin Serbes’in doktora tezi, “Fotokopiden dijitale: Türkiye’deki punk fanzinlerinin kültürel antropolojisi” ismiyle ekim ayında kitap olarak yayımlandı. Serbes, gençlik alt kültürleri, punk ve post-punk estetiği ile fanzin yayıncılığı üzerine çalışan bir iletişim araştırmacısı. Kendisini çoğu zaman “akademik göçebe” olarak tanımlayan Serbes, çalışma pratiğinin üniversiteyle sahnenin, kitaplarla pasajların, arşivle sokak deneyiminin arasında ilerlediğini belirtiyor. Fanzinlerle kurduğu bağın, kişisel bir meraktansa hafıza ve kültürel süreklilikle ilgili olduğunu anlatan Serbes, “Nesneler bireysel bir alışkanlık olmaktan çok kolektif hafızanın taşıyıcılarıdır. Punk fanzinleri de benim için tam burada duruyordu” diyor ve şöyle devam ediyor: Punk fanzinlerinde, bir fotokopi izinin ya da düşük çözünürlüklü bir kolajın içinde gençlik üretiminin ötesine geçen; bir dönemin öfkesi, mizahı, dayanışması ve kendine alan açma çabası görünür hâle geliyordu. Bu nedenle bu çalışmayı yapmak, kaybolma riski yüksek bir kültürel hafızayı görünür kılma arzusundan doğdu. ‘Taksim kazan ben kepçe’ misali kes-yapıştır estetiğinin peşinde Kurumsal bir çatının altına sığınmadan fotokopi yoluyla çoğaltılan, kaç baskı yapacağı, nereden edinilebileceği ve ne sıklıkta yayınlanacağı yaratıcısının inisiyatifinde olan fanzinlere ulaşmak oldukça meşakkatli bir iş. Özellikle de kimilerinin üzerinden 30 yılı aşkın süre geçtiyse ve akademik bir çalışma için yeterli örneğe ulaşmak gerekiyorsa… Ancak Serbes bu süreçte 1991 ila 2024 yıllarında çıkmış 99 tekil fanzinin 313 sayısını inceledi, bunun yanı sıra tarihsiz, isimsiz ya da bu alt kültüre ait yan yayınlar olarak nitelendirilebilecek birkaç sayfalık fanzinlere de başvurdu. Ayrıca bu fanzinlerin hazırlayıcıları tarafından üretilen fotokopi afişleri, posterleri ve el ilanlarını da araştırmaya dahil etti. Araştırmanın dijitalleşme bölümünde ise yedi farklı elektronik fanzine (webzine) odaklandı. Peki, Serbes bu süreçte ne yaşadı, nasıl bir yol izledi? Serbes, fanzinlere ulaşma sürecinin planlı bir arşiv taramasından çok, mekânların ve rastlantıların açtığı bir yol olduğunu aktarıyor. “Tali yolları” keşfettikten sonra ulaşılabilen yerlere dikkat çekiyor: Benim için bu yerlerin ilki, lise yıllarında yabancı dil kitapları ararken adım attığım Akmar Pasajı oldu. Türünü bile bilmediğim fotokopi dergilerle karşılaşmam, gençliğin kendine alan açma çabasının en belirgin iziydi ve bu iz beni farkında olmadan bir toplama pratiğine yönlendirdi. Pasajlarla kurduğum ilişki zamanla daha organik bir hâl aldı. Böylelikle bir fanzinden bir başka fanzine, bir adresten bir başka adrese ulaştığını anlatıyor Serbes. “Bir punk şarkısında dile geldiği gibi ‘Taksim kazan ben kepçe’ misali, kes-yapıştır estetiğinin peşine düştükçe adımlarım beni sahnenin görünmez damarlarına taşıdı” diyen Serbes’e kimi zaman bir dükkânın köşesine sıkışmış bir sayı, kimi zaman bir posta zarfı, kimi zaman konserden sonra masada unutulmuş bir nüsha yeni yollar açtı. Serbes de buradan hareketle, Alain Badiou’ya atıfla yaşadığı süreci “Karşılaşma/rastlantı sözcüğü esastır: bir aşk, bir ayaklanma, bir şiir” diye özetliyor. Ve fanzinlere dair sorularıma geçmeden önce sözlerini şöyle noktalıyor: Fanzinlerin kırılganlığı, onların izini süren araştırmanın da kırılgan mekânlarda ilerlemesine yol açtı. Fanzinlere erişmek, malzeme toplamaktan çok, yeraltı hafızasının tali yollarını takip ederek sahnenin ritmine, mekânların belleğine ve rastlantıların sunduğu imkânlara açık kalmak anlamına geldi. Hüseyin Serbes’in doktora tezi, “Fotokopiden dijitale: Türkiye’deki punk fanzinlerinin kültürel antropolojisi” ismiyle ekim ayında Plüton Yayın tarafından yayımlandı. 'Fanzin estetik bir tercihten çok tavırdır' “Fanzin nedir?” sorusuna tekil bir yanıt vermenin zor olduğunu söyleyerek sözlerine başlayan Serbes, “Bu çalışmada tanıklık ettiğim şey, fanzinlerin böyle bir tanıma direnen çoğulluğuydu” diyor. Fanzinlerin ortak bir biçim, söylem ya da amaçları varmış gibi görünmesine karşın her bir fanzinin kendi bağlamında farklı bir konum üstlendiğine işaret ediyor. Bourdieu’nün alan kuramına dikkat çeken Serbes, fanzinlerin tam da “var oldukları şekilde var olmalarını haklı çıkaran özgün pozisyonlar yarattığını” söylüyor. Serbes, “Yine de bir çerçeve çizmek gerekirse” diyor ve şöyle devam ediyor: Fanzin, ana akımın dışında, kendi imkânlarıyla üretilen, çoğu zaman fotokopiyle çoğaltılan ve kurulu yapılarla mesafesini koruyan bir ifade alanıdır. Ama bundan ibaret değildir. Çünkü fanzinler neyin fanı olduklarını her zaman açıkça söylemez; bazen müziğin, bazen bir fikrin, bazen bir öfkenin, bazen de yalnızca var olma arzusunun fanı olabilirler. Kendi çalışmasında bu “fan”lığı punk olarak sınırlandırmasının nedenini ise “Çünkü Türkiye’de fanzin üretiminin en tutarlı damarı bu altkültür sahne etrafında şekillendi” diye açıklıyor. Ayrıca Serbes, fanzinin estetik bir tercihten çok, bir tavır olduğunu vurguluyor: Kes-yapıştırın, fotokopi izlerinin, dağınık sayfa düzenlerinin ve elden ele dolaşan üretim biçimlerinin yarattığı bir pratik evreni temsil eder. Bir yayın türü olmaktan çok, özgürleşme imkânı sunan bir ifade alanı gibi işler. Görünmeyenlerin kendini görünür kılma ihtiyacı Fanzinlerin ifade alanı kalmadığında ortaya çıkan yayınlar olduğuna dikkat çeken Serbes, kitlesel kültürün baskın hâle geldiği, profesyonel mecraların erişilmez olduğu ya da söylemi belirlediği dönemlerde, sözü aracısız kurmak isteyen bireylerin ve toplulukların fanzin üretmeye yöneldiğini belirtiyor. Serbes, söz konusu ihtiyacın hem kişisel hem de toplumsal bir boşluktan doğduğunu aktarıyor ve profesyonel olmayan üretimin değersiz görüldüğü, marjda kalan seslerin görünmezleştiği noktada fanzinlerin, düşük maliyetli ve hızlı çoğalabilen bir mecra olarak devreye girdiğini anlatıyor: Siyasal baskının arttığı dönemlerde bir nefes alanı; kültürel ticarileşmenin yoğunlaştığı zamanlarda bir karşı-hafıza; yaratıcı ifade alanlarının daraldığı bağlamlarda ise doğrudan bir yaratım zemini işlevi görür. Kısacası fanzinler, görünmeyenlerin kendini görünür kılma ihtiyacından doğar. 'Fanzin asıl biçimlenişini punkın elinden kazandı' Peki fanzinler nasıl ortaya çıkmıştı, bu yayınların atası neydi? Serbes’e göre fanzinlerin kökenini tek bir hatta toplamak kolay değil; çünkü bu yayınlar her dönemde farklı toplulukların elinde biçim değiştiren bir üretim pratiği olarak karşımıza çıkıyor. Serbes, tarihsel arka plan takip edildiğinde çizgilerin oldukça geçişken olduğunu aktarıyor ve Dadaistler, Sürrealistler ya da Sitüasyonistler gibi avangart akımlarca üretilen el ilanlarının, manifestoların ve deneysel broşürlerin fanzin mantığını çok önceden haber verdiğini ifade ediyor. Serbes, Martin Luther’in 1517’de yayımladığı “Doksan Beş Tez”e de işaret ederek, "Hatta bazı düşünürlerin belirttiği gibi ‘Doksan Beş Tez’ bile dönemin teknik koşulları içinde yayılma biçimiyle, bugünün bağımsız yayıncılığına şaşırtıcı ölçüde yakındır” diyor. Yirminci yüzyıla yaklaşıldığında tablo biraz daha belirginleşiyor. Serbes, “1930’larda bilimkurgu topluluklarının kendi aralarında dolaşıma soktukları amatör dergiler, Beat kuşağının el altından dağıttığı metinler, Sovyetler Birliği’ndeki samizdat geleneği… Hepsi, ana akım mecralardan çok, belirli bir hayranlığın ya da fikrî odağın etrafında oluşan sınırlı ama yoğun bir üretim hattı oluşturur” ifadelerini kullanıyor. Serbes kendi çalışmasında 1970’lerdeki punk hareketini merkeze alma nedenini ise şöyle açıklıyor: Bu seçim elbette kişisel ilgi alanlarımla da ilişkili; fakat daha önemlisi, fanzinlerin en belirgin, en tutarlı ve en kolektif kimliklerinden birine punk sahnesi içinde kavuşmuş olması. Punk fanzinleri bir müzik kültürünü belgelemenin ötesine geçerek bir dünya tasavvurunu, bir sokak deneyimini ve kendin-yap estetiğini maddi hâliyle görünür kılıyor. Bu nedenle fanzinin tarihsel atalarını takip etmek mümkün olsa da onun ‘asıl’ biçimlenişini punkın elinde kazandığını düşünüyorum. 1970'li yıllarda İngiltere'de çıkan punk fanzinlerinden bazıları. Ekonomik çöküşün etkisi: Hem sokak deneyimi hem yaratıcı enerji Serbes, punk fanzinlerinin ortaya çıkışının 1970’lerin ortasında hem ekonomik hem kültürel çalkantıların yoğunlaştığı bir döneme denk geldiğini belirtiyor ve “Bernard Rhodes’un işaret ettiği gibi, 1975’teki işsizlik dalgası ve onun yarattığı huzursuzluk, Birleşik Krallık’taki gençlere yalnızca müzikte değil, kendi üretim biçimlerini kurmada da radikal bir alan açmıştır” diyor. Kendisi ise bu tarihi biraz daha geriden alıyor ve New York’un Aşağı Doğu Yakası’na işaret ediyor: Ekonomik çöküşün içinde, CBGB gibi mekânların etrafında biriken gençlik kültürleri hem sokak deneyimini hem de yaratıcı enerjiyi birlikte taşıyordu. The Velvet Underground, Patti Smith, Television ve Ramones gibi gruplar bu ortamda gelişti; bu sahne yalnız müziği değil, ona eşlik eden yayıncılığı da tetikledi. 1973 yılında Manhattan'da açılan CBGB, punk ve new wave akımlarının doğuşunda önemli bir rol oynadı. Ramones, The Dead Boys, Misfits, The Cramps, Talking Heads gibi gruplar, kariyerlerine bu barda başladı. CBGB 2006 yılında kapandı. Serbes’e göre ABD’de yaşanan kırılma bir süre sonra Ada’ya ulaşıyor. Ancak New York’ta sanat eğilimli punk fanzinleri, Londra’da çok daha sert ve yalın bir hâl alıyor: Bu yayıncılığın en çarpıcı örneği ‘Punk’ dergisidir. John Holmstrom, Ged Dunn ve Legs McNeil’in 1975 yazında Cheshire Apartments’ta kurdukları küçük masa, Paul Curran’ın söylediği gibi ‘Punk adlı dergiyi (ve belki de punk’ın kendisini)’ doğurur. Holmstrom’un çizgi roman kökenli bir estetikle oluşturduğu ilk sayı, 1 Ocak 1976’da Lou Reed’in karikatürize edilmiş bir kapağıyla sokaklara çıkar. İçerikte Ramones üzerine bir yazı ve CBGB’de karşılaştıkları Reed’le yapılmış bir söyleşi vardır. Holmstrom’un rock’n roll ile çizgi roman arasında kurduğu bağlantı, New York sahnesinin görsel ve anlatısal evrenini bir araya getirir. Bu dönem, bağımsız plak dükkânları ve dağıtım ağlarının da önem kazandığı dönemdir; özellikle Rough Trade gibi mekânlar, hem yeni grupların hem de fanzinlerin dolaşıma girmesinde belirleyici rol oynamıştır. Geoff Travis’in Amerika’dan taşıdığı ikinci el plaklarla başlayan bu küçük dükkân, 1978’de bir plak şirketine dönüşerek bağımsız kültürün altyapısını kurdu. 1976 yılında ABD'de çıkmaya başlayan Punk fanzini, 1979 yılına kadar yayın hayatına devam etti. Fanzin ilerleyen yıllarda kimi özel sayılar yayımladı. Ramones’un Londra’da verdiği konserle bu enerji Atlantik’i aşar. Londra’daki gençlik sahnesi hızla kendi yayıncılığını oluşturmaya başlar. Mark Perry’nin Sniffin’ Glue’yu yaratması, tam da bu kırılma noktasının simgesidir. Okuduğu müzik dergilerinde aradığı doğrudanlığı bulamayan Perry, yılbaşı hediyesi bir daktiloyla kendi sesini kurar. Fanzinin adı Ramones’un bir parçasından gelir; bu bile sahnenin kendi kendini nasıl beslediğini gösterir. New York’taki sanat eğilimli fanzinlerin aksine Londra üretimleri çok daha sert ve yalındır. Çizgi roman tadındaki mizah yerini kes-yapıştır estetiğine, taşmış fotokopi izlerine ve hızlı yazılmış kısa notlara bırakır. Ortaya çıkan çağrı açıktır: 'Herkes her şeyi yapabilir.' Gerçeklikleri kaydeden tanıklar: Fanzinler Serbes, punk fanzinlerinin konu yelpazesinin sahnenin kendisi kadar geniş olduğunu aktarıyor. Bu yayınların hem müziğin ritmini hem de gençliğin sokakta karşılaştığı gerçeklikleri kaydeden birer tanıklık niteliği taşıdığını söylüyor. Birçok fanzinde konser ve albüm eleştirileri, grup söyleşileri, yeni çıkan plaklar ya da sahne içi tartışmalar kendine yer bulurken; aynı zamanda işsizlik, sınıf gerilimi, gündelik yaşamın baskıları, polis şiddeti, ırkçılık, cinsiyetçilik ve homofobi gibi toplumsal meseleler de ele alınıyor. Punkın kendi kendini örgütleyen yapısı nedeniyle dayanışma pratikleri, kolektif üretim deneyimleri, mekânların nasıl kullanıldığı ve sahnenin kendi iç kültürü de bu fanzinlerde sıklıkla tartışılıyor. Mizah, ironi, abartı ve yer yer sert bir dil bu yazıların ayırt edici özellikleri olarak öne çıkıyor. Peki ya öne çıkan fanzinler hangileri? Öncü örneklere baktığımızda Sniffin’ Glue (Londra) punkın hızını ve doğrudanlığını ilk taşıyan yayınlardan biri olarak öne çıkar. Punk (New York), görsel tasarım ve çizgi roman estetiğiyle sahnenin yaratıcılığını genişleten bir hattır. Search & Destroy (San Francisco), hem punk hem de no wave kültürünü bir araya getiren deneysel bir bakış sunar. Daha sonraki dönemde Maximumrocknroll ise hem kapsamı hem de sürekliliğiyle küresel punk sahnesinin bellek arşivlerinden biri hâline gelir. Riot grrrl hareketiyle birlikte Bikini Kill, Girl Germs veya Jigsaw gibi fanzinler feminist perspektifleri merkezine alarak punkın sınırlarını yeniden tanımlar. Adını ABD'li punk grubu Ramones'un "Now I Wanna Sniff Some Glue" şarkısından alan fanzinin ilk sayısı 1976 yılında İngiltere'de çıktı. İlk sayılarda yaklaşık 50 kopya satıldığı tahmin edilen Sniffin' Glue'nun tirajı kısa sürede 15 bine ulaştı, ancak fanzin 12'nci sayısından sonra yayın hayatına son verdi. Fidye notlarını andıran bir kes-yapıştır estetiği Serbes, punk fanzinlerindeki estetiğin bir tasarım tercihinden öte, doğrudan bir dünyayı kurma biçimi olduğunu vurguluyor. Bu estetiğin kökeninde Sitüasyonist metinlerin kışkırtıcı dilinin, Dada’nın kopuşçu hamlelerinin ve 1960’ların sonundaki özgürlükçü atmosferle şekillenen görsel stratejilerin yer aldığını aktarıyor. Jamie Reid’in “Suburban Press” döneminde geliştirdiği kolaj anlayışının, punk fanzinlerinin görsel kimliğini belirleyen en güçlü kaynaklardan biri olduğunu belirten Serbes, “Reid’in gazete ve dergilerden kestiği parçaları, suluboya ve mürekkep çizimlerini, sloganları ve kısa metinleri bir araya getirmesi; dergilerden kesilmiş harf ve kelimelerle oluşturulan gerçek fidye notlarını andıran bir kes-yapıştır estetiği yaratır” diyor. Fanzinlerin sayfa düzeni de bilinçli bir dağınıklık taşıyor. Serbes’e göre fotokopinin yarattığı taşmalar, mürekkep lekeleri, pürüzlü kenarlar, elle yazılmış notların hızla savrulan çizgileri, punkın hem müzikal hem de toplumsal öfkesinin görsel karşılığına dönüşüyor. Serbes şöyle devam ediyor: Malcolm McLaren ve Vivienne Westwood’un moda diliyle, Reid’in grafik stratejilerinin kesiştiği noktada ortaya çıkan bu tavır, tasarımdaki kusursuzluğu yapıbozuma uğratır ve fanzinleri steril kültür üretiminin karşısında konumlandırır. Bu nedenle punk fanzinlerinin üslubu, teknik bir disipline değil, bir tavrın sürekliliğine dayanır. Fanzinler okunmaktan çok hissedilmeyi, kusursuzluktan çok doğrudanlık ve ham bir enerjiyle temas kurmayı amaçlar. Ürettikleri estetik, bir yayın biçiminden ziyade sahnenin politik ve kültürel nabzını tutan bir görsel hafıza olarak düşünülmelidir. İngiliz punk grubu Sex Pistols, Kraliçe 2'nci Elizabeth'in tahta çıkışının 25'inci yıldönümünde, yani 1977 yılında bir tekli yayınladı: God Save The Queen (Tanrı Kraliçeyi Korusun). Adını doğrudan İngiliz milli marşından alan şarkı, o dönem sözleri kadar plakta yer alan görseliyle de tartışma yarattı. Jamie Reid tarafından hazırlanan mavi tonlu görselde Elizabeth'in gözleri ve ağzı kapatılmıştı. Bu görselin ardından Elizabeth'e yönelik birçok farklı punk görseli üretildi. Teknoloji gelişti, webzineler ortaya çıktı İlerleyen yıllarda bilgisayarın yaygınlaşmasıyla birlikte fanzinler dijital ortama da giriş yaptı ve webzineler ortaya çıktı. Ancak Serbes, webzinelerin dijital ortamlara taşınmış bir fanzin formu olarak düşünülse de zamanla bundan daha fazlasına dönüştüğünü belirtiyor. Webzinelerin yalnızca çevrimiçi bir mecra değil, kendi etraflarında bir altkültür dili ve hafızası oluşturan merkezler işlevi gördüğünü söylüyor. Serbes, webzineleri şöyle tanımlıyor: Geleneksel fanzinlerde olduğu gibi, burada da ana akım medyaya karşı geliştirilen eleştirel ve zaman zaman çatışmacı tavır belirgindir. Söylenecek söz olduğu sürece her alanın bir ifade aracına dönüşebileceğini hatırlatır. Üreticinin tekil üslubu, bu mecrayı yönlendiren temel güçtür ve sonraki internet fanzinlerine hem biçimsel hem içeriksel olarak yol gösterir. Yazılar, görseller ve alıntılar arasında kurulan keskin geçişler, fotokopiyle çoğaltılmış bir fanzinin dağınık estetiğini dijital ortamda yeniden üretir. Dijital yapının sağladığı olanaklar bu dili daha da zenginleştirir. Metinler arasında beklenmedik sıçramalar okurda bir ‘zapping’ etkisi yaratırken, görsel karşıtlıklar hem mizah hem de politik eleştiri olarak işlev görür. Böylece webzine, internetin sınırsız akışını punk’ın sınırlara direnen üretim mantığıyla buluşturan bir mecraya dönüşür. Peki ya Türkiye'de fanzinler ne zaman ortaya çıktı, nasıl temalar işledi? Bu soruların cevabını önümüzdeki günlerde öğreneceğiz... 1 Dünyanın en pahalı ve en az üretilen kahvesi Kopi Luwak, Endonezya'nın Sumatra adası ile çevresindeki birkaç adada yaşayan palmiye misk kedisinin yediği ve sonrasında dışkıladığı kahve çekirdeklerinden üretilmekte. 2 Serbes, H. (2025). Fotokopiden dijitale: Türkiye’deki punk fanzinlerinin kültürel antropolojisi. İstanbul: Plüton Yayın, s. 14.