Açlık sınırının altında, kâr hırsının kıskacında: Asgari ücretlinin kaybı ne?

Türkiye ekonomisi, tarihinin en keskin bölüşüm şoklarından birini yaşarken, milyonlarca emekçinin gözü 2026 asgari ücret görüşmelerine çevrildi. Ancak veriler, meselenin sadece bir "zam oranı" pazarlığı olmadığını, emeğin üretilen zenginlikten aldığı payın tarihsel dip noktalarına gerilediğini, alım gücünün gıda karşısında eridiğini ve vergi yüküyle işçilerin nasıl yoksullaştırıldığını ortaya koyuyor. Bu tablo, sadece bir ekonomik darboğazla değil, bilinçli bir "emeği ucuzlatma" politikası ve derinleşen sömürüyle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Büyüyen pastadan küçülen dilim Asgari ücretin düzeyini belirleyen en kritik göstergelerden biri, ülkenin yarattığı zenginlikten (GSYH) ne kadar pay aldığı sorusu. Türkiye ekonomisi büyürken, bu büyümenin işçi sınıfına yansımadığı, aksine işçinin pastadaki diliminin küçüldüğü verilerle sabit. DİSK-AR raporuna göre, 1974 yılında brüt asgari ücret, Kişi Başına Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’nın yüzde 80,6’sı düzeyindeydi. Ancak 12 Eylül darbesi ve ardından gelen neoliberal politikalarla başlayan erime, son yıllarda hızlandı. 2025 yılı tahminlerine göre asgari ücretin kişi başına milli gelire oranı yüzde 43,6’ya kadar gerilemiş durumda. Yani Türkiye ekonomisi büyümüş, şirket kârları katlanmış ancak asgari ücretli bu zenginleşmeden pay almak bir yana, göreli olarak daha da yoksullaşmıştır. Eğer asgari ücret, 1974 yılındaki gibi kişi başına milli gelire paralel bir oranda artsaydı, 2025 yılında brüt asgari ücretin ortalama 48 bin 25 lira olması gerekirdi. Sofra boş, cüzdanda 22 altın yok Enflasyonist ortamda paranın değeri hızla kaybolurken, asgari ücretin alım gücündeki çöküş en somut olarak altın ve gıda fiyatları karşısında görülüyor. Asgari ücretin sefalet ücretine dönüştüğünün en net kanıtı açlık sınırı. Kasım 2025 verilerine göre dört kişilik bir ailenin sadece gıda harcamasını kapsayan açlık sınırı 26 bin 925 lirayken, net asgari ücret 22 bin 104 lirada kalmış vaziyette. Asgari ücret, açlık sınırının yüzde 18, yoksulluk sınırının ise yüzde 76,2 altında. İşçiler, karınlarını doyurmak için bile borçlanmak zorunda kaldıkları bir düzenin içine hapsedilmiş durumda. Merkez Bankası verileriyle yapılan hesaplamaya göre, 2003 yılında yıllık net asgari ücretle 25,4 adet, 2005 yılında ise 31,5 adet Cumhuriyet altını alınabiliyordu. Ancak 2025 yılına gelindiğinde, Kasım ayı ortalama fiyatlarıyla bir asgari ücretli yıllık geliriyle sadece 9,5 adet Cumhuriyet altını alabilmektedir. Yani asgari ücretli, 2005 yılından bu yana tam 22 Cumhuriyet altınını kaybetti. Kaynak: DİSK-AR Kayıp 1,8 trilyon lira İşçilerin belini büken sadece düşük ücretler değil, aynı zamanda vergi sistemi ve yüksek enflasyonun yarattığı "birikimli" kayıplar. 2025 yılında asgari ücretin (ve asgari ücret düzeyindeki diğer ücretlerin) alım gücü kaybı yeni bir boyuta ulaştı. Yılın başında belirlenen ücret, enflasyon karşısında her ay erirken, vergi dilimleri ve kesintilerle net ele geçen tutar kuşa döndü. DİSK-AR’ın hesaplamasına göre, sigortalı tüm işçilerin 2025 yılının ilk on ayında (Ocak-Ekim) enflasyon ve vergi kaynaklı toplam birikimli kaybı 1 trilyon 789 milyar lirayı buluyor. Sadece enflasyon kaynaklı erime 994,4 milyar lirayken, vergi kaynaklı kayıp 794,6 milyar lira olarak hesaplandı. Asgari ücretlinin 2025 yılı boyunca yaşayacağı alım gücü kaybının 50 bin lirayı aşması bekleniyor. Enflasyonun nedeni ücret artışları değil İktidar ve sermaye, asgari ücret artışlarının enflasyonu tetiklediği iddiasını gündemden düşürmüyor. Ancak veriler bu iddiayı yalanlıyor. Türkiye'de yaşanan süreç, ücret maliyetlerinden kaynaklı değil, aşırı kâr hırsından kaynaklı bir "kâr itilimli enflasyon" süreci. TÜİK ve İSO verileri incelendiğinde, sanayi sektöründe işgücü ödemelerinin katma değer içindeki payının dramatik şekilde düştüğü yani sömürü oranının arttığı, buna karşılık sermayenin kâr payının rekor seviyelere ulaştığı görülüyor. soL yazarı Prof. Dr. Korkut Boratav’ın Ahmet Haşim Köse ve Erinç Yeldan ile yaptığı araştırma enflasyonu işçilerin ücretindeki artıştan çok, patronların kârının beslediğini ortaya koyuyor. Büyük sermayenin maliyetlerden gelen her baskıyı fiyatlara yansıttığını tespit eden iktisatçılar, ücretlerdeki artışın da bu kârı büyütmek için bir fırsat olarak kullanıldığına işaret ediyor. Kaynak: Erinç Yeldan, Ahmet Haşim Köse ve Korkut Boratav (2023), “Türkiye’de Derinleşen Yapısal Kriz Eğilimi ve Kâr İtilimli Enflasyonun Dinamikleri”, İktisat ve Toplum, Aralık 2023, Sayı 158. Yani üretici fiyatlarının ardındaki dinamik ücret maliyetleri değil, kâr itilimli baskılar. Şirketler maliyet artışlarını fiyatlara yansıtırken, üzerine ekledikleri kâr marjlarını sürekli artırıyor, enflasyonun faturası ise reel ücretleri eriyen emekçilere kesiliyor. Asgari ücrete yapılan artışlar enflasyonun nedeni değil, enflasyonun yarattığı tahribatın gecikmiş ve yetersiz bir sonucu. Nitekim 2016 ve 2023 gibi asgari ücrete reel artışların yapıldığı yıllarda dahi istihdamda düşüş yaşanmamış, aksine artış gözlendi. Dolayısıyla "zam yaparsak işçi çıkarırız" tehdidi, sömürüyü sürdürmek için uydurulmuş bir yalandan ibaret. Yaşamın fiyatı olmaz, hakkı olur 2026 asgari ücret süreci, teknik bir "fiyat belirleme" operasyonu değil, milyonlarca emekçinin yaşam hakkı mücadelesi. Veriler, asgari ücretin bir "ortalama ücret" haline geldiğini ve toplumun yarısından fazlasının bu sefalet ücretine mahkum edildiğini gösteriyor. Bu noktada, masada konuşulan rakamlardan öte, düzenin kendisine dair bir temel gerçeğin altını çizmek gerekiyor. Asgari ücretin belirlenmesi, salt bir maliyet hesabı değil, emekçilerin ve ailelerinin yaşamlarını idame ettirme koşullarının yaratılması demek. Bu yüzden işçilerin talebi bir "yardım" veya "lütuf" değil, aksine üretimden doğan ancak sermaye birikimine aktarılan payın geri alınması, insan onuruna yaraşır bir yaşamın pazarlık konusu yapılmaması.