ABD yine  at oynatıyor!

Toplum, en başta hukuksuzluk olmak üzere, işsizlik, yoksulluk, pahalılık ve bunların yarattığı çok ağır bunalımlar, giderek yıkımlar yaşıyor. Sokaklar güvenli değil, günde ortalama birden çok kadın öldürülüyor. Özetle halk yerinde deyimiyle “can derdinde”. Hak ve özgürlükler kısıtlanıyor; özellikle basın-yayın özgürlüğü alanı her gün daha da daraltılıyor. Siyasal özellikli yargılamalar, ülke siyasetinin geleceği açısından çok kaygı verici bir biçimde devam ediyor. Bu ortamda ABD bir kez daha Ortadoğu’yu da katarak çok ülkemizle ilgili önemli “düzeltme” önerileriyle sahne alıyor. YEDİĞİMİZ DARBELER ABD’nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi T. Barrack Katar’da uluslararası bir toplantıda yaptığı konuşmada, “bugüne dek bölgede ABD’nin 93 darbe yaptığını, ancak bunlardan verimli sonuç alamadıklarını artık darbe yerine başka yöntemler kullanacaklarını” açıklıyor (Basın, 7 Aralık). Önce şu darbelere bakalım. ABD’nin Türkiye’ye “girişi” 1945’te Soğuk Savaş yıllarıyla başlar. Bu tarihten sonra, ülkenin savunmasından sanayileşmesine, dış siyasetinden eğitimine ve kültürüne dek her alanı ABD tarafından “komünizm korkutmacası” ile biçimlendirilir. Bu tarih aynı zamanda Türkiye’nin Kurtuluş, Kuruluş ve Cumhuriyet ile kazandığı “değerlerden” koparılmaya başlanmasının tarihidir. Büyükelçi-Özel Temsilci’nin sözünü ettiği 93 darbeden üçü bu ülkede yapıldı: 27 Mayıs 1960; 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980. Bu ülkenin sağcı siyasetçi ve düşünürleri ABD’nin bu darbelerdeki, özellikle 27 Mayıs’taki yerini ve belirleyiciliğini sürekli olarak görmezlikten gelirler. Oysa iyi incelenirse kolayca görülür ki 27 Mayıs da tam bir ABD işidir. Bir not düşeyim, bu darbe ve sonrakilerle ilgili “CIA Belgeleri gizlilikleriyle ilgili yasal süre dolduğunda” da tam olarak yayınlanmıyor; “buğulanıyor” (bkz. Fahir Armaoğlu). 12 Mart ve özellikle 12 Eylül, bu ülkenin “bağımsızlıkçı, Atatürkçü ve emperyalizme karşı beyinlerini” acımazsızca yedi. Ayrıca son iki darbe ülkenin ekonomisinin “yerli üretimden uzaklaşmasının” temellerini attı; ülke siyasetinin ve ekonomisinin ABD çıkarlarına uygun biçimlenmesini gerçekleştirdi ve düşünce, kültür ve sanat canlılığının canına okudu. Ve çok, çok önemli nokta daha var: ABD karşıtı olan düşünür ve yazarlara yönelik siyasi cinayetlerin failleri bulunmadı ve bulunmuyor. Sonrası mı? Yaşanıyor. Bu nedenle de Büyükelçi-Özel Temsilci’nin sözünü ettiği ABD 93 darbeden Türkiye’de yapılanlar tüm yönleriyle ve mutlaka açıklanmalıdır. SİZE MONARŞİ YAKIŞIR! Daha önce de tam bir pervasızlıkla Lozan’ı tanımadığını açıklayan ve böylelikle ülkenin sınırlarını tartışmaya açan; ayrıca “ulus devleti sevmediklerini” belirten Büyükelçi-Özel Temsilci Barrack şimdi de büyük bir müjde (!) veriyor. “Bu bölgede artık darbe yapmayacağız. Buralarda monarşi çok daha uygun olur” diyor. Anımsatalım, monarşi “siyasal gücün bir tek kişinin elinde bulunduğu ve yönetimin genellikle kalıt yoluyla aile bireylerine geçtiği devlet biçimidir”. Büyükelçi çok da cömert, yönetecek tek kişinin “hayırsever” olması gerektiğinin de altını çiziyor. Yalnız, Türkiye özelinde “hayırseverlik” yandaşlara yarıyor; iktidarın Grup Başkanvekili geçen gün Meclis’te “evet, yandaşlarımızı sınavsız işe alıyoruz” diyor; ve tam bir duyarsızlıkla ekliyor “bununla gurur duyuyoruz”. Aslında Büyükelçi-Özel Temsilci Barrack’ın sözlerinin Türkiye açısından “zamanlaması” da kusursuz! Hukuk, ekonomi ve siyasette yaşanan olumsuzluklar bir tarafa, Kanal İstanbul inşaatı, yapılmasına en güçlü biçimde karşı çıkan İstanbul Belediye Başkanı ve Cumhurbaşkanı Adayı E. İmamoğlu arkadaşları aylardır tutuklu olduğundan hızla devam ediyor. Kanal İstanbul yapımı, yaratacağı diğer ağır olumsuzluklarla birlikte, Karadeniz’e savaş gemileri bulunması konusunda Türkiye’nin egemenliğini güvence altına alan ve ABD’nin karşı olduğu bilinen Montrö Anlaşması’nın bir yana bırakılması anlamına geliyor. Büyükelçi-Temsilci Barrack, Katar’daki konuşmasında “hikâye son ermedi, 5. bölümdeyiz, 5 bölüm daha var” diyor. “Terörsüz Türkiye” bu öykünün hangi bölümündedir sorusu havada kalıyor. Ancak, tam da bu sırada “hayırsever” ve de çok uluslu bir din devleti lideri örneği olarak ABD’nin yeni seçtirdiği Papa XIV Leo, ilk ziyaretini alkışlar arasında ülkemize yapıyor. Ve Büyükelçi-Temsilci Barrack bir müjde daha veriyor “Heybeliada Ruhban Okulu’nun seneye açılacağını vurguluyor. Ve durmuyor Rusya’dan 2,5 milyar dolara alınan ve kullanılmayan “S-400’leri tamamıyla elden çıkarırsanız F-35 yolu açılabilir” diye dayatıyor. Kısaca, “darbe yapmayacağız” diyen ABD, darbe üstüne darbe yapıyor. Bu durumda, tam seksen yıldır “Türkiye’deki ABD’nin” sonuçlarını  “kurşun gibi ağır” yaşayan bu ülkenin insanlarının Büyük Şairimiz Nazım Hikmet gibi “Bu Vatan Bizim” demesi gerekiyor!