“İşvereni de zorlamayan anlayış” Asgari ücret görüşmeleri bu hafta itibarıyla resmen başladı. Ancak masaya konulan takvim kadar, masada kimin olmadığı da çalışma hayatının asıl gündemini oluşturuyor. Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun ilk toplantısı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’ın “sosyal diyalog” ve “denge” vurgulu açıklamaları eşliğinde yapıldı. Bakan, sürecin çalışanı koruyan ama işvereni de zorlamayan bir anlayışla yürütüleceğini ifade etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önceki yıllarda kullandığı benzer sözler hatırlandığında -örneğin “Kayıpları giderecek ama işvereni yormayacak asgari ücret”, “Çalışanların geçim şartları ile ülkenin ekonomik durumu göz önünde bulundurulacak” ve “Sosyal devlet olmanın gereği olarak çalışanları enflasyona ezdirmeme sözü”-, bu cümleler son yıllarda asgari ücret tartışmalarında neredeyse değişmeyen bir çerçeveyi işaret ediyor. Ancak bu yıl tabloyu farklı kılan temel bir unsur var: İşçi tarafının masaya fiilen oturmaması. TÜRK-İŞ’in komisyona katılmama kararı, teknik bir itirazdan ziyade siyasal ve yapısal bir uyarı niteliği taşıyor. Zira asgari ücret, milyonlarca çalışanın yalnızca ücretini değil; sosyal yardımları, işsizlik ödeneğini, prim matrahlarını ve dolaylı olarak tüm ücret dengesini belirliyor. Böylesi bir kararın, işçi konfederasyonunun rızası olmadan şekillenmesi, “üçlü yapı”nın kâğıt üzerinde kaldığını bir kez daha gösteriyor. Bakanlığın açıklamalarında öne çıkan “enflasyona ezdirmeme” vurgusu ise artık çalışanlar açısından ikna edici bir güvence olmaktan uzak. Yıl içinde ikinci ve hatta üçüncü vergi dilimine giren asgari ücretliler için sorun yalnızca ücret artış oranı değil; ücretin yıl boyunca erimesi. Bu başlık, komisyon masasında bugüne kadar gerçek anlamda ele alınmış değil. Öte yandan hükümet cephesinin beklentisi de gizli değil. Bütçe disiplini, işveren maliyetleri ve istihdam söylemi, yapılacak artışın sınırlarını fiilen çiziyor. Bu nedenle kamuoyunda dolaşan oranların, geçmiş yıllarda olduğu gibi, “beklenti yönetimi” işlevi gördüğünü söylemek yanlış olmaz. Sona yaklaşırken asıl soru şu: Bu komisyon, bir ücret tespit mekanizması mı, yoksa alınmış bir kararın ilan edildiği bir ara durak mı? Eğer asgari ücret, gerçekten bir “insanca yaşam ücreti” olacaksa; bu yalnızca rakamla değil, vergi politikasıyla, enflasyon hesabıyla, sendikal katılımla ve sosyal koruma önlemleriyle mümkündür. Aksi halde her Aralık ayında aynı cümleleri kurar, her Ocak’ta aynı hayal kırıklığını yaşarız. Ancak şu ana kadar gelinen gelişmeler gösteriyor ki, bu yıl da tablo çok farklı görünmüyor. Oysa asgari ücret, tıpkı devlet tarafından çıkartılan Asgari Ücret Yönetmeliğinde tarif edildiği gibi işçinin gıda, konut, giyim, sağlık, ulaşım, kültür gibi zorunlu ihtiyaçlarını asgari düzeyde karşılamaya yetecek bir rakam olmalıdır. Bu noktada emek cephesinin ve muhalefetin talepleri de dikkate alındığında tablo daha net ortaya çıkıyor: TÜRK-İŞ, 2026 için asgari ücretin 39.525 TL olmasını talep ederken; DİSK en az 45 bin TL istiyor. Ana muhalefet CHP ise asgari ücretin en az 39 bin TL olması gerektiğini vurguluyor. Diğer siyasi partilerin farklı rakam önerileri de kamuoyunda tartışılıyor. Bu talepler, yönetmelikte tarif edilen temel ihtiyaçları karşılama ölçütünün ötesine geçerek, asgari ücretin insanca yaşam standardını sağlayacak bir düzeye çekilmesi gerektiğini gösteriyor.