Hafif bir keder de yok değil...Yok yok yazıya bu cümleyle başlamak doğru değil, başka bir zaman olabilir de şimdi sırası ve yeri değil! Şöyle mi desem: Türkünün “yolun sonu görünüyor” dediği gibi, yılın sonu da görünüyor, olabilir. Böyle bir giriş karşısında pek beğenik durmayan yüz ifadesinde somurtuk dudaklar öne çıkar ve ‘bütünüyle şüphedeyiz’ demese bile, arkasından ne geleceğini, merakla olmaktan çok, ‘pek de bir şey geleceğe benzemiyor’ olumsuz duygusuyla bekleyen, ruhu bedeninden önce kocamış, dünyadan kendisi bezmese de varlığıyla, en azından şu suratıyla, seni, beni, bizi bezdirmeye yemin etmiş, yeminli neşe düşmanı bir herifçioğlu çıkar! Evlerden uzak sözüne bayılırım, hatta bizden uzak artık nereye isterse oraya yakın olsun demeye de bayılırım, kimilerine, özellikle de yukarda çizmeye çalıştığım suret-i haktan görünmeye bile gerek duymayan surata elbette! Tabii ona surat diyorsak! Babaannem Nazlı, ‘sıfatsız’ derdi böyleleri için. Kendisi gayet sıfatlı, dünyanın işini yüklenmeye gelmiş, kısa sürede bunun öfkeyle, kızarak olmayacağını kabul etmiş, hazır buradayken, devletçi değil ama kamusalcı bir anlayışla, ‘yaşat ki yaşayasın’ felsefesini, ‘güldür ki gülesin’e çevirmiş bir kadın kişiydi, canım Nazlı babaannem! Bu arada onun sıfatsız dediklerine biz de suratsız diyor, hatta hiç sakıncası yok bence, sözcük oyunu da yaparak, “surat felakettir”i de bigüzel yapıştırıyoruz! Yakıştıramadıklarımıza yapıştırmamız şart! Günün sonunda...Çok kullanışlı, hem aralarda hem de sonda bir toparlama işlevi gören bu kalıbın en çok yakıştığı, yakıştırdığım kişilerden biri de sevgili Mahir Polat. Konuşmalarında sürekli kullanırdı, onunla özdeşleştirdim ben de. İstanbul için tam anlamıyla elini taşın altına koyan, o taşı kaldırınca altından epeski güzellikleri bulan, onları yepyeni kazanımlar olarak, “acem mülkü feda” dedikleri bu şehr-i İstanbul’a mutlulukla armağan eden çok değerli şehir plancısı, bulunmaz bir insan. Dost. Bulduğumuzu kimi zaman, şimdi kim uğraşacak, başımıza iş açmayalım, kapat üstünü kimse görmeden diyen, bir yeni desem değil eski desem geleneğe ayıp, tuhaf bir yaklaşımın diyeyim vazifeşinasları mı ne olduysak, hem bulduğumuzu kapatıyoruz hem de bulmaya, bilmeye çalışan, kazan, araştıran, yoklayan insanlarımızı kapatıyoruz! Bu yılın sonu koca bir günün sonu gibi oldu doğrusu! Sanki yıl koca bir halı gibi serili, onu bir ucundan kaldırınca tüm kötülükler, halının altına süpürülmüş pislikler, hepsi dökülecek, ayaklarımız toprağa basacak, ota, çimene uzanacağız, ağzımızda bir çiçeğin sapı, ilk aşkın hevesiyle hülyalı geleceğin bize ne güzellikler getireceğini düşleyeceğiz. Bir Ziya Osman Saba şiiri gibi beyaz ve iyimser yaşayacağız. Eyüp’te bir sokakta, İstanbul’da bir semtte, memleketin birinde ve dünyanın ortasında! Kabul bu son paragraf, ilkokulda dört mevsim ödevinde baharı seçen çocuğun düşleri gibi oldu, olsun düşlerin ne zararı var! Kimileri ‘çok şair var!’ diye hafif şikayetçi bir edayla konuşunca, ‘olsun, daha çok olsun’ diyorum, ‘size ne zararı var?’ Orhan Veli’nin miydi, yok, baktım arkadaşınınmış, Melih Cevdet Anday’ın “Alaturka” şiiriymiş, hatırladım, “Çık benim şair tabiatım, çık orta yere/Fakir güzelinden söyle/ Hasret ateşinden çal/Çal, söyle benim derdimi sevdalı sesinle”. 1946’da yazmış. Ben oradaki ‘şair tabiat’ı değiştirerek, “çık benim iyimser tabiatım” diyorum, yılın sonu yolun sonu değil ya, yeni yılda adaletin ortaya çıkmasını, hak hukuk adalet talebinin karşılığını bulmasını diliyor, Gezi’den belediyelere, siyasal düşüncelerinden ötürü hapsedilenlere özgürlüklerine kavuşacakları, kavuşacağımız bir yıl olacağı umudumu diri tutuyorum.