Einstein’la denkti, bir mektupla sırra kadem bastı! Ne yaşadı ne öldü: 'Deney mi?'

Einstein’la denkti, bir mektupla sırra kadem bastı! Ne yaşadı ne öldü: 'Deney mi?'

Derleyen: Betül Topaklı / Milliyet.com.tr - 1906 yılında Sicilya’da doğan Ettore Majorana, liseyi vaktinden önce bitirdi ve ardından Roma’ya giderek önce mühendislik, sonra da fizik eğitimi aldı. Fizik alanındaki çalışmalarını, Nobel ödüllü fizikçi Enrico Fermi’nin gözetiminde yürüttü. Ettore Majorana’nın küçük yaşlardan itibaren olağanüstü bir matematikçi ya da fizikçi olacağı belliydi. Öyle de oldu. Dünyanın en iyi üniversitelerinden bazıları tarafından aranan parlak bir fizikçi ve olağanüstü yetenekli bir matematikçi haline geldi. Nükleer çağın babası, arkadaşı ve akıl hocası olan Enrico Fermi , “ Dünyada birkaç kategori bilim insanı vardır. İkinci ya da üçüncü sınıftakiler ellerinden gelenin en iyisini yapar ama pek ileri gidemezler. Sonra birinci sınıf bilim insanları gelir. Bunlar bilimsel ilerleme için temel öneme sahip keşifler yaparlar. Bir de dahiler vardır: Galilei ve Newton gibi. Majorana işte onlardan biri” diyerek onu 'zamanının en büyük teorik fizikçisi' olarak tanımladı. Alıntı Metni NÖTRONU KEŞFEDEN KİŞİYDİ Takvimler 1931 yılını gösterdiğinde Irène Curie–Joliot ve Frédéric Joliot, berilyumun parafin muma çarpmasıyla ortaya çıkan ışınımın, hidrojen atomlarındaki protonları dışarı ittiğini gözlemledi. Bu protonlar hızla hareket ediyor, adeta geri tepiyordu. O dönemde bilinen tek yüksüz parçacık foton olduğu için, Joliot ve Joliot-Curie bunun bir foton olduğunu varsaydılar. Ancak Majorana, ortada daha farklı bir parçacık olduğunu fark etti. Bu parçacık yalnızca yüksüz değil, aynı zamanda proton kadar kütleli olmalıydı. Aksi halde proton gibi ağır bir parçacığı bu şekilde harekete geçiremezdi. Yani bu, daha sonra 'nötron' adı verilecek parçacıktı. Majorana bu düşüncesini Fermi’ye yazdı, Fermi de bunu makaleye dönüştürmesini önerdi. Ancak Majorana bunu yapmadı. Bu arada Chadwick kendi deneylerini tamamladı ve sonuçlarını yayımlayarak nötronu keşfeden kişi olarak kayda geçti. FERMİ’NİN YANI SIRA BOHR VE HEİSENBERG’LE DE ÇALIŞTI Yani Majorana kısa ama etkileyici kariyeri boyunca önemli başarılara imza attı. Eğer çalışmalarını yayımlama konusunda daha istekli olsaydı, belki de 1935’te James Chadwick’e verilen Nobel Ödülü’nü, nötronu keşfeden kişi olarak kendisi alacaktı. Tüm bunlara rağmen Majorana’nın bilimsel katkıları son derece büyüktü. Fermi’nin yanı sıra Bohr ve Heisenberg’le de çalıştı. Heisenberg’in çekirdek kuramını geliştirdi ve günümüzde 'Majorana fermiyonları' olarak bilinen parçacıkları kuramsal olarak öngördü. Ayrıca Enrico Fermi'nin çalışmalarının çoğunu genişletti ve özellikle atomik spektroskopi alanında kendisi de birçok önemli keşifte bulundu. Ancak ne zaman kendisini bilimsel bir atılımın eşiğinde bulsa, kendi kabuğuna çekilir ve keşifleri için itibar aramayı reddederdi. 31 YAŞINDA BİRDEN ORTADAN KAYBOLDU Tarihler 26 Mart 1938 yılını gösterdiğinde ise İtalyan fizik dehası Ettore Majorana Palermo’da Napoli’ye giden bir gemiye bindi ve iz bırakmadan ortadan kayboldu. O sıralarda 31 yaşında olan bu genç, teorik fiziğin devi olarak görülüyordu. Hatta akıl hocası Enrico Fermi onu Newton’a denk olarak tanımlıyordu. Kaybolmadan bir gün önce yani 25 Mart’ta Napoli Fizik Enstitüsü’nün Başkanı Antonio Carrelli’ye gönderdiği mektupta, “ Sevgili Carrelli, artık kaçınılmaz hale gelen bir karar verdim. Bu kararda en ufak bir bencillik yok ama ani kayboluşumun sana ve öğrencilere ne kadar sıkıntı vereceğinin farkındayım. Bunun için senden özür diliyorum ama özellikle de bana son aylarda gösterdiğin güveni, içten dostluğu ve ilgiyi boşa çıkardığım için bağışlamanı rica ediyorum. Enstitünde tanıyıp değer verdiğim herkese, özellikle de Sciuti’ye selamlarımı iletmeni istiyorum. Hepsini en azından bu gece saat 11’e kadar, belki daha da uzun bir süre, sevgiyle anacağım” diye yazdı. NASIL KAYBOLDU? Ettore Majorana, ilk mektubunda artık geri dönmeyeceğini söylüyordu ancak ardından Palermo’dan ikinci bir mektup daha yolladı. Bu kez ertesi gün geri döneceğini söylüyordu ancak ders vermeyi sürdürmeyeceğini yazmıştı. 25 Mart günü Majorana’nın Palermo’dan Napoli’ye bir vapurla yolculuk yaptığı doğrulandı. Ancak o günden sonra onu gören olmadı. Peki zamanının en büyük teorik fizikçisi gizemli bir şekilde nasıl kayboldu? Akla intihar etme olasılığı gelse de genç fizikçinin bedeni asla bulunamadı. Yanına aldığı oldukça yüklü miktar para ve pasaport ise durumu iyice garipleştirdi. Kimileri bir manastıra kapandığını iddia ederken, kimileri de Ruslar tarafından kaçırıldığını ve bir atom bombası yapmaya zorlandığını söyledi. Bazılarına göre de Marslılar tarafından kaçırılmıştı. Ancak teorilerin en eğlenceli olanı, paralel bir evrene gitmenin bir yolunu icat ettiğini iddia eden hipotezdi. Kayboluşuna dair en yaygın açıklamalardan biri, yurt dışına gitmiş olabileceğine yönelikti. Ülkeyi terk etmiş olabileceği yönündeki görüş, 2011 yılında İtalyan polisinin dosyayı yeniden açmasıyla yeniden gündeme geldi. Polis, Venezuela’da Majorana ile tanıştığını iddia eden bir tanığın ifadesini araştırmaya başladı. Tanık, yaklaşık 50’li yaşlarında, utangaç ve fotoğraf çektirmeyi reddeden 'Bini' takma adlı bir adamın aslında Ettore Majorana olduğunu, bunu ortak bir tanıdık vasıtasıyla öğrendiğini söyledi. Bini ile Majorana arasındaki fiziksel benzerlik dikkat çekiciydi ancak gerçekte ne olduğu konusunda kesin bir sonuca ulaşmak hiçbir zaman mümkün olmadı . Fakat tanık, Bini adını kullanan bu kişiye ait bir fotoğraf çekmeyi başardı ve bu fotoğraf İtalyan yetkililer tarafından analiz edildi. Soruşturmayı yürüten ekip, Majorana’nın bilim insanı olan amcası Quirino Majorana ile iletişimini sürdürdüğünü ve bu temaslarda 'WG Conklin' adını kullandığını öne sürdü. Alıntı Metni AKIBETİ BELLİ DEĞİL Sonuç olarak bu olayın gizemi hâlâ çözülemedi. Ettore Majorana’nın akıbeti, bilim tarihinin en gizemli bilmecelerinden biri olarak kalmaya devam ediyor. Majorana, bilinçli olarak Schrödinger’in Kedisi deneyini taklit etmek istemiş olsun ya da olmasın, bunu fiilen başarmıştı. 25 Mart gecesi yola çıktı. Ondan bir daha haber alınamadığı ve kimse onu kesin olarak görmediği için bu yolculuk tek bir sonla noktalanmamıştı. Belki de bu yüzden, yolculuğun sonunda aynı anda hem hayattaydı hem de ölmüştü. Ettore Majorana’ya gerçekte ne olduğu, muhtemelen hiçbir zaman kesin olarak bilinemeyecek.

5 kuruşsuz dünya turu! Yanlarında bir bendir bir de cura var: 'İyiler, kötülerden fazla'

5 kuruşsuz dünya turu! Yanlarında bir bendir bir de cura var: 'İyiler, kötülerden fazla'

Gonca Kocabaş / Milliyet.com.tr - Ömer ve Bahar'ın, öğrencilik dönemlerinde çıktıkları küçük seyahatler, dünya turuna zemin hazırladı. Yanlarında hiç para olmadan dünyayı gezmeye karar vererek, oldukça zorlayıcı bir başlangıç yaptılar. Bu tura çıkmadan önce ODTÜ'de öğrenci olan Ömer, gıda mühendisliğindeki kaydını dondurdu. Bahar ise, iktisat bölümünden yeni mezun. İki yıl önce tanışan çift, tanıştıklarından beri her fırsatta birlikte yol alıyorlar. Bahar ve Ömer, Türkiye'de öğrenciyken yaz aylarını otostopla Türkiye'yi ve çevre ülkeleri gezerek geçiriyorlardı. İkili, " Bu seyahatler ufkumuzu çok genişletti ve hayatımızın en anlamlı zamanlarını yaşattı bize" diyor. Bu şekilde dünya turuna çıkmak ikisinin de en büyük hayali oldu. Önlerindeki tek engelin para olduğunu düşünüyorlardı ancak yanlarında hiç para olmadan da bir seyahate çıkabilir, sokakta müzik yaparak ve bileklik satarak bu seyahati finanse edebilirleceklerini fark ettiler. Bu deneyimler onlara cesaret kazandırdı ve onları yerinde duramayan, sürekli yolda olma arzusu taşıyan insanlara dönüştürdü. Küçük hazırlıklar ve planlar sonrası ise bu sefer süresiz olacak şekilde artık kendilerini yolda buldular. 'MAT VE UYKU TULUMLARIMIZLA YERDE DE YATABİLİYORUZ' "Bir yıldır biz dünyayı gezmeye çıkacağız diye tutturmuştuk" diyen ikili, “Ne dostlarımız ne de ailemiz bunu hemen idrak edebilmişti çünkü öğrenciydik ve gerekli görülen miktarda bir birikimimiz yoktu. Yarı zamanlı çalışmaya başlayıp gerekli ekipmanları ya da uçak biletini finanse edebileceğimiz noktaya gelince, enstrüman edinince ve müzik derslerine başlayınca ise kararlı olduğumuza kanaat getirip durumu biraz da olsa kabullendiler. Herkes karışık duygular içindeydi demek ise en doğrusu olur çünkü onlara veda edeceğimiz için hüzünlüydüler elbette ama aynı zamanda da birçoğu kendimiz için doğru olanı yaptığımızı biliyordu, bizi yürekten destekliyordu” bilgisini paylaştı. Hiç para olmadan yola çıkacakları için yolda para kazanmaları gerekiyordu. Enstrüman edindiler ve öğrenebildikleri kadar öğrenip yanlarına aldılar. Diğer bütün eşyalarını ise sırt çantalarında taşıyorlar. Çift, “Kıyafetlerimiz, bakım ürünlerimiz gibi zaten herkesin taşıdığı şeylerin dışında kalacak yer bulamadığımızda bizim evimiz olan çadırımız var. Ve mat, uyku tulumu gibi kamp ekipmanları taşıyoruz yanımızda. Bazen biri bizi ağırladığında fazla yatağı ya da kanepesi yoksa mat ve uyku tulumlarımızı kullanarak yerde de yatabiliyoruz. Bir tane de kameramız var, gezerken yaşadıklarımızı kaydedip insanlarla paylaşabiliyoruz bu sayede” diye konuştu. 'UCUZA BESLENMEYİ ÖĞRENMEK BİRAZ VAKİT ALIYOR' Ana geçim kaynakları sokakta müzik yaparak kazandıkları para. Ömer cura çalarken, Bahar da bendir çalıyor. Genelde Türk halk müziği icra ediyorlar. Onun dışında sosyal medyada onları görüp destek olanlar da oluyor, aynı zamanda ufaktan da olsa sosyal medya üzerinden de para kazanmaya başladıklarını söylüyorlar. Yaşadıkları en büyük zorluk ise sırtlarındaki çantaların ağırlığı. "Her zaman kalacak yer bulamadıkları için bütün gün çantalarla gezmemiz gerekiyor" diyen ikili, “Bu durum günü verimli geçirmemizi engelliyor maalesef. Onun dışında uykumuzu tam alamadığımız oluyor, özellikle çadırda kaldığımızda çadırı geç kurup erkenden kaldırmamız gerekiyor. Bunlar en büyük zorluklarımız ama çok da büyük zorluklar değiller bizce” diyerek şunları söyledi: Alıntı Metni ‘İYİ İNSANLAR, KÖTÜ İNSANLARDAN FAZLAYMIŞ’ Yolda başlarına gelen unutamadıkları bir olayı sorduğumuz Ömer, “En ilginç olay Tokyo'da yürürken bir Japon müzisyenin bizi durdurup enstrümanlarımızı göstererek ‘Bunlar cura ve bendir mi?’ diye sormasıydı. Kendisi Türkiye'de 5 yıl geçirmiş, ud çalmayı öğrenmiş ve dombrayla tanışmış. Başka birçok enstrüman daha çalabilen çok yetenekli bir müzisyendi. Meşklerde falan çalmış, hatta bildiğimiz bazı sanatçılarla tanışmış. O da bizim gibi sokak müziği de yapıyormuş, dombra çalıyordu. Sonra birlikte de çaldık. Bunun dışında, bir Budist tapınağında bir geceliğine kalma şansımız olmuştu. O da unutulmaz bir anı” diyerek anılarından bahsetti. "Dünya gündemini takip ederek dünya tanınmazmış, bunu ilk elden deneyimleyerek öğrenmiş olduk" diyen Ömer, “İnsanları ve dünyayı yeniden sevmeye başladık seyahatlerimiz sayesinde. Lokal yerlerde konaklamak, o yerlerin insanlarıyla etkileşimde bulunmak ise dünyanın uzak yerlerini ve insanlarını tanımamızı sağladı. Ve nihai olarak öğrendik ki tüm dünyada insanlar aynı, dertler aynı aslında. Diller, kültürler bir olmasa da anlaşabilir herkes birbiriyle. Bir de, iyi insanlar kötü insanlardan daha fazlaymış, emin olduk. Çoğunlukla kötüleri duyarız halbuki" bilgisini paylaştı. 'İLK GÜNLERDE SUDAN ÇIKMIŞ BALIK GİBİYDİK’ "Yolculuğun ilk günleri bizi biraz zorladı, sudan çıkmış balık gibiydik desek yeridir" diyen Ömer, “Yola çıkma telaşıyla yorulmuş olmamız, uzun bir uçuşla kendimizi bambaşka bir yerde bulmamız, pek planımızın olmaması, sokak müziğinin dilediğimiz gibi gitmemesi derken biraz sınandık ilk başlarda. O koşullarda bizi devam ettiren motivasyon ise inatçı kişiliğimiz, önceki gezilerden gelen tecrübelerimiz ve kendimize, gezgin olmaktan başka bir alternatif yol göremememizdi. Ya başaracaktık ya da başaracaktık” ifadelerine yer verdi. Ömer, “Umarız bitmeyen bir yolculuk olur, gerekirse daha önce ziyaret ettiğimiz ülkelere tekrar tekrar gidebiliriz. Ancak ilerisi için kesin bir şey düşünemiyoruz aslında, belki de bir ülkeye bağlı kalacağız, büyük konuşmak istemeyiz. Mesela birçok farklı meslekten insanla tanışıyoruz gezerken, kimi tatami ustası kimi arıcı. Belki bir meslekle tanışacağız bir gün ve onunla geçecek yıllarımız veya duraklayacağız bir yerde ve müzisyenlik yapacağız orada. Dünyayı gezmek çeşitli yaşam biçimleri ve mesleklerle tanışmak demek. Belki biz kendimizinkiyle henüz tanışmamışızdır, kim bilir” diyerek sözlerini şöyle noktaladı: Alıntı Metni

‘Deli işi’

‘Deli işi’

TÜİK tarafından yapılan Hanehalkı Bütçe Araştırması’nın 2024 sonuçlarına göre; Türkiye’de hanehalkının tüketim amaçlı yaptığı harcamalar içinde en yüksek payı %26 ile konut ve kira, %21 ile ulaştırma, %18 ile gıda ve alkolsüz içecek harcamaları alıyor. Listenin alt sıralarında ise eğlence, spor ve kültürle ilgili tüketim harcamaları var (%2,3). En düşük gelir grubu ve en yüksek gelir grubunun eğlence, spor ve kültür harcamalarına ayırdığı paya baktığımızda arada %0.9 ve %2.9 ile yaklaşık üç kata kadar bir fark çıkıyor. Türkiye’deki en yüksek gelir grubunun kültür sanat faaliyetine ayırdığı pay bile Avrupa ortalamasının gerisinde. Bu da meselenin ekonomiden ibaret olmadığını gösteriyor. Ancak toplumsal refahın artışında devletin kültür-sanata verdiği önem ve özenin etkisi de gözardı edilemez. Ne yazık ki biz oralarda değiliz. *** Tiyatro Kooperatifi, yaşadığımız ekonomik ve toplumsal zorluklar karşısında sahne sanatlarının dayanışma gücünü büyütmek amacıyla 2025 yaz sezonunda ‘Bu yaz sahnelerimizi kapatmıyoruz’ kampanyası düzenlemişti. ‘Askıda bilet’ uygulamasıyla da öğrencilerin ücret ödemeden oyun seyredebilmesine imkân tanındı. Benzer bir destek İBB Kültür AŞ ve kültür sanat sektörü işbirliğiyle hayata geçirilmiş ve 24 yaş altı gençlere, bir kişinin ayda üç kez yararlanabileceği ‘koltuk senin’ uygulamasıyla ücretsiz konser ve tiyatro oyunu izleme imkânı sunulmuştu. Bunlar kuşkusuz önemli ve kıymetli çabalar ama soruna kalıcı çözüm getirmenin de oldukça uzağında. Dayanışma anlamlıdır ama bu halkın bütçesinden, Anayasal sorumluluğu olmasına rağmen, sanata ve sanatçıya gerekli desteği vermeyen, verdiğini de neye göre paylaştırdığı şeffaf olmadığı için bilinemeyen, devlet tiyatrolarını ideolojik baskı altında tutan, bağımsız/kamusal tiyatroları ise görmezden gelen bir yönetime itiraz ve talepleri de içermeli. *** Tiyatrolar bu ay yüksek vergiler, kabarık enerji faturaları, kiralar, maaşlar ve bilimum daimi giderlerle birlikte olası sansür ve hedef gösterilme riski altında perdelerini birer birer açacak. Yeni dönemin hemen öncesinde Sosyal Fayda İçin İletişim Derneği (SoFİ), İstanbul’daki bağımsız tiyatroları merkezine aldığı önemli bir rapor yayınladı. Gazeteci ve sahneden.net yayın yönetmeni Mustafa Kara ve sosyolog Ayşegül Algan tarafından hazırlanan ‘Tiyatro Sahnelerinin İletişim Alışkanlıkları’ başlığını taşıyan araştırmada ekonomik sorunlarla mücadele eden 68 bağımsız tiyatro sahnesinin bir yandan da görünürlük krizi içinde olduğu ve mekân, finansman, insan kaynağı ve seyirciyle bağ kurmada ciddi sorunlar yaşadığı ortaya konmuş. *** Bağımsız sahnelerin, kurucu ve ekiplerin fedakârlıkları, tutkusu ve olağanüstü direnciyle ayakta kalabildiğinin vurgulandığı raporda öne çıkan bulgulardan bazıları şu şekilde sıralanmış: “Ruhsat sorunları ve fiziki koşulların yetersizliği nedeniyle açılan ve bir süre sonra kapanmak zorunda kalan sahnelere sıkça rastlanıyor. Yıl boyunca aralıksız temsil veren sahnelerde, bu tercihin temel nedeni olarak ekonomik sürdürülebilirlik ihtiyacı öne çıkıyor. Genel tabloda, sahnelerin sadece %21’i yılda 10 bin seyircinin üzerine çıkabildi, %57’sinin yıllık seyirci sayısı 5.000’in altında kaldı. Bu tablo, nüfusu 20 milyonu aşan İstanbul’daki bağımsız sahnelerin büyük bölümünün oldukça sınırlı ve kırılgan bir izleyici ölçeğiyle faaliyet gösterdiğini ortaya koyuyor.” *** Raporda, tiyatrolar ve medya arasındaki ilişkinin zayıflığına da dikkat çekilmiş: 52 sahnenin %61,5’i kendilerini düzenli olarak takip eden en az bir gazeteci veya yayın mecrası olduğunu belirtirken, sahnelerin %38,5’i bu tür düzenli bir medya ilişkisine sahip değil. Düzenli bir medya takibinden yoksun olmak, bu sahnelerin yeni ve daha geniş kitlelere ulaşma potansiyelini önemli ölçüde kısıtlıyor. Birçok sahne, düzenli medya takibini ancak gazetecilerle kurulan kişisel bağlar üzerinden sağlayabildiğini, aksi takdirde davetlerin ve basın bültenlerinin çoğunlukla yanıtsız kaldığını ifade ediyor. Dikkat çeken bir diğer eleştiri ise, medyada yer bulabilen oyunların bile çoğunlukla sadece duyurusunun yapıldığı, ancak oyunun sanatsal içeriğini veya derdini anlatan derinlikli analizlerin yer almadığı yönünde. Birçok sahne için sosyal medya, (Instagram) artık birincil değil, neredeyse tek iletişim kanalı konumunda. *** Bağımsız tiyatrolar, olağanüstü çaba ve hatta ‘delilik’ olarak tanımladıkları bir inatla ayakta kalmaya çalışırken, merkezi ve yerel yönetimlerden hakları olan desteği almakta o derece güçlük çekiyorlar ki, artık konu ‘gölge etmesinler yeter’ dedikleri bir seviyeye gelmiş. Ne yazık ki, kültürel fakirlik bizi her gün daha fazla maddi yoksunluğa sürüklüyor. Rapor : https://www.sofi.org.tr/sahnelerin-iletisim-aliskanliklari