Mardin'de feci kaza: 5 yaralı
Mardin’in Kızıltepe ilçesinde iki otomobilin çarpıştığı kazada 5 kişi yaralandı.
Mardin’in Kızıltepe ilçesinde iki otomobilin çarpıştığı kazada 5 kişi yaralandı.
Avrupa’daki sağcı hükümetler, “savaş tehdidi” gibi gerekçelerle işçi hakları ve kamusal harcamalara yönelik saldırılarını artırırken kıtada grev rüzgârları esiyor. Avrupa başkentlerinde neoliberal politikalar, bütçe kanunları yoluyla uygulanmak isterken emekçiler de sosyal ve ekonomik haklarına yönelik saldırılara kitlesel grevlerle yanıt veriyorlar. Portekiz’de 11 Aralık 2025 günü gerçekleşen 24 saatlik genel grev , ülke çapında büyük etkiye sahip oldu ve hayatın birçok alanında belirgin aksamalara yol açtı. Bu grev, 2013’ten bu yana yapılan ilk genel grev olarak değerlendirildi ve hükümetin önerdiği çalışma reformuna karşı sendikalar tarafından büyük bir tepki niteliği taşıyordu. Portekiz’in iki büyük işçi konfederasyonu (CGTP ve UGT) tarafından düzenlenen genel grev, sağ görüşlü azınlık hükümetince işten çıkarmaları kolaylaştıracağı, iş güvencesini zayıflatacağı, esnek çalışma saatleri gibi düzenlemeleri içeren “çalışma yasası reformu” tasarısına karşı yapıldı. Portekiz’deki genel greve katılım yüksekti. Genel grevin etkileri Portekiz’deki genel grev, metro, tren ve otobüs seferlerinde ciddi kısıtlamalara neden oldu, bazı şehirlerde metro tamamen kapandı. Uçak seferleri aksadı, birçok uçuş iptal edildi ya da minimum düzeyde hizmet verildi, yüzlerce uçuşun iptal edildiği bildirildi. Okullar kapandı veya sınırlı hizmet verdi. Hastanelerde acil hizmetler açık kalırken, planlı ameliyat ve randevular ertelendi. Belediye ve diğer kamu hizmetlerinde aksama oldu. Çöp toplama, idari işlemler ve diğer hizmetlerde yavaşlama görüldü. Başkent Lizbon dahil olmak üzere birçok şehirde sendika destekli gösteriler yapıldı. Sendikalar grev katılımının yüksek olduğunu ve protestonun güçlü bir mesaj verdiğini söylerken hükümet ise, “reformdan” vazgeçmeyeceğini belirtti. Ortak mücadelenin gücü Portekiz’de iki büyük işçi konfederasyonunun ortak hareket etmesi, işçi sınıfının gücünü bir kez daha ortaya koydu. Sendika liderleri grevi yalnızca çalışma koşullarına karşı değil, demokratik hakların ve kolektif pazarlığın korunması olarak da tanımladı. Portekiz’de sendikal hareketin tekrar güçlü bir aktör olarak toplumdaki yeri sağlamlaşmış oldu. Portekiz’de hükümet azınlıkta bulunuyor ve parlamentoda güven oylamalarını zor kazanıyor; bu grev hükümetin ömrünü uzatmasını daha da zorlaştırabilir. Grev, 2026’da yapılması planlanan Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde hükümetin gücü ve etkisini de zayıflatmış gözüküyor. 'Etekli Mussolini' İtalya’da da önceki gün (12 Aralık 2025) yapılan genel grev , ülke genelinde yaygın bir katılımla protesto eylemleri ve hizmet kesintilerine yol açtı . Göstericiler, kadın Başbakan Meloni ’yi İtalya’nın eski faşist lideri Mussolini ile eşdeğer görerek “Etekli Mussolini” pankartını taşıdılar. Pankart: “Meloni hükümetini devirin. Etekli Mussolini” Genel greve ülkenin en büyük işçi sendikası CGIL (İtalyan Genel Emek Konfederasyonu) başta olmak üzere birçok kamu ve özel sektör sendikalarının çalışanları katıldı ve hükümetin 2026 bütçe yasasını protesto etti. Grev, aşırı sağcı ve faşist eğilimli Başbakan Giorgia Meloni hükümetinin sunduğu 2026 bütçe yasasının çalışanlar, emekliler ve kamu hizmetleri için yetersiz olduğu, sosyal hizmetlerden kesinti yapıldığı ve savunma harcamalarına öncelik verildiği gerekçesiyle yapıldı. Sendikalar daha yüksek ücretler, iş güvencesi, sağlık ve eğitim yatırımlarının artırılması gibi talepleri öne çıkardı. Ulaşım aksadı, eğitim durdu İtalya’daki genel grevde, trenler, otobüsler, metro ve kamu taşımacılığı ciddi biçimde etkilendi; birçok hizmet iptal edildi veya büyük gecikmeler yaşandı. Ulusal demiryolu ve yerel hatlarda grev sabahın erken saatlerinden 21.00’e kadar sürdü. Birçok şehirde okul ve eğitim hizmetleri durdu ya da sınırlı çalıştı. Sağlık ve kamu sektöründe de grev nedeniyle kesintiler ve hizmet sıkıntıları oldu. Sendikaların verilerine göre kamu ve özel sektör çalışanlarının büyük bir kısmı greve katıldı, on binlerce kişi İtalya’nın başta büyük şehirleri olmak üzere birçok yerde sokaklara çıkarak yürüyüş ve gösteriler yaptı. Roma, Milano, Floransa gibi şehirlerde kitlesel yürüyüşler ve mitingler düzenlendi; protestolar barışçıl olmakla birlikte bazı noktalarda gerginlikler yaşandı. Hükümetin tutumu Meloni hükümeti yetkilileri grevi eleştirerek bunun ekonomik faaliyetleri zorlaştırdığını savundu ve bütçenin orta sınıfa vergi avantajı ve mali sorumluluk getirdiğini dile getirdi. Bütçe tartışmalarının tam ortasında yapılan böylesine geniş bir grev, Meloni hükümetinin yasada bazı düzeltmeler yapmasına (örneğin bazı kesintilerin yumuşatılmasına) yol açabilir. Ancak hükümet, güçlü bir çoğunluğa sahip olduğu için kısa vadede köklü bir geri adım atılması pek olası gözükmüyor. Genel grevi örgütleyen CGIL , İtalya’nın radikal sol eğilimli en büyük sendikasıdır . CISL (İtalyan İşçi Sendikaları Konfederasyonu) ise, Hristiyan demokrat , merkez-sağ ve merkez çizgisine yakın bir eğilimdedir. UIL (İtalyan Emek Birliği) de, sosyal demokrat , cumhuriyetçi ve laik eğilimlerin etkili olduğu bir konfederasyondur. CGIL’ın (İtalyan Genel Emek Konfederasyonu) başını çektiği genel grev Belçika ve Yunanistan’daki eylemler Avrupa’nın diğer ülkelerinde de son zamanlarda önemli eylemler yapıldı. Belçika’da üç günlük ulusal grev, 24–26 Kasım 2025 tarihlerinde gerçekleştirildi. Grevlerin ilk günü tren seferleri ve kamu hizmetleri aksadı, iş bırakma diğer sektörlere de yayılarak geniş bir eylem dalgası oluşturuldu. Yunanistan’da ise, son zamanların en yaygın 24 saatlik genel grevi, 1 Ekim 2025 tarihinde yapıldı. Grev, ulaşımı, kamu ve özel sektör hizmetlerini ciddi şekilde etkiledi. Bu eylemler, hükümetin önerdiği çalışma yasası reformlarına ve çalışma saatlerinin uzatılmasına karşı gerçekleştirildi. Fransa’da da, 18 Eylül’den 2 Aralık 2025 tarihine kadar çok sayıda grev ve protesto eylemi yapıldı. Özellikle sendikalar, hükümetin bütçe ve çalışma reformlarına karşı yaygın grevler ve yürüyüşler düzenledi, yüz binlerce kişinin katıldığı büyük eylemler ortaya kondu. İspanya’da da, 14 Kasım 2025’te sendikaların çağrısıyla geniş çaplı protestolar ve 24 saatlik grevler yapıldı. Avrupa’da işçi sınıfı, haklarına yönelik saldırılara karşı genel grev dahil en etkin eylemlere başvururken ülkemizdeki emekçiler ve sendikaları ne yapıyor, aynı tavrı gösterebiliyor mu? Bakalım, izleyip gözlemleyeceğiz…
Édouard Manet, 1863, Kırda Öğle Yemeği, Orsay Müzesi-Paris Manet’nin “Kırda Öğle Yemeği” tablosu, modern sanatın ortaya çıkışında önemli bir kırılım noktasıdır. Şimdiye kadar ele aldığımız 1789-1860 yılları arasındaki toplumsal değişimler ve bunların modern sanatın oluşumu üzerindeki etkileri düşünüldüğünde, sanatsal anlamdaki büyük sıçramalardan birinin Manet ile yapıldığını söyleyebiliriz. Manet, bu resmiyle dönemin önemli otorite sergisi olan Salon’a (1863) başvurur ve reddedilir. Modern sanata neyin yön verdiğini göstermesi açısından sanat tarihinde önemli bir yeri olan “Reddedilenler Sergisi”nde yer alır. Tabloya yönelik ilk eleştiriler ahlaki değerler üzerinden yapılmış, en çok da kadının çıplaklığı sorgulanmıştır. İki iyi giyimli adamın çıplak bir kadınla çimler üzerinde ne işi vardır? Kadın kesin fahişedir… Beyefendi oldukları su götürmeyen bu iki kişi, çıplak bir kadınla birlikte resmedilerek aşağı gösterilmektedir… Uzatılabilir… Kırda Öğle Yemeği gerçekten de absürt bir pikniği ele alır ancak Manet’nin amacı ne kimseyi aşağı göstermek ne de bir gerçeği açık etmektir; amaç resim yapmaktır. Öyleyse bu resme yakından bakalım. Resimde en az dikkat çeken şey, figürlerin önüne yerleştirilen meyvelerdir. Manet, perspektifi kırarak sepeti normalde duramayacağı bir açıda yerleştirir. Bu şekilde hem izleyiciye iyi bir natürmort gösterir hem de resme bir yabancılaşma unsuru eklemiş olur. Benzer şekilde arka plandaki kadın da normalde olması gerektiğinden büyüktür. Büyük ihtimalle öndeki çıplak kadının ressama verdiği bir başka pozdur ve kompozisyonu tamamlama amacıyla yerleştirilmiştir. Diğer taraftan aynı kadının farklı zamanlardaki imgesine tek bir karede yer verilmesi, resimde zamanın ele alınışına da iyi bir örnektir. Tüm bu unsurlar, baktığımız şeyin sanatsal bir imge olduğuna dair farkındalığımızı artırır. Ama asıl önemli ayrıntı kadının cüretli bir şekilde gözlerini seyirciye dikmesidir. Bu bakış, sanat tarihinde şimdiye kadar alışık olduğumuz bakılan kadını, bakan kadına çevirir. Kadının anlamlı bakışıyla seyirciye şu sözler fısıldanır: “Evet buradayım, çıplağım ve sizin farkınızdayım”. Asıl yabancılaşma bu bakışla sağlanır. Édouard Manet, 1863, Kırda Öğle Yemeği – detay. Manet’de içerik kadar biçimsel yenilikler de önemlidir. Manet, kendisinden önceki pek çok akım gibi (Gerçekçilik, Barbizon, Ön Raffaellocular), gerçeğin gözlemlenerek resmedilmesi üzerinden hareket eder. Ancak modern sanatta diğer akımlardan daha farklı bir yere oturur ve Fransa’nın gerçekçi ressamlarının, özellikle Courbet’nin, açtığı yolda yeni bir devrimci dalganın yaratılmasını sağlar. Peki nedir bu farklılık? Gerçek hayatta göz, ışık ve gölgeler arasındaki geçişleri görmez. Gölgeler keskin bir şekilde ışıktan ayrılır ve ışık kuvvetli olduğunda hacmi ortadan kaldıracak şekilde patlar. Manet, klasik dönem resminde titizlikle uygulanan ışık, gölge geçişlerini kaldırır ve doğrudan gözlemleri üzerinden çalışır. Bu gözlemlerinden yola çıkarak güneşin altında hacmini yitirerek tek boyutlu hale gelen portreler ve mekanlar yapar. Resimlerinde nesneler, figürler ideal ışık altında biçimini görebildiğimiz ya da bilimsel araştırmalarla anatomisine sahip olduğumuz bilgiler ışığında değil, o anın koşullarında kavrayabildiğimiz kadar ele alınır. Görmek, izlemek, deneyimlemek başattır. Bu da kendisinden sonra gelecek olan izlenimcilik (empresyonizm) akımına kapı aralayacaktır. Gombrich, Manet için şöyle der: “Manet, esin kaynağını Ön Raffaellocuların reddettiği fırça ustalarının geleneğinde, yani Giorgione ve Tiziano gibi büyük Venediklilerin başlattığı, İspanya’da Velázquez’in başarıyla sürdürdüğü ve XIX. yüzyıla da Goya’nın ulaştırdığı muhteşem gelenekte aramayı seçmiştir.” 1 Böylece Manet, Courbet’nin gerçekçi yaklaşımını içerik olarak koruduğu ve genişlettiği ama biçimsel anlamda çok daha başka bir alana sıçrattığı bir akımın öncüsü, modernizmin köşe taşı olur. Édouard Manet, 1868, Balkon, Orsay Müzesi-Paris Manet’nin biçimsel devrimini gösteren en iyi resimlerden biri 1869 tarihli “Balkon”dur. Resimde kadınların kafası düz, burunları hacimsiz, neredeyse sadece bir çizgiden ibarettir. Yeşil balkon demirlerinin resmi ortadan ikiye bölecek şekilde yerleştirilmesi ise alışıldık değildir ve iki boyutlu ele alınmasıyla resimdeki yüzeyselliği de artırır. Ancak yine de bu yeşil balkon demirinden, hacimsiz yüzlerden ya da arkadaki iç alanı görmemize imkan vermeyen karanlıktan doğru bir derinlik hissederiz. Çünkü gerçek hayatta gözümüzün görmeye alışık olduğu bir derinliğe bakmaktayızdır. Güneşin şiddetli olduğu bir günde insanın yüzü gerçekten de böyle hacimsiz görünmekte, demirler üç boyut etkisini kaybederek patlamakta ve dışarıdan bir bakış içerisini göremeyecek kadar karanlık algılamaktadır. Sanat alanındaki bu yeni bakış açısı, ona daha önce olmayan bir serbest alan sağlar. Bakışı, öznel bir deneyim olarak görme eylemine eşitler ve kimin nasıl gördüğüne göre farklı sonuçlar veren bir sanat üretiminin de (empresyonizm) kaynağı olur. Sanatta pozitif bilimlerde olduğu gibi bir “doğru” yoktur. Sanatın doğrusu kendi geleneğindeki temelleri korumaya devam etmesinden gelir. Renk, kompozisyon ve formun kullanılmasına dayanan bu gelenek doğru ve yanlışı değil ama sanat ve sanat olmayanı ayırmaya yarayan bir turnusoldur. Édouard Manet, 1863-65, Olimpia, Orsay Müzesi-Paris Manet’nin Kırda Öğle Yemeği ile aynı yıl yapmaya başlayıp 1865’te tamamladığı ve bahsedilmezse eksik kalacak olan bir diğer önemli resim Olimpia’dır. Rönesans dönemi ustalarının yeniden yorumlanmasına dayanan eserde Olimpia’nın pozu Titian’ın 1538 tarihli Urbino Venüsü’ne dayanır. Ayrıca, hayranı olduğunu bildiğimiz Francisco Goya’nın 1800 tarihli Çıplak Maja’sını da hatırlatır. Manet 1863’teki meydan okuyuşunun ardından, bu defa doğrudan bir fahişeyi kendinden emin bir şekilde seyirciye bakarken resmeder. Resimdeki tüm detaylar, saçtaki orkide, siyah kedi, çiçekler, yukarıya toplanmış saç dönemin cinsellik imgeleri olarak yer alır. Geleneksel Venüs betimlemelerinde cinsel organı çekingen ve yumuşak bir şekilde kapatan el, Manet’nin Olimpia’sında utanmazca ve kendinden emindir. Resimde alçakgönüllülüğe yer yoktur, tıpkı Kırda Öğle Yemeği tablosundaki gibi Fransa’da fahişelik ve kadınların toplum içindeki rolleri sorgulanır. Sanatta ortaya çıkan atılımların toplumsal dinamiklerle ve genel olarak yaşanan değişimlerle mutlaka bir ilgisi vardır. 1851 sonrasında Fransa’da, Cumhuriyet yıkılıp yeniden İmparatorluk kurulmuştu. İmparatorluk yoluyla burjuvazinin ticari büyümesi için ülke içinde huzurlu bir ortam oluşturulmaya çalışılmaktaydı. 1860’lar, 1848’de yenilgiye uğramış işçi sınıfının yeni bir kalkışma için öfke biriktirmeye başladığı, sanayinin hızlı büyümeye devam ettiği ve zenginleşen Fransa İmparatorluğu’nun yeni topraklar almak için savaşı tekrar düşünmeye başladığı yıllardı. Bu düşünce sanayisi büyümekte olan diğer Avrupa ülkeleri için de geçerliydi. 1870’te başlayan Fransa-Prusya savaşı, 1871’de Fransa’nın yenilgisiyle sona erecek ve Bonaparte’ın İmparatorluğu kaybetmesinin ardından Fransa Üçüncü Cumhuriyet dönemine girecekti. Ancak tüm bu birikenlerin patlamasına bir on yıl kadar daha vardı. Manet de bu “iç huzurun sağlandığı” dönem Fransa’sında, varsıl bir ailenin oğlu olarak iyi bir sanat eğitimi almıştı. Aldığı eğitimin üzerine Louvre’da geçirdiği azımsanmayacak zamanda ustaları kopyalamış, Avrupa’yı gezebilmesini sağlayan aile imkanlarıyla İtalya ve İspanya’yı da incelemiş ve özellikle Goya’dan çok etkilenmişti. Dolayısıyla ortaya çıkan yenilik buna cesaret bulan kişi kadar imkan veren koşullarla da ilgiliydi. Modern sanatın köşe taşı Manet’nin bireysel ifadelerden yola çıkarak getirdiği toplumsal eleştiri, sanatsal devrimin en nitelikli örneklerinden biri olarak dönemi içerisinde anlaşılmalı ama bugünün denemelerine de tutamak olmalı. 1 E. H. Gombrich, Sanatın Öyküsü, Remzi Kitabevi, 2004, S. 514
Sohbet, tartışılan bir konuya, bir analize kaymışsa, orada en bilindik, en dile düşmüş, hünersiz kelime bile, kavrama, sıfata dönüşmüş olduğunda, Aziz Nesin derdi ki, “açıp bakalım önce sözlüğe, değil mi?” Bunu öğrenmiştim ya, Fide Lale Durak’ın “Araf” başlıklı sergisinden döndüğümde de çok sıradan bir kelimeye bakasım geldi. Yok, “araf” değil. Tül! “Çok ince gözenekli pamuk, ipek veya sentetik dokuma ve bu dokumadan yapılmış perde” demiş, benim eski TDK Sözlüğü, yaygın kullanım alanını anlama dahil ederek. Sonra, “bir de cümle içinde geçirelim…” istemiş: “Bütün pencereler eskisi gibi çiçekli ve tül perdeliydi.” Örneklemeye takıldım kaldım. Eskisi gibi… Bütün pencerelerde çiçek…. Ve tül. O kelime nasıl huzurlu, sarı ışıklı bir sıcaklığı tamamladı, nasıl o çiçeği eflâtun açtırdı değil mi, cümle içinde geçince? Kendiliğinden hem. Öylece. Buraya döneceğiz, ama baştan, “hiç de öyle değil, o senin bakışın” da diyebilirsiniz. Nitekim sergi de öyle dedi sanırım… Neden bu uzamış tül girizgâhı? Figürlerini tamamen tül katmanlarından oluşturmuş Durak çünkü. Söylemek istediği söz, böyle yoğun emek gerektiren bir “materyal”e vardırmış onu. “Şekil verilmesi zor bir malzeme” oluşuyla da içeriğe katkı eklemiş. Tül dokumanın, tığ işleme, dantel misali çok şeye hısımlığı muhakkak. Tülbentte de var duvakta da, raksta da mesela… Ama ışık kaynağıyla oynaşırken gösterme / gizleme özelliği, perdeliğini öne geçiriyor. Barındırdığı bu çelişki nedeniyle materyal olarak seçilmiş. Tülün en temel kullanımı da bu çelişkiye dayalı zaten. Bulunduğu yerin arkasını göstermez. Penceredeyse sözgelimi, içeride olanı saklar, dışarıdan bakanlardan. Buna karşın, içeriden dışarıyı görmek mümkündür. Ama bunun şartı, dışarıda ve içeride ışığın dengeli oluşudur. Dışarıda karanlık içeride ışık varsa, tül saydamlaşır. Bu durumda, güneşliklerin, süslü perdelerin örtüsü girer devreye, ama bu ayrı konu… Anlayacağınız, sayısız metafor, “sosyo-politik” gönderme mümkün tül bahsinde… Aslında örterken de, gösterirken de, her iki yanı, bakanı ve bakılanı flulaştıran bir şey tül, yapısı gereği. Ben bu fluluğu, serginin başlığına yamadım: Tülden Araf... Sergi, her ne kadar adını Dante’nin “İlahi Komedya”sından bir bölümden alıyor ve oradan bir pasajla, “gövdesiz bir gölgeyle kucaklaşma” sahnesiyle sunuluyorsa da, evet, garip olacak, ama ben bundan biraz kopacağım. Dante’nin “Araf”ı, ilham verici bir epik şiir olarak, güçlü alegorilerle, yazıldığı dönemin panoramasını kendince süzerek verir. Tamam. Ama, “ölümcül günahlardan arınma”daki tasvirlerden “gölgesizliğin”, tül kullanımına rehber olmasıyla, “maksadın hâsıl olduğu”, böyle sınırlamanın yeteceği kanısındayım. Durak’ın “gölgesi düşmezlik” kavramı, ayrıntılarla “gölgelenmemesi” gereken farklı bir “alegori”nin eşiğinden geçiyor çünkü. “Araf”ın çeşitli dinsel tanımlarından koparak, gündelik dile girmiş hali “arada kalmışlık”lığıyla yetineceğim. Sonuçta, eleştirmen değilim ki! Nalıncı keseriyim sırattaki bir ülkede… Yeri gelmişken, yakında okuyacağımız bir romandaki Seferis şiiri alıntısını da burada mealen kullanmaktan çekinmem. … senin yurdunum ben; / kim olmamı istersen o olurum / şu anda kimse olmasam bile… Araftan çekilip çıkarılma çağrısı gibi ürpertici değil mi? Figürler de… Tüllerle örülmüş bu figürler, sokaktan, eylemden, etkinlikten, toplu taşımadan, “doğal hallerinde” fotoğraflanmış insanları yansıtıyor. Kimi tuvalden bakıyor size, siz ona bakarken; kimi, yukarıdan sarkan gerçek boyutlu bir tülde durup, sizi arkadaki bir başka insana, o insanı da size kendi içinden geçirerek gösteriyor. Birbirinize bakarken, o “gölgesiz üçüncü şahıslar”la da hemhal oluyorsunuz. Hareketinizden doğan hafif bir esinti bile, tülü, figürü dalgalandırıyor! İşte orada gerçekle gerçek bütünleşiyor, Dante’nin “boşluğu kucaklaması”yla yol ayrımına geliniyor. Sergiyi gezerken, sermaye düzeninin “insanı çürütmesi” başlığı vardı gündemde. “Emekçi sınıfın da azade olmadığı” bu toplumsal gerçeklikle yüzleşme çağrısı yapılmıştı. Kökenine ve çözümüne inilmişti. Çürümeye yüz tutmuş hücrelerin, zihinlerin yeniden ya da ilk kez sağlığına kavuşması, daha doğrusu kavuşturulması mücadelesi, bugünden yarına son bulmayacaktı. Bu durumun “araf”a, hangi yönün galebe çalacağını göreceğimiz bir sürece benzediğini düşündüm. Figürler, bir dokunuş, bir ardını gören bakış açısı bekliyorsa, çürümeyle durağan kabullenişin bağını kurabildiklerindendi bu. Belki, salıncakta uçuşan sarı saçlarda bile sezilen hüzün, bizi harekete geçmeye çağırıyordu. Böyle dalmışken, durup duran, biraz mahzun ve kabulle bakan “gölgesiz” bir figürün arkasından geçen, kanlı canlı bir arkadaş gördüm. Baksa, o da beni görecekti. Demek, o insanların gölgesi olmuştuk bir an ve onlara kendi gölgeleri için gövde verme uğraşıydı bizi bakıştıracak olan. Tülden oluşmuş, ilk bakışta ifadesiz insan figürlerine, işte o tülün büyüsüyle dahil olurken, başınızın, gözünüzün hareketleriyle, ışık açısı değişimleriyle, ifadeler farklı içerikler alıyorken, figürler sessiz bir çığlık da atıyor. Ya onu duyuyorsunuz ya da sadece bir uğultu. İçten vuran bir ışık kaynağı doğuruyorsunuz o zaman, anlamak için. Figürü ören tüller saydamlaşıyor katman katman. Uğultu, söz oluyor. Bu, sizin nasıl ve nereden baktığınıza göre değişen ifade, “materyal”e baktığınızdaki ifadesizliğin sırrını veriyor. Orhan Kemal’in, Sait Faik’in, “İnsan Manzaraları”nın tanıdığınız insanları her biri. Bakarsanız göreceğiniz “gömülü töz”leri, lk görülenin, kabuğun ardı var… Ben sergiyi gezerken, gündemde “toplumsal çürüme” başlığı vardı… Bakışıyorduk. Her birimiz her birinin gölgesinden geçerken. Flulaşır ve flulaştırırken gövdeleri tül ardında. Bir ton balçıktan bir miligram radyum damıtmaya adanmışlığı düşüyor akla, Madam Curie’nin. Dünyayı değiştiren, balçığa sevdalanıp cevherini keşfetme iradesi… Farkındayım, sergiden, tuvalden, “resmedişten” koptum. Ama zaten amacı bu değil mi sanatın? Gölgesizlere gövde vermek, gölgeye gövde olmak. Dante, realitenin fantastik anlatımıyla epikte büyürken, tüle nakşedilmiş insanlar, şu pazar yerinde, şu metroda, şu statta gerçeğe vararak büyümeye, sahne almaya, destanlaşmaya aday… Tül, dışarıyı gösterir, onlar da bakar ardına, unutmayın. Figürlerdir. “yurdunum ben, kim olmamı istersen, o…” Bizim çocukluğumuzda, he, Balkan Harbi civarı, çikletlerden o zamanlar “üç buutlu” denilen resimli kartlar çıkardı. Şimdi bu teknoloji curcunasında kalmamıştır sanırım. Bu üzeri tırtıklı kalın plastik karttaki figürde, diyelim Hawaiili bir kız, öylece size bakıyor olurdu. Kartı azıcık arkaya doğru yatırırdınız, aa, göz kırpardı. Az öne, ifadesiz. Az daha öne, hop, gülümserdi… YouTube, Reels, halt etmiş. Yok yok, o kadar da kopmadım. Diyeceğim o ki, bakış ve görüş, ifadeleri derinleştirir, değiştirir, ama figür hep o olarak kalır. Siz de siz. O tülün cilvelendiği, kâh örtüp kâh gösterdiği gerçekliğe ya da o gerçeklikte göreceğiniz tutamak açısına varmak, edilgenlikten çıkarmalıdır sizi. Zaten uğultuya kulak verince anlarsınız ki, o tutamak, Orhan Kemal’in yoksula, çıplağa, kayırmasız bakışıdır. Ve tıpkı tül gibi, aydınlanan ardını aşikâr ederken, bir de görev yükler omzunuza. O “üç buutlu” oyuncak, işlevini yerine getirmek için sizin temasınızı beklerdi. Dokunun, tutun, değişik yönlere sevk edin ki, göz mü kırpar, gülümser mi görün. Değişmesi için ataletini yıkın, değiştirin, o bulanık görüntüdeki ifadelerin potansiyelini arayın. Toplumu kendisine uyduran bir sermaye düzeninin balçığına gömülmüş emekçinin bile çürümeden pay alışı… Bir sergi… Bir de Madam Curie’ye balçığı damıttıran sevda… Bir de komünistler… Şey de var, çerçevelerde yumruklar da göreceksiniz. Kimlerin kolundan uzandığını, desenlemeyle yorumlayacağınız yumruklar. Müteredditliği tülde ışık yanılsamasından gelen. İneceği nokta arayan. Yönünü, sıkıldığı kola girmekle vermenizi bekleyen. Umut mu, kahır mı, direnç mi, çare mi, siz aralayın tülü. “yurdunum ben… ne istersen…” Mahzun bir yüz, bir topluluk, o ânın fotoğrafı. Ardını görmek, hayata bakışınızın “büyük hüner”idir. Gölge veren gövdelendirme de, örgütünüzle, partinizle figürlere dokunmakla mümkün. Dante’nin değilse de, Fide Lale Durak’ın “Araf”ında, tülden görülen insanlı hayat, bana bunları düşündürdü: Beğenmediğini değiştir! Değiştir ki, pencereler tüllü olsun, sarı sıcak ışıklı, eflâtun çiçekli. Sözlükler böyle yazsın hayat maddesinde… “Eskisi gibi” değil, “yeniden, yepyeniden” desin. Bir de etekleri dantel masa örtüsü…
Okuma yolculuğu kimi zaman çatallaşır. Kendinize tarif ettiğiniz güzergâhtan sapar, başka patikalarda kayboluverirsiniz bazen. Merak, heyecan, kaygı, sevinç ile yol boyunca çiçek toplar, yabani böğürtlenleri mideye indirmek ister, elinize batan dikenlerden huylanır, ağaç kabuklarının bin bir şekilli suratlarına şaşırarak bakarsınız. Avarelik etmenin hazzına, yeni tanışıklıkların neşesi karışır. Böyle durumlarda aklıma hep Memduh Şevket Esendal’ın o öyküsü gelir. “Hayat ne tatlı, insanın ömrü olmalı da yaşamalı…” Öykünün sonunda Hafız Nuri Efendi’nin bu sözünü hatırladığım öykü, yıllardır benimle beraberdir. Detayları unutsam bile bende uyandırdığı duyguları, dinginliği, sevinci taşırım içimde. Kâh babamın boncuk gözlerini üzerime diktiği çimleri suladığım o yaz öğleden sonrasını hatırladığımda bitiverir başucumda, kâh güzel bir müzik parçasını dinlerken yudumladığım şarapta. Edebiyat tuhaf bir şey; bizi etkileyen sözcükler, durumlar, çağrışımlar, anı parçaları yazarın sözcükleri ile, yarattığı atmosfer ile buluşarak hepimizi kucaklıyor ve bambaşka bir gerçekliğin parçası hatta yaratıcısı olarak bizi bize öylece iade ediyor. Edebiyat ne veriyor? Edebiyatta ne arıyoruz? “Yaşadığımız karanlık günlerin kesif çürük kokusu genzimi yakarken elinde feneri ile insan aramaya çıkan Diyojenlerden biriyim. Gerçek insan, gerçek insanlık nerede? Fenerle arandığında bulunabilecek mi? Yoksa “yeni insan” ancak yeni bir hayattan mı mayalanacak?” Alın size bir büyük soru? Yanıtını kim, hangi disiplin, hangi kuram, hangi öykü parçası verebilir? Nasıl da birbirine karşıt duygu gelgitleri içindeyim, bir yandan Esendal’ın içimi serinleten öyküsünü her hatırlayışımdaki gibi alçakgönüllü bir iyicillik içinde öykünün özseverlik (narsisizm) çağını alçakgönüllülüğü ile şamarladığını görüp keyifleniyorum ama öte yandan gündelik haber akışının acılı, ağır bombardımanı karşısında öfkeden ve çaresizlikten damla damla eriyorum. Edebiyat ne işe yarar, sorusunu sormak istiyorum işte tam da bu karışıklık içinde. Edebiyat bizleri iyi insan yapar mı? Edebiyat metinlerinin bizimle; geçmişimiz, bugünümüz ve belki yarınımızla kurduğu bağ bizi olgunlaştırıp derinleştirir mi? Buradan hareketle de olayların görünen yüzünü değil ardındakini, içindekini, özündekini irdelememizi tetikler mi? Bu sorular havada asılı kalmasın, birlikte düşünelim. Sizi siz yapan şeyler arasında okuduklarımız ne kadar yer kaplar? Okuma güzergâhından sapıp patikalara girmekten çekinmemeli demiştim ya, işte; tarih, cumhuriyet, Millî Mücadele, İttihat ve Terakki… konularında yazılmış hem kuramsal hem kurmaca okurken kimi zaman yandan yandan başka kitaplarla da gönül eğliyorum. Böyle olunca da bir insan nasıl “çakılır”, bir insan nasıl “olunur”, bir insan nasıl “kurulur” sorularını sormak istiyorum. “İnsanlaşmada” paylardan büyüğü karşılaşmalara aittir dersem bilmem karşılığı olur mu? Karşılaşmalardan süzüp çıkarılan özsu ile beslenmek bizi daha insan olmaya yaklaştırır mı? Ama önce belki de en başta “insan olmak” nedir onu tanımlamak gerekmekte: Erdem, dürüstlük, hakkaniyetçilik, paylaşımcılık, kendin için istediğini tüm canlılar için istemek… neler ekleyebiliriz başka? İşte, edebiyatın kapısından girdiğimizde sözünü ettiğimiz karşılaşmalar dört bir yandan bizi kuşatır. Bir insan teki olarak kırık dökük, renksiz ya da dingin hayatımıza yaşamın yeşili, alı, karası bocalanır. Edebiyat karşılaşmaları iyidir. “Yıllar önce okuduğunuz bir öykünün anısını sizde yıllar yılı saklayan iz nedir? Dönüp bakıldığında bu iz nereye kadar sürülebilir, derinleştirilebilir. Özellikle çocukluğunuzda, yeniyetmeliğimizde, ilk gençliğimizde okuduklarımızın izi daha derindir ve okuduklarımız niye daha keskin çizgiler, daha berrak imgelerle saklı kalır, hatırlanır?” Bunu soruyor Murathan Mungan. Devam ediyor. "Bazen okuduğunuz bir öykü sizi birkaç yaş birden büyütür. Çoğu kez edebiyat, hayattan daha çabuk büyütür. Yaşama ilişkin birçok şeyi, kendi deneyimlerinize gerek kalmadan edebiyat yoluyla öğrenirsiniz.” diye devam ediyor kitaba yazdığı önsözde. “Büyümenin Türkçe Tarihi” bir öykü seçkisi ve öyküyü seçen yazarın denemesi olarak tasarlanmış. Örneğin Füsun Akatlı “Bir Dil Gurbetinde…” denemesinde henüz yedi, sekiz yaşında iken okuduğu Refik Halit Karay’ın “Eskici” öyküsünü yıllar sonra boğazında yumru ile hatırlayışını, öyküyü ve yazarını arayışını anlatıyor. Meğer o insanın içini delip geçen Hasan’ın öyküsü Refik Halit’in imiş. Duygu ve bize kattığı anlam yerli yerinde olsa da neyin buna yol açtığı hatırlanamıyor kimi zaman. Murathan Mungan titizliği ile oluşturulmuş bu öykü-deneme seçkisini coşkuyla okuyorum. Örneğin Ayfer Tunç, Orhan Kemal’in “Çikolata” öyküsünü seçmiş ve öykünün kendisinde bıraktığı etkiyi yazmış. “Büyümenin, insan oluşun aşamaları bedensel acılarla değil, sarsıcı ruhsal karşılaşmalarla yazıldı bende. Merhametle karşılaşmam gibi. Her çocuk çocukluğunun bir yerinde merhameti öğrenir. İçine tanımadığı bir eziklik veren bu duygudan hem hoşlanır hem tekrarından korkar; tıpkı büyümenin işareti bedensel acılar gibi. Çekilmese iyidir ama çekilmesi halinde büyümeye ulaşılacaktır.” Okumadığım bir öyküsü “Çikolata” Orhan Kemal’in. Ayfer Tunç devam ediyor: “Çikolata adlı öyküsü, bana sanıldığı gibi, yoksulluğu değil, merhameti ve onuru derin bir iç sızısıyla öğreten büyük öykülerden oldu.” Yoksul, onurlu, uykuya hasret, oyuna hasret, ağız dolusu gülüşe hasret, ekmeğe, ete, süte, eğitime, ısınmaya, barınmaya, güvenli bir ortama, sevgi dolu ebeveynlere hasret, çikolatanın tadı nedir bilmeyen çocukların öyküsünü anlatır Orhan Kemal. Hakikaten "Çikolata” öyküsü Ayfer Tunç’u sarstığı, ona öğrettiği gibi beni, bugünümde, bu yaşımda tokatladı. İçimi ezdi, utandırdı, acıttı. Hele küçük kız çocuğunun öyküdeki o son vurucu eylemi… Okuyun. Anımsamaya çalışın. Sizin kişisel tarihinizde sizde derinden iz bırakan, sizi olduran, büyüten, inciten, olgunlaştıran, kanatan, sevindiren o karşılaşma neydi? Sizdeki hangi anıları, duyguları, olayları tetikledi? Siz neyi hatırladınız? Siz kimi hatırladınız? Büyümenin Türkçe Tarihi, Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle, Metis Yayınları, 2015.
ABD Başkanı Donald Trump, Palmira’da bir IŞİD militanı tarafından gerçekleştirilen ve Amerikalı iki asker ile bir tercümanın hayatını kaybettiği saldırıya ilişkin "Çok ciddi bir misilleme olacak" açıklamasını yaptı.
Türkiye'nin gündemine oturan yasa dışı bahis operasyonunda sular durulmuyor. Ünlü yorumcu Erman Toroğlu, savcılığın titizlikle yürüttüğü soruşturmanın seyrini değiştirecek bir tahminde bulundu. Toroğlu, canlı yayında anlattığı anısıyla futbol dünyasındaki kirli çarkı ifşa etti. İşte o sözler...
Meteoroloji'den beş il için sarı kodlu kar uyarısı 14.12.2025 Diken Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM), kar yağışı beklenen beş il için sarı kodlu uyarı verdi. The post Meteoroloji'den beş il için sarı kodlu kar uyarısı appeared first on #site_linkat 14.12.2025 .
Tom Barrack: ABD güçlerinin bir kısmı, IŞİD'i tamamen yok edene kadar Suriye'de ABD'nin Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Suriye’de iki ABD askeri ve bir sivil tercümanın hayatını kaybettiği terör saldırısını "korkakça bir pusu" olarak nitelendirirken, ABD’nin bölgedeki kararlılığının sarsılmayacağını belirtti. Tom Barrack, Suriye'de iki ABD askeri ve bir sivil tercümanın hayatını kaybettiği saldırıya ilişkin yazılı açıklama yaptı. Suriye’de bulunan kısıtlı sayıdaki ABD gücünün temel görevini hatırlatan Barrack, "Güçlerimiz, IŞİD’i bir kez ve tamamen yenmek, yeniden canlanmasını önlemek ve Amerikan vatanını terör saldırılarından korumak amacıyla Suriye’de kalmaya devam ediyor" ifadelerini kullandı. Barrack, bu varlığın yerel Suriyeli ortakları güçlendirdiğini ve ABD’nin Orta Doğu’da büyük ölçekli bir savaşa girmesini engellediğini belirtti. Saldırının faillerinin bulunması konusunda Suriye hükümetiyle eşgüdüm mesajı veren Barrack, "Suriye Cumhurbaşkanı Ahmed el-Şara’nın, saldırının faillerini belirleme ve hesap sorma konusundaki güçlü kararlılığını memnuniyetle karşılıyoruz. Birlikte Suriye’deki terörizmi kökten silecek ve Amerikan halkına yönelik tehditlere müsamaha göstermeyeceğiz" dedi. Donald Trump’ın "misilleme" mesajına paralel olarak Barrack, "Bu hain saldırıda parmağı olan her bir birey, finansör ve kolaylaştırıcı kararlılıkla takip edilecek, IŞİD tamamen yok edilene kadar bu görevden vazgeçmeyeceğiz. Amerikalılara yönelik her türlü saldırı, hızlı ve amansız bir adaletle karşılık bulacaktır" dedi. Independent Türkçe, Türkiye ve dünyadan güncel haberleri okurları için derledi Pazar, Aralık 14, 2025 - 00:00 Main image: <p>Fotoğraf: Independent Türkçe</p> Haber Type: news SEO Title: Kısa haberler copyright Independentturkish:
Akıl kavramı yeniden gündemde. Âlimlerin tarifleri, sahabî ve hikmet ehlinin aktardığı ölçülerle akıllı insanın özellikleri merak edenler için derlendi.
Akıl kavramı yeniden gündemde. Âlimlerin tarifleri, sahabî ve hikmet ehlinin aktardığı ölçülerle akıllı insanın özellikleri merak edenler için derlendi.