Kürt meselesi bir iç politika başlığı mı, yoksa dış politika dosyası mıdır?
Bu soru yanlıştır. Soru, “Kürt meselesi ya iç politika ya dış politika konusudur” şeklinde bir kurguya yaslanır. Yani meselenin ya devletin iç düzenine ya da uluslararası alana ait olduğunu varsayar. “Kürt meselesi hem iç politika hem dış politika konusudur” yaklaşımı ise iç politika ile dış politika arasına son derece keskin sınırlar çizdiği için eksiktir. Elimizde, Kürt meselesinin dış politik boyutunu yansıtan yeterince veri vardır: Bugünkü Suriye, Irak ve İran toprakları da Kürtlerin anayurdudur. Irak’ta resmî bölgesel, Suriye’de ise de facto Kürt yönetimi vardır. İstanbul’da, Adana’da, Diyarbakır’da yaşayan Kürtler de bölgesel gelişmeleri yakından izlemektedir. Ayrıca Türkiye’de devlet aklı, Kürt meselesinin bu sınır aşan boyutunu bir dış güvenlik denklemi içinde kavramaktadır. Elimizde, Kürt meselesinin iç politik boyutunu yansıtan da yeterince veri vardır: Kürt meselesi bizzat Türkiye’nin demokratik standartlarıyla ilişkilidir. Anadilde eğitim hakkı, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, eşit yurttaşlık ve siyasal temsil gibi başlıklar doğrudan Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’ndan beklenen siyasal taleplerdir. Kürt meselesinde, iç politika ile dış politika arasındaki sınır belirsiz ve geçirgendir. Özellikle 2016’dan sonra, Türkiye’nin Suriye politikası ile iç politikadaki Kürt meselesi birbiriyle iç içe geçmiştir. Ankara, Suriye’nin kuzeyindeki gelişmeleri bir ulusal güvenlik meselesi olarak tanımlarken; Türkiye’deki Kürt siyasetinin üstünde kayyımlardan siyasi davalara kadar uzanan çok ciddi baskılar kurmuştur. Madalyonun öbür yüzünde; Suriye’deki Kürt siyasetinin etkisini dengelemek için, Türkiye’deki barış sürecinin bir araç olarak kullanıldığı görülmektedir. Coğrafyamız yeniden şekillenirken, Suriye’de yeni bir egemenlik tesis edilirken, Türkiye’nin sınırı boyunca “kontrollü bir hat” oluşturma ve uluslararası müzakerelerde el yükseltme çabası önemlidir. Ne var ki çubuk, güvenlik yönüne doğru aşırı bükülmektedir. Türkiye; karşısına çıkan her sorunu önce güvenlikleştiren ve yalnızca güvenlikleştirdiği sorunları çözmek isteyen bir ülke görüntüsü çizmemelidir. Bu tablo, Türkiye açısından küçümsenmemesi gereken üç büyük riski beraberinde getirmektedir: i) Çözüm süreçlerinin kalıcı olamaması, ii) Dış politikadaki değişimin iç süreçleri kırılgan kılması, iii) Kürt toplumunun devlete duyduğu güvenin erozyona uğraması. Riski azaltmanın yolu, Kürtlerin taleplerinin, toplumsal barış ve siyasal eşitlik gibi konuların tali olmadığını kabul etmektir. Mesele, Türkiye’nin en temel demokrasi testidir. Ve ancak demokrasisini güçlendiren bir ülke bölgesinde kalıcı etkilerde bırakabilir. Nitekim demokratikleşme ile güvenliğin birbirinin alternatifi olduğu iddiası yanıltıcıdır. Aksine, demokrasi ile güvenlik arasındaki korelasyon birbiriyle doğru orantılıdır. Bir ülkede demokrasi, yalnızca belirli bir kesim için işletildiği sürece gerçek anlamda yerleşemez. Bu durumda yaşanan şey, demokrasinin kurumsallaşması değil; her dönemde “makbul” sayılan vatandaşların hareket alanının genişletilmesidir. Demokrasi, kapsayıcı olmak yerine seçici hale geldiğinde bir hak rejimi olmaktan çıkar, bir lütuf mekanizmasına dönüşür. Bugün Kürtlere yönelik bir demokrasi açılımı yapılırken, eş zamanlı olarak diğer muhalif kesimlerin siyasal, hukuksal ve toplumsal alanları sistematik biçimde daraltılıyorsa, buna demokrasi denemez. Demokrasi; kimliğe, görüşe ya da iktidarla kurulan ilişkiye göre dağıtılan bir imtiyaz değil, herkes için eşit ve bölünmez bir haktır. Aksi hâlde ortaya çıkan şey demokrasi değil, sadece güç dengelerine göre şekillenen geçici bir özgürlük alanıdır. Türkiye demokratikleşmeden güvenliğini kalıcı olarak sağlayamaz. Bugün gelinen noktada, çözüm iradesinin ağırlık merkezinin iç barıştan çok Suriye hattına kaydığı görülüyor. Bu nedenle şu temel sorular giderek daha yüksek sesle soruluyor: İ) Kürt sorununun çözümü Türkiye’nin demokrasi standardını yükseltmek için mi yürütülüyor?ii)Yoksa Ankara, bu meseleyi Suriye’deki askeri ve siyasi hesaplar için bir kaldıraç olarak mı kullanıyor? İi) Türkiye gerçek anlamda eşit yurttaşlık temelinde bir çözüm arayışında mı? Bu soruların yanıtı, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek nitelikte. Bu sorun Türkiye’nin demokrasi sorunudur. Türkiye’nin kendi yurttaşlarıyla yapacağı yeni sözleşme, bölgesel süreçlerle ölçülmemelidir. On sene sonra nasıl bir Suriye göreceğimizi kestirmek, bir sene sonra nasıl bir Türkiye’de yaşayacağımızı belirlemekten daha zordur. Gerçek anlamda demokratikleşmiş bir Türkiye, yalnızca kendi vatandaşlarına güven ve özgürlük sağlamaz; aynı zamanda otoriterlik, çatışma ve istikrarsızlıkla kuşatılmış bir coğrafyada güçlü bir örnek oluşturur. Hukukun üstünlüğünün, eşit yurttaşlığın ve çoğulculuğun hayata geçtiği bir Türkiye, bölge halkları için soyut bir temenniden öte, mümkün bir gelecek tasavvuruna dönüşür. Demokrasi, sınırların ötesine zorla ihraç edilemez; ancak yaşanarak, istikrar ve refah üreterek ilham verebilir. Türkiye’nin kendi içinde barışı, adaleti ve özgürlükleri kurması, bölgeye verilecek en güçlü mesajdır. Böyle bir Türkiye, bölgesel krizlerin edilgen bir parçası değil; halklara umut veren, demokratik dönüşümün mümkün olduğunu gösteren bir referans noktası haline gelir. Gerçek anlamda eşit yurttaşlık, Türkiye’nin dış politik gücünü de yükseltecektir. *Bu içerik serbest gazeteci veya konuk yazarlar tarafından hazırlanmıştır. Bu içerikte yer alan görüş ve ifadeler yazara aittir ve Independent Türkçe'nin editöryal politikasını yansıtmayabilir. KÜRT MESELESİ iç politika dış politika Şerdil Dara Odabaşı, Independent Türkçe için yazdı Şerdil Dara Odabaşı Pazar, Aralık 14, 2025 - 10:00 Main image: <p>Fotoğraf: Reuters</p> TÜRKİYE'DEN SESLER Type: news SEO Title: Kürt meselesi bir iç politika başlığı mı, yoksa dış politika dosyası mıdır? copyright Independentturkish: