Bizans'ın çöküşü çöpte saklı! Atıklardan okunan tarih: 'Her detayı verdi'

Bizans'ın çöküşü çöpte saklı! Atıklardan okunan tarih: 'Her detayı verdi'

Derleyen: Betül Yasemin Kökbek / Milliyet.com.tr - Geçmişten günümüze ulaşan arkeolojik kalıntılar, bizi eski medeniyetlerin sırlarıyla buluşturan sessiz tanıklardır. Mağara duvarlarına işlenmiş resimlerden sanat eserlerine, mezar taşlarından kemiklere kadar her buluntu, aslında anlatılmayı bekleyen bir hikâye taşır. Ancak geçmiş toplumları anlamamıza ışık tutan tek şey sanat ya da mezar buluntuları değil. Bir zamanlar gündelik yaşamın sıradan parçaları olan çöpler de bize çok şey söyleyebilir. Bilim literatüründe 'garbology' yani 'çöp arkeolojisi' olarak bilinen bu alan, eski toplumların tüketim alışkanlıklarını, sağlık sorunlarını, ticaret ağlarını ve hatta iklim koşullarını gözler önüne seriyor. Çöplerin izini süren arkeologlar, aslında geçmişin gündelik hayatını yeniden inşa ediyor. Peki çöp arkeolojisi tam olarak nedir ve bugüne kadar gün yüzüne çıkarılan atık kalıntıları, bize hangi şaşırtıcı gerçekleri fısıldıyor? HER ŞEY 1970'Lİ YILLARDA ORTAYA ÇIKTI Arkeoloji denilince genellikle akıllara görkemli yapılar, mezarlar veya sanat eserleri gelir. Oysa arkeologlar için bazen en değerli bilgi kaynakları, eski toplumların geride bıraktığı çöp yığınlarıdır. Bu atıklar, insanların günlük yaşamlarını, beslenme biçimlerini, tüketim alışkanlıklarını ve çevreyle olan ilişkilerini anlamak için eşsiz ipuçları sunar. Çöp arkeolojisi kavramının doğuşu pek de eskiye dayanmıyor. Aslında her şey 1970’li yıllarda ABD’de başlayan 'Garbage Project' ile ortaya çıktı. Çöp arkeolojisinin modern anlamda doğmasını sağlayan William Rathje ve ekibi, çöpleri inceleyerek insanların anketlerde söylediklerinden çok farklı davrandığını ortaya koydu. 1980 ve 1990’lı yıllar boyunca ABD ve Kanada’daki çöplüklerde yapılan kazılar, çöp yönetim sistemlerini iyileştirmeye yönelik önerilerin geliştirilmesine yardımcı oldu. Bu çalışmalar, atık yönetimi ve iklim değişikliği üzerine daha fazla konuşabilmek adına büyük bir etki yarattı. Uzmanlar, çöp arkeolojisinin geleneksel arkeolojiden tamamen ayrı olduğunu çünkü tarihsel bir bilim olarak sınıflandırılmadığını, bu alanda zaman ve tarihin değil, materyallerin ön planda olduğunu düşünüyor. Toplumların kültürel ve sosyal hafızasına dair izleri geçmişten günümüze taşıyor, günümüzdeki alışkanlıkları anlamlandırabilmeyi kolaylaştırıyor. Alıntı Metni Çöp arkeolojisi, geçmişten günümüze insan davranışlarını ve toplumların evrimini anlamamıza yardımcı oluyor. Çünkü çöpler, çoğu zaman insanların söylediklerinden çok, gerçek yaşamlarını yansıtıyor. Bugüne kadar yapılan çöp araştırmaları, bireylerin tükettiklerini söyledikleri ürünlerle gerçekten tükettikleri ürünler arasında dikkat çekici farklar olduğunu ortaya koydu. Modern yöntemlerle yapılan anketlerde ise, çöpleri incelenen aile bireylerinin birbirlerinden gizli tükettikleri ürünler olduğu belirlendi. Günümüzde başta ABD ve Avrupa olmak üzere dünyanın dört bir yanında süren modern çöp araştırmaları, insanların tüketim alışkanlıklarına dair yapılan bilimsel çalışmalara büyük katkı sunuyor. ÇÖP YIĞINLARINA BAKARAK SORUNU ANLADILAR Günümüz tüketim alışkanlıklarına ışık tutan çöp araştırmaları aslında geçmiş zaman toplumları için de yapılıyor ve arkeoloji bilimini büyük ölçüde besliyor. Bugüne dek yapılmış en dikkat çekici çalışmalardan yalnızca bir tanesi ise Bizans İmparatorluğu'na işaret ediyor. 2019 yılının mart ayında 'Live Science'da yayınlanan bir makalede çöp yığınlarının Bizans İmparatorluğu'nun yıkılışına işaret ettiği iddia edildi. 2019 yılına dek İsrail’in Negev Çölü’ndeki Elusa adlı Bizans yerleşimi uzun yıllar boyunca kazılmıştı. Ancak o yılda arkeologlar, Elusa kentinde daha farklı bir şey aradılar. Arkeolojik çöp höyüklerinde biriken çöpleri araştırmaya karar verdiler. Korunmuş çöplüklerde bulunan ipuçları, bir kentin geliştiğini veya hangi sorunlarla mücadele ettiğini gösterebilecek kadar önemliydi. Atıklar dönem hakkında neredeyse her şeyi söylüyordu. Alıntı Metni GEÇMİŞTEN ÇOK ŞİMDİYİ ANLAMAYI KOLAYLAŞTIRIYOR Elusa kentinin çöp höyüklerinde seramik kap parçaları, tohumlar, zeytin çekirdekleri, yanmış odun kömürü ve hatta Kızıldeniz ve Nil’den ithal edildiği düşünülen yiyecek kalıntıları bulundu. Çöp höyüğünün katmanlarından çıkarılan çöplerde radyokarbon tarihleme yöntemini kullandı. Çöplerin o bölgede yaklaşık 150 yıllık bir süre boyunca oluştuğunu ve birikimin 6. yüzyılın ortalarında sona erdiğini gördüler. Bu tarih Elusa kentinin etkinliğini kaybettiği yıllara dayanıyordu . Araştırmacılar elde ettikleri veriler ışığında Elusa kentinde gördüklerim çöp sorununun bir şehrin yıkılmak üzere olduğunda meydana gelen bir altyapı başarısızlığı olduğu sonucuna vardılar. 1970'li yıllarda hayatımıza giren 'çöp arkeolojisi' kavramı günümüzde geçmişi anlamaktan çok şimdiyi anlamayı kolaylaştırıyor. Uzmanlar, dikkatlice sürdürülmüş bir çöp incelemesinden araştırma yapılan bölgedeki kişi ve kişiler hakkında derin bilgilere sahip oluyor.

Kamakura'nın göbeğinde Türk fırını! Japonlar ekmek kuyruğunda: '3 saat yol gelen var'

Kamakura'nın göbeğinde Türk fırını! Japonlar ekmek kuyruğunda: '3 saat yol gelen var'

Gonca Kocabaş / Milliyet.com.tr - Hollanda’da doğan Burcu Alkurt , iki abisi, kardeşi ve ebeveynleriyle geniş bir ailede büyüdü. Çocukluğu her hafta sonu, kuzenleri ve akrabalarıyla geçti. " Annem -dünyanın en iyi yemek yapanı- neredeyse her hafta misafir ağırlardı" diyen Burcu, “Yorulmuyor musun? derdim ama annemin, aslında sevgisini paylaşmak için yaptığını bilmiyordum. O zamanlar bunun güzelliğini göremiyordum, tıpkı babamın sabah akşam fırında çalışmasını, bazen eve bile gelememesini anlamadığım gibi. Şimdi anlıyorum ki başkalarını mutlu etmek ve sevgisini paylaşmak onların hayat biçimiydi” dedi. Eğitimi moda ve stilistlik üzerineydi, uzun yıllar görsel düzenleme alanında çalıştı. 25 yaşında hayat arkadaşı Aziz’le evlendi ve birlikte Oslo’ya taşındılar. Norveç’te 7 yıl yaşadılar. O yıllarda profesyonel olarak görsellik ve estetik üzerine çalışmaya devam etse de içinde hep daha paylaşımcı, insanlara dokunan bir şey yapma isteği vardı. Moda sektöründe yaptığı işin bir amacı olmadığını, ortamın aslında hiç de düşündüğü kadar iyi olmadığını özellikle Kovid-19 süreci başladığında fark etti. 2018’de ilk kez yaptıkları Japonya seyahati Aziz'in çocukluk hayali, Burcu içinse bilinmez bir dünyaydı. Seyahat bitip Oslo’ya geri döndükten sonra pandemi başlamıştı. Zor geçen iki yılın ardınan seyahat ettikleri Tayland’da geçirdikleri güzel vakitler, Oslo’daki uzun karantina günlerinden sonra hayallerinin peşinden gitmek için onlara büyük cesaret verdi. ‘ÇOCUKLUĞUMUN YAZLARI TRABZON, İSTANBUL VE ORDU ARASINDA GEÇTİ’ "Tayland dönüşü bir ay Hollanda’da kaldık ama eşimin işi nedeniyle tekrar Norveç’e dönmemiz gerekti" diyen Burcu Alkurt, “Evimiz olmadığı için 3 ay otelde yaşadık. O dönemde sürekli ekmek aldığımız bir fırına başvurdum, stajyer olarak kabul edildim. Her şey öyle gelişti ki, Japonya açıldığında üç ay Tokyo’da kaldık. Bir günlüğüne Kamakura’ya geldik, o gün taşınmaya karar verdik. Ve hayatımızın yeni sayfası böyle başladı. Aslında köklerim Karadeniz’e dayanıyor. Babam Trabzonlu, annem Ordulu, ailemizin çoğu üyesi de İstanbul’da. Çocukluğum yazları hep bu üç şehir arasında bölünürdü. Babam göçmen olarak Hollanda’ya yerleştiğinde gündüzleri fabrikada çalışır, geceleri fırınlardan marketlere ekmek dağıtırdı. Daha sonra kendi fırınını açtı. Eve pide getirdiği akşamlar bizim için küçük bir bayram gibiydi. Çünkü o pide sadece bir ekmek değil, emeğin ve sevginin sembolüydü” diyerek şu şekilde konuştu: Alıntı Metni ‘BEĞENMEZLER DİYE KORKTUĞUM İÇİN CESARET EDEMİYORDUM’ "Fırın açma fikri aslında hiç yoktu. Böyle bir hayalim olmamıştı çünkü hiç kendime bu kadar bir güvenim yoktu" diyen Burcu, “Ancak bir fırında çalışmak, ekmek pişirmenin bir parçası olmak hayali Norveç’te filizlendi. Çünkü Oslo’da ekşi maya çok yaygındı. Tayland dönüşünde Japonya sınırları kapanınca uzun süre Oslo’da bir otel odasında yaşadık. O dönemde işsiz kalınca, daha önce çalıştığım işin aslında ne kadar toksik olduğunu ve beni mutlu etmediğini fark ettim. Kendime 'Gerçekten beni mutlu eden şey ne?' diye sormaya başladım. Aklıma hep arkadaşlarıma yaptığım yemekler, sofrada oturduğumuz anlar geldi. O şaşkınlıkla parlayan gözler, bir arkadaşımın pizza yerken yüzündeki mutluluk bana 'Ben bu işi yapmak istiyorum' dedirtti. Ardından Oslo’nun en bilinen ekşi maya fırınlarından birinde olan staj yapma fırsatım oldu. Bu deneyim, ekşi mayayı derinlemesine öğrenmemi sağladı ve bana fırıncılığın aslında benim yolum olabileceğini gösterdi” ifadelerine yer verdi. Japonya kapılarını açtığında Kamakura’ya taşındılar. Evde ekşi maya denemelerine başladığını söyleyen Burcu Alkurt, “Ancak ortaya çıkan ekmek sayısı çok fazlaydı; iki kişiyle tüketmemiz mümkün değildi. Cesaretimi toplayıp fazla ekmekleri komşularla paylaştım. Bir komşum, Chie, bana çok destek oldu. Kendi organik tarlası vardı ve birkaç farklı yerde pazar kuruyordu. Beni hep ekmek getirmem için çağırıyordu. Ben dil engeli ve utangaçlığımdan dolayı, beğenmezler diye korktuğum için birkaç kez 'Hayır' dedim. Ama o ısrar ettikçe kaçamadım ve iyi ki de yapmışım. İnsanların yüzlerindeki şaşkınlık ve mutluluk bana bu yolda devam etmem gerektiğini hissettirdi. Bu komşum sayesinde diyebilirim ki hikâyem başladı; bana verdiği motivasyon ve özgüven çok değerliydi ” diye konuştu. "O sırada evimizin yakınında, sık sık önünden geçtiğimiz eski bir polis karakolu vardı" diyen Burcu, "Aziz’le yürürken ' Burası bizim olsa belki bir kafe yaparız, sen kahve yaparsın, ben küçük atıştırmalıklar yaparım' ya da ' Belki bir seramik stüdyosu, belki de bir vintage dükkânı olur' diye hayaller kurardık. Fakat hiçbir zaman 'Burada kendi fırınımı açarım' diye düşünmedim, böyle bir özgüvenim yoktu. Bir gün bu binanın fotoğrafını arkadaş grubumuza gönderdim. Japon arkadaşım binanın üzerinde yazan telefon numarasını fark edip aradı ve oranın kiralık olduğunu öğrendi. Böylece hiç planımız yokken, bu şansı kaçırmak istemeyip kiraladık. Bu dönemde de benim ekmek siparişleri artmaya başlamıştı. Farkına varmadan aslında 'Pide' doğmuş oldu. Ekşi maya denemelerinden komşularla paylaşımlara, sonra da bu küçük mekânın bir tesadüf eseri karşımıza çıkmasına kadar” diyerek fırın açma serüvenlerini anlattı. ‘BABAANNEMİN HAMSİKÖY’DEN TOPLADIĞI RİZE ÇAYINI DA SATIYORUZ’ "Japonya’da yabancı biri olarak kuralları bilmeden işe başlamak kolay değildi" diyen Burcu Alkurt, “Hatta neredeyse vazgeçmek üzere olduğumuz anlar oldu. Ancak bu sürecin içinde bizi ayakta tutan şey etrafımızdaki insanların desteği oldu. Mesela beni en çok cesaretlendiren komşum Chie’nin eşi inşaatçıydı ve ekibiyle birlikte dükkânımızı baştan sona yeniledi. Japonca öğretmenimiz sağlık ruhsatı için bizimle beşten fazla kez belediyeye geldi, onay almamız için uğraştı. Aziz’in arkadaşının kardeşi ve ortağı mimardı, dükkânın tüm planını onlar hazırladı. Japonya’daki fırıncılarla sürekli mesajlaştım, malzemeleri nereden bulabileceğimi sordum ve onlar da her zaman yanıtladı. Sanki kader bizi doğru insanlarla buluşturdu. Bizim inancımız, çabamız vardı ama onların yardımı olmasaydı bugün burada olamazdık. Onlar sayesinde hem işimizi kurabildik hem de kendimizi gerçekten buraya ait hissettik” diyerek şunları söyledi: Alıntı Metni 'KÜÇÜK AMA ANLAMLI ANLAR NEDEN BU İŞİ YAPTIĞIMI HATIRLATIYOR' Burcu Alkurt, en büyük motivasyonunun çevresindeki insanların desteği olduğunu söylüyor. Tek başına bir şeyler başarmanın zor olduğunu ancak dayanışmayla her şeyin anlam kazandığını belirten Alkurt, “Japonya’da tanıdığımız komşular, arkadaşlar ve hatta hiç tanımadığımız insanlar öyle anlarda yardım etti ki, bunun başka bir yerde mümkün olmayacağını düşündüm” diyor. Hazırladığı ekmekler için 2-3 saatlik yolculuk yapan müşteriler olduğunu ifade eden Burcu Alkurt, ekmeğin bir kültür köprüsüne dönüştüğünü vurguluyor. Sıcak yaz günlerinde dahi sırada bekleyen müdavimlerinin ilgisiyle yorgunluğunu unuttuğunu dile getiren Alkurt, zamanla müşterileriyle adeta bir aile olduklarını söylüyor. Tatilden dönerken küçük hediyeler getirenler, fırın üç hafta kapalıyken önceden ekmek alıp donduranlar, yemek yemeye vakit bulamadıkları için evlerinden yemek getiren komşular sayesinde yalnızca bir fırın değil, güçlü bir topluluk oluştuğuna dikkat çeken Alkurt, “Babamın ekmekle kurduğu bağ hâlâ en büyük ilhamım. Kamakura’da hissettiğim bu bağlılık, bu küçük ama anlamlı anlar bana neden bu işi yaptığımı her gün hatırlatıyor” sözleriyle duygularını ifade etti. Alıntı Metni 'EKMEK YAPMAK DA BİR OYUN GİBİ GÖRÜLMELİ' Evde denemeler yaparak, hatalarla öğrenerek bu noktaya geldiğini dile getiren Burcu Alkurt, “Hatalar en büyük öğretmen. Hiçbir şey başta mükemmel olmaz. Bazen kendime çok kızdım, 'Neden yapamıyorum?' dedim. Oysa ekmek yapmak da bir oyun gibi görülmeli. Olmazsa tekrar dene, nerede hata yaptığını bul, bir sonrakinde farklı yap. Ayrıca sabırlı olun. Japonya bürokratik açıdan zor olabilir ama toplulukla bağ kurduğunuzda her şey kolaylaşıyor. Dil öğrenmeye yatırım yapın çünkü iletişim güven yaratıyor. Ve en önemlisi, kendi kültürünüzden utanmadan, gururla bir şeyler paylaşın” önerileriyle birlikte sözlerini şöyle noktaladı: Alıntı Metni

Londra’da iki yürüyüş, iki gelecek

Londra’da iki yürüyüş, iki gelecek

13 Eylül 2025 Cumartesi günü Londra sokaklarında iki ayrı kortej yürüdü. Biri, Tommy Robinson’ın örgütlediği ve yaklaşık 150 bin kişinin katıldığı ifade edilen “Unite the Kingdom -  Krallığı Birleştir” yürüyüşüydü. Bu yürüyüş, İngiltere’de 1950’lerden bu yana görülmüş en büyük faşist gösteri olarak tarihe geçti. Diğer yanda ise “Stand Up To Racism - Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk” platformu çağrısıyla örgütlenen karşı ve yaklaşık 5 bin kişinin katıldığı bir kortej yürüdü. İki yürüyüş yan yana, aslında İngiltere’nin önündeki iki seçeneği ve hatta küresel ölçekte solun karşı karşıya olduğu sınavları özetleyen bir manzara çiziyor. Asıl adı Stephen Yaxley-Lennon olan Robinson, İngiliz Savunma Ligi’nin eski lideri, şiddet ve sahtekarlık suçlarından hüküm giymiş bir isim. 2024’te bir Suriyeli mülteci hakkında uydurma iddiaları yinelediği için mahkemeyi hiçe saymaktan tutuklanmış. Buna rağmen ironik bir biçimde “ifade özgürlüğü festivali” adı altında binlerce insanı Whitehall’a toplamayı başardı. ∗∗∗ “Onları geri gönderin”, “Botları durdurun” gibi sloganların atıldığı yürüyüşte farklı aşırı sağ eğilimler, uluslararası bağlantılar birleşti. Fransız aşırı sağcı siyasetçi, Büyük Yer Değiştirme” teorisinin başlıca savunucularından Éric Zemmour kürsüdeydi. Elon Musk da video bağlantısıyla katılarak hükümetin değişmesi çağrısı yaptı. Whitehall’ın diğer tarafında, "Irkçılığa Karşı Ayağa Kalk" diyenler arasında bağımsız sol kitlelerin yanı sıra sendikaların (PCS, NEU, RMT ve diğerleri) kortejleri yer aldı. Kürsüde dikkat çeken bir isim olarak Diane Abbott vardı. 1987’de seçilen ilk siyah kadın milletvekili, Starmer yönetimi tarafından 2023’te disiplin süreçleri gerekçe gösterilerek parlamento grubundan uzaklaştırılmıştı. ∗∗∗ Irkçılığa karşı kanatta sendikaların yanı sıra kadınlar da son derece güçlü bir şekilde yer aldılar. Günler öncesinden seslerini yükseltmeye başlamışlardı. 7 Eylül’de birçok kadın sanatçı ve milletvekilinin imzacı olduğu bir mektupla pozisyon almışlardı: “Kadınları ve kızları ‘korumak’la ilgili aşırı sağın ırkçı yalanlarını reddediyoruz. Onlar kadınların savunucuları değiller – kadınlara yönelik şiddeti, nefret ve bölünmeyi körüklemek için kullanıyorlar.” Şimdi gelelim bu tablonun anlamına. Zira ortaya çıkan bu tablo, yalnızca aşırı sağın güçlenişini değil, aynı zamanda solun nasıl bir seçenek haline gelebileceğini de tartışmaya açıyor. Kuşkusuz aşırı sağın kitle bulmasında Robinson’ın söylemleri kadar, küresel ölçekte yükselişe geçen benzer akımların etkisi de rol oynuyor. Reform UK’in hızlı yükselişi, bu zeminin siyasal ayağını oluşturuyor. Ancak burada asıl kritik nokta, Keir Starmer liderliğindeki İşçi Partisi’nin izlediği çizgi. Solun yıllardır yönelttiği temel eleştiri haklı çıktı ve Starmer’ın sağı taklit eden söylemleri sonuçta aşırı sağ söylemleri meşrulaştırıp güçlendirdi. ∗∗∗ Bu eleştiri sol siyasete de yansıyor... Sosyalist adaylar parlamentoya bağımsız olarak girmişti. Geçtiğimiz ay Corbyn ve Sultana öncülüğünde duyurulan “Sizin Partiniz” girişimine verilen 700 bin kişilik destek de bu tepkinin kurumsallaşma ihtimalini yansıtıyordu. Dolayısıyla solun toplumsallaşma fırsatının hala mümkün olduğunu söylemek gerekir. Tam bu noktada üç önemli unsur önemli rol oynayacak görünüyor: Birincisi, İşçi Partisi’nin sağa yaslanan söylemlerinin değişip değişmeyeceği. Bu eğilim değişmediği sürece, sol bir alternatifin genişleme imkanı daralacak, aşırı sağın önü açılacaktır. İkincisi solun topluma hitap kapasitesi. Asıl meselenin göçmenler değil neoliberal politikalar olduğunu gösterebilmek için kitlesel araçlara, güçlü iletişim stratejilerine ihtiyaç var. Üçüncüsü de sol ve sağ arasındaki kaynak ve güç asimetrisi. Aşırı sağ, milyarderlerin ve teknoloji tekellerinin desteğini alırken, sol bu altyapıya sahip değil. Buna rağmen sendikalar ve toplumsal hareketler, kitleleri örgütleyebilecek en önemli dayanak olarak öne çıkıyor. Eğer güçlü ve birleşik bir anti-ırkçı cephe inşa edilmezse, sokaktaki bu seferberlik Reform UK’in siyasal yükselişiyle birleşerek dengeleri aşırı sağ lehine kaydırabilir. Hangi yolun kazanacağı, İşçi Partisi’nin Reform UK’yi taklit etmeyi bırakıp gerçek sorunlara çözüm üretmesine; sendikaların, kadın hareketlerinin ve toplumsal ittifakların daha güçlü birleşik zeminler kurmasına bağlı…